Hayaller “Yeni Türkiye,” gerçekler “İkinci Yeni” olursa?
“Başkanlık sistemi deneyinin” laboratuarını kuranlar, parlamenter sistemin genetiğiyle oynarken öyle çok “katalizatör” enjekte ettiler ki…
18.05.2018
"Dilediğine dikkat et; gerçekleşebilir."
Bu sözler, geçtiğimiz haftlarda sık sık aklıma geliyordu.
Bu sözleri aklıma düşüren, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan idi ve "Yeni Türkiye" ideali.
Ya bu ideal gerçekleşirse?
Aslında zaten yeni ve hiç olmadığımız bir boyuta geçtik bile: Bunun başlıca sebebi de, başkanlık sistemine geçişi sağlayabilmek için Türkiye Büyük Millet Meclisi o kadar devre dışı bırakıldı ki, darbe dönemleri ile de karşılaştırılamayacak tuhaf bir durum oluştu.
Türkiye siyasi perspektifinden bakarsak, ancak 12 Eylül Darbesi sonrası oluşan ve Kenan Evren başkanlığında üç yıl ülkeyi yöneten "Millî Güvenlik Konseyi" adlı yapının siviline benzetilebilecek bir idare söz konusu.
"Sivil Millî Güvenlik Konseyi" düzeninde, bir yandan "demokrasiymiş gibi" gibi TBMM, vitrinde faaliyette, ama gerçekte önüne geleni onaylayan bir noterliğe dönüştürülmüş durumda.
TBMM üzerinden yasamanın yaşadığı dönüşüm ötesinde, yürütme ve yargının da, tanınmaz hâle gelecekleri biçimde genetikleri ile oynandı.
Şimdi, 24 Haziran seçimleriyle "Türk tipi sistemin tamamına ermesi" noktasına gelirken, bu sistemi tasarlayanların yarattığı, gerçekten de "yeni bir Türkiye" ile karşı karşıya kalıyoruz.
Ama nasıl bir Türkiye?
Bana kalırsa "ufak bir detay" söz konusu "nurtopu Yeni Türkiye" ile ilgili: Onu yaratanların öngördüğüne pek benzemiyor.
"Başkanlık sistemi deneyinin" laboratuarını kuranlar, Türkiye'deki mevcut parlamenter sisteminin genetiği ile oynarken o kadar çok müdahale yaptılar, sisteme o kadar çok "katalizatör" enjekte ettiler ki, hedeflenen proje ortaya giderek öngörülemeyecek bir dizi sonuç yaratıyor.
Bir kere, darbe girişimi ve ardından ilan edilen OHÂL, Türkiye'ye "çok gerilerde kaldığı sanılan bazı şokları" yaşattı. Başkanlık sistemine geçişi kolaylaştıracağını varsaydığımız ceberrut OHÂL yönetimi de, sanılanın ve öngörülenin aksine, siyasette "İkinci Yeni" arayışını güçlendirmiş olabilir.
Bu arayışı, "İkinci Yeni" diye adlandırmam tesadüfî değil.
1950'den itibaren ortaya çıkan bu şiir akımına atıf yapışım sebebi, "İkinci Yenici"lerin de bir buhran ve bunalım ortamından doğarak yepyeni, farklı, beklenmedik bir dil yaratmaları. Ve Ece Ayhan'dan Sezai
Karakoç'a, Cemal Süreya'dan İlhan Berk'e, Turgut Uyar'dan Edip Cansever'e ve yakında kaybettiğimiz Ülkü Tamer'e, Türkiye'de edebiyat tarihinin birbirinden çok çok farklı şairlerini "yukarılara çıkartan" bir akımdan bahsediyoruz.
Türk tipi başkanlık sistemine geçiş sürecinin yarattığı buhran ve bunalım da, "Yeni Türkiye" derken, siyasette bir "İkinci Yeni" dönemi ruhu-özlemi-arayışı başlamasını tetiklemiş olabilir.
Bu buhranın, harekete dökülmesini, aksiyon kazanmasını sağlayan ise, gene "Türk tipi başkanlık tasarımcılarının" bir müdahalesi olmuşa benziyor: Apar topar geceyarısı yasalaştırılan "İttifak Yasası"ndan bahsediyorum.
"İttifak Yasası" adıyla bilinen, ‘Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" için, "OHÂL döneminde muhalefetin önünü açan yasal düzenlemedir" diyebiliriz.
Çünkü bu yasal düzenleme ile, seçim ittifakları mümkün kılınıp-kolaylaştırılmış ve muhalefete güç birliği yapma imkânı, (farkında olunmadan) iktidar tarafından sunulmuş oldu.
"Türk tipi başkanlığa" alan açmak için, siyaset arenasında "eskiye dair ne varsa" yıkılması da, devasa bir inşaat sahası gibi boş bir alan yaratmıştı.
Bomboş bir alan…
Her ne kadar "başkanlığın inşaat sahası," otomatikman varolan Cumhurbaşkanlığı veErdoğan liderliği tarafından kaplanıyor gibi gözükse de, geçişin henüz bitmediğini ve dönüşüm sürecinin tamamlanmadığını hatırda tutmak gerek.
Hâlâ dönüşüm bitmiş, Türk tipi başkanlık inşaatı temellerinden tüm siyaset sahasını kaplayacak biçimde yükselmiş değil. Tersine, eski yıkıldı ama yeni de inşa edilemedi.
O boşluk hâli olduğu için, bu kadar hızlı biçimde şartların değişebildiği bir dönemdeyiz: Düşünün ki, henüz bir ay önce, Kürtler Türkiye'de siyaset sahnesinden geri plana itilmiş gibi gözüküyodu. Bugün ise, kilit seçmen kitlesi hâline geldiler.
İttifak meselesinde, parti oylarını bakkal hesabı ile toplayınca ulaştığınız sonuca, seçmenlerin gerçek yöneliminde ulaşamıyorsunuz da-şu hesap tutuyor gibi gözüküyor:
Buhran çarpı baskı, artı dev boşluk, bölü "İttifak Yasası" eşittir değişim enerjisi ve tabii yeni siyasi aktörler, aktris(ler).
Kısacası, siyaset boşluk kabul etmez; boş alanı birileri dolduruverir.
İkinci Yeni'nin aktör ve aktris(ler)i
Başkanlık sistemine geçiş sürecinin yarattığı başlıca sonuç, "eski aktörlerin" siyaset sahnesinde giderek "kifayetsizleş(tiril)mesi." Şu an Meclis'te varlığını, siyasi bir rüzgâr olarak hissettirecek herhangi bir parti liderinden bahsedemeyiz. Bu etkiye (partisinin oy oranından bağımsız olarak) ulaşabilecek tek genç ve enerjik lider de hapiste.
24 Haziran'da alınan Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçim kararıyla beraber, siyaset sahasındaki dev boşluğun doldurulması fırsatı ortaya çıkıvermiş oldu: Ve zaten yeni aktörler (ve bir de aktris) siyaset sahnesinde, "eskinin bitişinden" oluşan boşluğu doldurmaya başladı.
Eğer ki, Cumhurbaşkanlığı seçimleri de, Meclis seçimleriyle beraber yapılmıyor olsaydı; gene bu hareketlenmenin yaşanması mümkün değildi.
Dünyada birçok yerde de öyle, ama Türkiye'de özellikle öyle: siyasette, lider figürü olmadan, o figürün sürükleyiciliği olmadan politikada yaprak kımıldamıyor.
Dolayısıyla, Cumhurbaşkanlığı seçimleri, birden (alfabetik sırayla) Meral Akşener, Muharrem İnce, Selahattin Demirtaş ve Temel Karamollaoğlu'nun da üzerilerine, siyaset sahnesinin başrolündeki lider figürleri olarak, spot ışıklarını yöneltiverdi.
Bu figürlerin dördü de, sahne ışıklarını üzerilerinde tutacak siyaset kumaşına sahip. Tek ihtiyaçları olan o ışıkları çekecek bir sahne idi: o sahneyi de, Cumhurbaşkanlığı seçimleri veriverdi.
Ve birden birbirinden farklı dört lider figürünün dört taraftan siyasi rüzgâr estirmesi, Meclis seçimlerine de hareket getirdi.
Hatırlayalım ki, bundan sadece 40 gün önce, politik ortam aynen şöyleydi: müthiş bunaltıcı, "esmeyen" bir hava, mozoleye dönmüş TBMM ve tek bir lider.
Şimdi ise, dört taraftan rüzgârın havayı ferahlatması dışında, milletvekilliği başvuruları ile Meclis'i adres gören, gösteren binlerce yeni aday var.
Ve tabii, İttifak Yasası'nın hareketlendirdiği, bir de Meclis denklemi söz konusu.
Meclis denklemi ötesinde ittifaklar, sayısal nitelikleri dışında da, önem taşıyor. Örneğin bu yazı yazılırken, Diyarbakır'da ilân edildiğini duyduğum "Kürdistani Seçim İttifakı"; Azadi Hareketi, PAK, PDK, PDK-T ve PSK'dan oluşuyormuş. Ne kadar çok seçmen, ne kadar farklı parti ve ittifak; ve tabii cumhurbaşkanı adayı için sandık başına giderse o kadar iyi.
"Tektipleşmenin", otoriterliğin, OHÂL günlerinde seçime gitmenin buhranının panzehiri ve "Türk tipi başkanlık sistemi" deneyinden herkesin sağ çıkabilmesinin garantisi, "çok" olmak, çoğalmak, farklılaşmak çünkü.
Ve daha "Yeni"nin de o kadar başındayız ki…
Dilediğine dikkat et; hakikaten gerçekleşebiliyor.