Heykel mi heykeltraş mı?

Narmanlı Han’ın avlusuna Aliye Berger, B. Rahmi Eyüpoğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın heykellerinin yanına bir de kedi iliştirileceğini okudum

FİGEN A. ÇALIKUŞU

24.09.2017

 
14 – 17 Eylül tarihlerinde Contemporary İstanbul, sanatseverlere kapısını açtı.
Bu yılki etkinliğe 80 binden fazla sanatsever akın etti. İstanbul’un sahip olduğu sanat ortamında çeşitli galerilerde ve müzelerde yer alan sergiler ve 15. İstanbul Bienali ile birlikte bu rakam bir rekor kabul ediliyor. Fuarda toplam 55 milyon dolar değerinde eser satışa çıktı.
Heykel düşmanlığını bir kesim ata sporu hâline getirmişken, heykeltraşlardan adeta hiç söz etmeyen bir ülke olmanın garipliğini merak ederek, kendimce sorguladığım günlerde, Contemporary İstanbul haberleri can suyu gibi serpildi daralan yüreğime.
Bu sene bir ilk de yaşanmış; uluslararası sanatçıların ve sanatçılarımızın heykellerinden oluşan Beşinci Element Sergisi İstanbul'da bir park alanında gerçekleştirilmiş.
Neden beşinci element?
“Toprak, hava, su ve ateşten sonra beşinci ise heykelin kendisi.
Heykel dört elemanın bireşimidir. Heykel zihinsel olandır, bizde ve heykelcide yaşayandır, ether’dir.
Ama sadece madde değildir heykel. Madde ve ötesidir: o nedenle ether’dir.
Ve heykel insandır. Maddeye bakan, maddeyi arayan, maddeyi çözümleyen insan. Fakat o insan kendisine ve tarihe, heykele ve ötesine de bakıyor.
Beşinci element toprağa, havaya, suya, ateşe ve insana, çağlar ötesinden gelen ve madde ve zaman ötesine geçen, devam eden serüvenle bir yüzleşme: bir hesaplaşma!
Ve hepsinin ötesi: madde ve düş gücü!"
İçim ürperdi birden…
İnsanı alıp götüren beşinci elementin yüzleşme ve hesaplaşma serüvenine karşılık heykel düşmanlığı ile heykelleri kırarken kimlerle nasıl bir yüzleşme, nasıl bir hesaplaşma yaşandığını düşündüm.
Ciddiyetle izleyebildiysem en son olarak Eskişehir’de Atatürk Heykeline boya atılmıştı. Ondan hemen önce de Zonguldak’ta Ata’yı elinde çiçekle karşılayan kız çocuğuna bir saldırı oldu. Antalya’da da ormanlık alanda Kepez Belediyesi’ne ait depodan çalındığı söylenen Atatürk heykeli bulundu.
Atatürk heykellerine saldırı ile birlikte başka heykel haberlerine rastlar oldum.
Örneğin, Fatih Terim’in lokantasını bastığı kebapçı Selahattin Aydoğdu’nun “Türk futbolunun kaderini değiştiren adam” olarak heykelinin Alaçatı’da dükkânının önüne dikilmesi, Ertuğrul Özkök’ün yazısından Narmanlı Han’ın avlusuna Aliye Berger, Bedri Rahmi Eyüpoğlu ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın heykellerinin yanına bir de kedi iliştirileceğini okudum.
Sevindiğim ve şaşırdığım ise üç heykeli yapan heykeltıraşın adının da veriliyor olmasıydı. Heykelleri ve kediyi Mimar Sinan Üniversitesi’nden Neslihan Pala yapıyordu.
Heykeltraş Sonia Serpil’in adını da bir gazete haberinde görmek beni çok sevindirdi.
Sonia Serpil, 12. Contemporary İstanbul Sergisinde “başka dünyanın çocuklarının” heykellerini sergilediğini öğrenince daha da mutlu oldum.
Atatürk heykellerine saldırı ivmesine göz ucuyla bakayım derken iki heykeltıraşın, üstelik de kadın heykeltraşın adına rastlamam gerçekten sürpriz oldu.
Heykellere saldırılması olağan iken, heykeltraşların da yok sayılması konusunu kendi kişisel gündemime taşıyan aslında gösterime habersiz girip, gösterimden habersiz çıkan rüzgâr gibi gelip geçen Son Portre adlı film oldu.
Film zamanımızın en büyük heykeltraşlarından Alberto Giacometti’nin yaşamından bir kesinti anlatıyor.
Alberto Giacometti 20. yüzyılın en büyük heykeltraşlarından biri. İsviçreli.
Aynı zamanda ressam da ama heykeltraşlığı, ressamlığının birkaç adım, belki biraz daha fazlasıyla önünde.
Ancak ressamlığını da çok göz ardı etmemek gerek, geçenlerde İngiltere de eski bir antikacının dükkânında Giacometti’nin iki portre deseni bulundu.
Bu iki desen, Giacometti’nin Tate Modern’de açılacak olan retrospektif sergisinde 40 ilâ 60 bin pounda satılacak.
Biz filme, Giacometti’nin heykeltraşlığına dönelim.
Alberto Giacometti, bir zamanlar Amerikalı yazar James Lord’un portesini yapmış.
James Lord da portresini yaparken daha yakından tanıdığı, yaratım sancılarını, psikolojik gelgitlerini, kendine dönük iniş çıkışları, zaman zaman hezeyanlara varan hırçınlıklarını Son Portre adlı kitapta anlatmış.
Filmde Alberto Giacometti’yi aktör Geoffrey Rush, yazar James Lord’u da Armenie Hammer oynuyor.
Geoffrey Rush’un rolü ne kadar delişmen ise aktör Armenie Hammer’ınki de o kadar dingin, zor bir denge oluşmuş.
Filmde çok büyük sanatçının sert ruhî dalgalanmalarının hepsini görüyorsunuz.
Son Portre Giacometti’nin yaşamından ziyade, ruhsal barometresini odak alan bir kesiti anlatıyor. Portre tamamlanınca da film bitiyor.
Giacometti’nin en popüler heykelleri arasında ise hayvan heykelleri var. Giacometti’nin kedi heykelleri, Giacometti’nin köpek heykelleri; yazar James Lord’u canlandıran aktör Armie Hammer bu heykellerdeki “duygu ve duygusallığa” vurulduğundan dem vuruyor.
Heykeltraş, ressam, ölümsüz Giacometti’nin 1960’lardaki son dönemine odaklanan bir kitaptan, 2017 yılında bir film ve Londra’da resimlerinin çok geniş bir kesimini kapsayan koca bir sergi.
Oralarda heykeltraşlar önde, bizde ise kırılan heykeller.
“İçine tükürürüm” böyle sanatın yaklaşımı ile “ucube” tanımlanması arasında sıkışıp kalmış bir ülkenin birkaç kelâm olsun heykeltıraşlarından söz etmesi pek mümkün değil.
Zaten tarihsel olarak da öyle bir birikimi besleyerek büyütmemişiz. Hayıflanmanın, yakınmanın, dövünmenin gereği de yok, anlamı da.
Mırıldanmamın nedenini, Giacometti’nin Son Portre filmindeki huysuzluğundan kaynaklanıyor olabilir. Heykeltıraşlarıyla yaşayanlara bir anlık öykündüm işte, olup biten sadece bu.