Hayat Hanım’ın iki yüzü
Romanın bir yüzünde özel hayatlarla kamusal hayat arasındaki gerginlik var, öteki yüzünde 15 Temmuz sonrası Türkiye’nin ruhu.
07.03.2022
Ahmet Altan'ın yeni romanı Hayat Hanım'ı iki şekilde okumak mümkün. Bir okuma romanın baş kahramanının birbirine neredeyse zıt özellikleri olan iki kadına birden duyduğu ve birini tercih zorunda bırakan aşk öyküsüne odaklanabilir; öteki ise bu öykünün çevresinde yaşanan toplumsal hayatın boğuculuğuna.
Romanın odağında büyük şehirdeki üniversitelerden birinde delicesine tutkulu olduğu edebiyat öğrenimi gören, taşra kökenli genç Fazıl var. Fazıl aşk yaşadığı iki kadın arasında açmaza düşer: Bir yanda kendisi gibi edebiyat tutkunu, kendisi gibi üniversite öğrencisi, çok zeki ve asil ruhlu bir genç kız olan Sıla. Öte yanda ondan yaşça hayli büyük, hayatında tek bir roman dahi okumamış ama "hayata karşı neşeli ve filozofça bir aldırmazlık içinde" duran, çok çekici bir kadın olan Hayat Hanım.
Romanın üç ana karakterinin her birinin ardında, onları büyük şehrin varoşlarında izlenen bir televizyon kanalının yeraltındaki stüdyosunda figüranlık yaparken birbirlerini bulmalarına yol açan birer çöküş öyküsü vardır. Taşrada çiftlik sahibi olan babası iflas edip bunun acısına dayanamayarak ölünce Fazıl üniversiteden kazandığı bursla, hemen hepsinin başlarından sıradışı olaylar geçmiş insanların buluştuğu bir handa kiraladığı odada kalıp kıt kanaat geçinirken tutkuyla sarıldığı edebiyat öğrenimini sürdürür. Sıla'nın babasının, hükümete komplo kurmak iddiasıyla tutuklanan ortağı yüzünden, bütün şirketlerine, bankadaki bütün paralarına el konulduğu gibi evinden çıkarılıp sokağa atılmıştır ve daha başına gelecekler vardır. Hayat Hanım'ın kimseyle paylaşmadığı gizemli geçmişi hakkında bilinen tek şey bir zamanlar bir mafya babasının yavuklusu olduğudur.
Her üç karakterin de olağanüstü ya da gerçeküstü yönleri, yetenekleri vardır. Fazıl'ın Batı edebiyatı ve felsefesine olan merakı öylesine derindir ki, adeta okumadığı önemli yazar kalmamıştır. Sırası geldikçe Proust, Murdoch, Kierkegaard, Nietzsche, Saramago, Dante, Shakespeare, Steinbeck, Adorno, Tolstoy, Yourcenar, Henry James, Brodsky, D.H. Lawrence ve daha birçoklarına gönderme yapar. Ünlü bir İtalyan şairinden dizeler söyleyebilir. Sıla "sır verir gibi derinden gelen, deniz diplerindeki gelgitleri andıran dış dünyaya kapalı sesi kadar, zekânın ele gelmez, anlatılmaz kokusu sözlerine sızan," Fazıl'ın "bir daha rastlayamayacağı kadar güzel" bir genç kızdır; edebiyata olan tutkusu da ondan geri kalmaz. "Hayata karşı neşeli bir aldırmazlık" içinde, orta yaşlı, son derece çekici bir kadın olan Hayat Hanım ise, hayatında tek bir roman bile okumamıştır ama televizyonda belgesel izlemeye olan derin merakı sayesinde azımsanmayacak bir bilgi birikimine sahiptir. O isteyecek olsaydı Fazıl onunla hemen evlenebilirdi.
Yakışıklı olduğu kadar bilgili olan Fazıl'ın hem beden hem de ruh bakımından birbirinden çekici iki kadın arasında gidip gelmeleri, baskıcı ve yoz bir yönetim altında ezilen bir toplumsal yaşamla kuşatılmıştır. Toplumun üzerine çöken karanlık, Fazıl'ın bir odasında yaşadığı hanı paylaştığı insanların başından geçenlere ve çevrede olup bitenlere yansır. Ülke pahalılık, işsizlik ve adaletsizliğe boğulmuştur… Toplumda iyilik tükenmiş, üzerine kötülük çökmüştür… İnsanlar kitapları terketmiş, gülmeyi unutmuştur… Eli sopalı, yarı sakallı adamlar, lokantalardan çıkan insanları kıstırıp "içki içemezsiniz" diyerek dövmektedir… Kimsenin işlerine karışamadığı, nefretle dolup taşan polisler uydurma suçlamalarla insanları evlerinden alıp götürürler… Hapishaneler işyerlerine el konulmuş iş adamlarıyla doludur… Rejimin saldığı korku yerin dört kat altına kadar işlemiştir… Fazıl'ın üniversitedeki büyük hayranlık duyduğu hocaları Nermin hanım ve Kaan bey, öğrencilerinin alınıp götürülmelerine direnince gözaltına alınırlar; ne zaman kurtulabilecekleri belli değildir… Fazıl "büyük yazarların ancak cesaretle yazanlar arasından çıktığını" onlardan öğrenmiştir.
Fazıl'ın kaldığı hanın sakinlerinin hemen hepsi sıradışı insanlardır. Şair lakaplı muhalif dergi yayıncısı, kendisini almaya gelen polislere teslim olmaktansa balkondan atlayıp ölmeyi yeğler. O ölünce işlerinin bir kısmını, riskleriyle birlikte Fazıl yüklenmek durumunda kalır… Eli sopalı sakallılar travesti Gülsüm'e yapmadıklarını bırakmaz… Eski bir Osmanlı ailesine mensup ama bütün servetini kaybetmiş olan Emir kendini, boşandığı İngiliz eşinden doğma küçük kızı Tavhide'yi korumaya adamıştır… Bu arada, babasının eski şoförü Yakup büyük müteahhit olmuş, gözüne Sıla'ya dikmiştir…
Romanın odağında Fazıl'ın tutulduğu, aralarında gidip geldiği iki kadın arasında kaldığı açmaz vardır. Sıla onu her şeyi bırakıp bu baskıcı boğucu ortamdan kaçıp kurtulmaya, birlikte Kanada'ya gitmeye iknaya çalışır. Hayat Hanım da gitmesini kuvvetle destekler; hattâ bunun için ortalıktan kaybolur. Fazıl ikna olmanın eşiğine kadar gelir fakat yapamaz, çünkü Hayat Hanım'dan vazgeçemez. "Her akşam, ne olursa olsun, hiç aksatmadan onun sokağına gidip pencerelerine" bakar; "Bir akşam orada kehribar renkli ışığı göreceğini" hayal ederek beklemeye devam eder. Hayat Hanım artık ülkenin gelmesini beklediği güzel günleri simgeler gibidir.
Hayat Hanım farklı okumalara açık bir roman. Benim okumama göre, romanın iki yüzü var. Bir yüzünde özel hayatlarla kamusal hayat arasındaki gerginlik anlatılmakta. Evet, toplumda ne denli büyük kötülükler yaşanıyor olursa olsun bir erkek iki kadına birden âşık olabilir; ikisine de duyduğu bağlılığın arasına sıkışıp kalabilir ve sonunda hiçbir bakımdan kendisine benzemeyeni tercih edebilir. Evet, bir erkek âşık olduğu kadının peşinden gitmeyi, baskıcı ve boğucu bir ortamda yaşamaktan kurtulmaya tercih de edebilir… Aşk, dışında kalan her şeyi önemsizleştirebilir… Öteki yüzünde ise roman 15 Temmuz sonrası Türkiye'nin ruhuna tanıklık etmekte.
Hayat Hanım herhangi bir ülkede insana ve günümüz Türkiyesi'ne dair söylemek istedikleri yanında, okuru bir oturuşta okuyup bitirmeye özendiren akıcı ve renkli üslubuyla da fevkalade dikkate değer bir roman.