İdlib: katliam yerine “böl ve erit” söker mi?
Suriye El-Kaide’si biri Suriye’de iktidara gözünü dikmiş, öbürü uzun süreli gerilla savaşına hazırlanan iki gruba ayrılıyor
04.11.2017
Suriye’nin cihatçı hakimiyetindeki İdlib vilayetinde olacaklar, pek çok şeyi birden şekillendirecek. Başta, Suriye’de yakın gelecekte nasıl bir ortamın hüküm süreceği geliyor. İdlib meselesinin en yakından ilgilendirdiği öbür ülke, Türkiye. Yalnız Ankara-Şam ilişkileri değil, cihatçı örgütler açısından Türkiye’nin konumu, Türkiye’nin Ortadoğu’daki konumu da, Ankara-Moskova ilişkileri de sözkonusu gelişmelerden etkilenecek. Bu yüzden dönüp dolaşıp İdlib mevzuu üzerinde duruyoruz.
Fakat bizde İdlib konu edilirken üzerinde durulanlar daha çok, kuzeydeki Kürt kantonu Efrin’in kuşatılması, Efrin’deki YPG varlığına yönelik olarak Ankara’dan savrulan tehditler, “bir gece ansızın gelebiliriz”ler. Arasıra da, eğer Rusya ve Suriye ordusu burada bir süpürme-imha harekâtına girişirse doğabilecek yeni göç dalgasından sözediliyor.
İşin Türkiye’yi ve dünyayı fazlasıyla ilgilendiren bir boyutu, İdlib’in şu anda fiilen El-Kaide hamuruyla yoğrulmuş cihatçıların elinde oluşu, yakın geleceğe muhtemel etkileriyle birlikte, hak ettiği genişlikte ele alınmıyor. Birazdan sözü buraya getireceğim.
Yakın zamanda neler oldu, bunları bir hatırlayalım. Türkiye ve İran, Rusya’nın çizdiği rota üzerinde anlaştı, Suriye’nin de razı edilmesiyle, İdlib’in bir “çatışmasızlık bölgesi” haline getirilmesi kararlaştırıldı. Türk ordusu, sınırlı kuvvetle Suriye topraklarına girerek, İdlib’in Efrin’le sınırına nâzır birkaç kontrol noktası oluşturdu, “gözetleme amaçlı” üs inşaatlarına girişti. Bunu yaparken, İdlib’in büyük bölümüne hakim olan, El-Nusra çekirdekli Heyet Tahrir el-Şam’la görüşmeler yürüttü, anlaştı, TSK öncü heyetleri, konvoyları, Heyet Tahrir el-Şam örgütü gözetiminde hareket ediyor.
Çünkü vilayeti HTŞ yönetiyor. Birazdan bundan da sözedeceğiz.
Ben de dahil birçok gazeteci-gözlemci, İdlib’de bir çatışmasızlık bölgesi oluşturulmasının geçici, eğreti bir uğrak olduğunu ileri sürdük, Suriye ordusunun -ve tabiî Rusya’nın- burayı er ya da geç temizlemek isteyeceğine işaret ettik. Ancak şimdilik görünen o ki, böyle bir temizleme-süpürme harekâtına girişilmiyor, cihatçıların yönettiği vilayette Türkiye’nin yürüteceği faaliyetin meyvelerini vermesi bekleniyor. Moskova’dan gelen, “Türkiye’nin İdlib’de üzerine düşeni yapacağını umuyoruz,” açıklamaları, vaktin ve sabrın sonsuz olmadığına işaret. Öte yandan, içsavaş koşulları elverdiği ölçüde gerekli bekleme süresinin tanınacağı anlaşılıyor.
Rusya ve Suriye neden bekliyor, ne bekliyor?
Öyle anlaşılıyor ki, Rusya İdlib’i topyekûn “kazıma” işleminin Doğu Halep’e de benzemeyeceğini, çok yaygın dehşet ve büyük katliamlar gerektireceğini öngörerek, hem kendi durakladı hem Şam’ın elini tutuyor. Gerçi şu ana kadar Esad yönetiminin İdlib’i temizleme harekâtına kalkışmaya yetecek kuvveti oraya kaydırması imkânsızdı, ama giderek bu imkâna kavuşuyor. Bu yüzden, Rusya’nın şimdi izah edeceğim politikayı yürütebilmek için Esad’ın elini sahiden tutması gerekiyor.
İdlib’de plan, şu an için anca taş üstünde taş bırakmayarak yıkılabilir gözüken cihatçı egemenliğinin altını oymak, içini kemirmek, HTŞ içindeki El-Kaide çekirdeğini açığa düşürmek, İdlib cihatçılarının çoğunluğunu masaya oturup rejimle görüşecek kıvama getirmek. Çekirdek El-Kaide’ciler dışında kalan HTŞ’cilerin Türkiye’nin “sözünü dinleyen” Ahrar el-Şam ve müttefiki örgütlerin şemsiyesi altında toplanabileceği, çekirdekten kopacakların pasifize edilebileceği umuluyor.
Elbette bunların, kendisine karşı ayaklandıkları Beşar Esad ve mevcut yönetimin elemanlarının bir şekilde içinde bulunduğu herhangi bir “çözüm”e ikna edilip edilmeyecekleri, örgüt liderleri ikna edilse bile tabandaki binlerce silahlı cihatçının bunca kan döküldükten sonra böyle bir uzlaşmaya razı olup olmayacağı, razı edilmeleri için gereken teşvik veya tehdidin boyutları… ayrıca Türkiye’nin bu büyük işin altından kalkıp kalkamayacağı -çünkü bizzat “sözünü dinleyen” cihatçılar dahil herkes, Ankara’nın asıl hedefinin YPG-YPJ ve Kürtler olduğunu biliyor ve açıkça telaffuz ediyor-, hayatî sorular.
Biz şimdilik, öbür tarafa, El-Kaide uzantıları tarafına bakalım.
Nusra’dan HTŞ’ye: Merkezkaç seyahat
El-Kaide’nin Suriye kolu El-Nusra, Irak El-Kaide’sinin (Irak İslâm Devleti) Suriye’ye yolladığı Ebu Muhammed el-Colani önderliğinde sahneye çıkmış, kısa süre sonra Irak’taki hiyerarşiden bağımsız davranmaya başlamıştı. Irak İslâm Devleti lideri el-Bağdadi, Suriye’deki kolun bağımsız örgüt olmadığını, bundan böyle Irak ve Şam İslâm Devleti (meşhur adıyla IŞİD) olarak adlandırılacak örgütün parçası olduğunu duyurduğunda Colani onu dinlememiş, Bağdadi’nin artık üst otorite olarak tanımadığı El-Kaide merkezine ve lider Eymen el-Zevahiri’ye bağlılığını ilan etmişti.
El-Nusra, Batılı hedefleri vurma amaçları güden bir uluslararası cihat örgütünün, eli kolu dünyanın çeşitli yerlerine uzanan yerel birimi gibi davranmaktan çok, Suriye silahlı muhalefetinin aslî unsuru olmaya çalıştı. Yer yer bunu başardı. 2016 yazında, âdetâ kendini çekirdek olarak içine sakladığı bir tür şemsiye örgüt sayılabilecek olan Şam’ın Fethi Cephesi’ni oluşturdu. ŞFC, El-Kaide ile organik bağını kopardığını ilan etti. Bu operasyonun başlıca hedeflerinden ilki, Suriye silahlı muhalefetine yardıma hazır, ama El-Kaide uzantısı bir örgüte alenen yardım yapamayacak olan dış güçlere münasip kanal açmaktı. Öteki de, uluslararası örgütün uzantısı kimliğinin uyandırdığı şüphe ve endişeleri silmek, bunların yerine Suriyeli kimliğini öne çıkararak, siyasî hegemonya mücadelesinde avantaj ve ağırlık kazanmaktı.
ŞFC atılımı kimseyi ikna etmedi. Herkes ŞFC’ye bakınca Nusra, ona bakınca da El-Kaide görmeye devam etti. Bizzat ŞFC elemanları bile duvar sloganlarına Nusra imzası atmayı sürdürdüler.
Bu sevimli alışkanlık, 2017 başında, ŞFC yerini daha geniş bir şemsiye örgüte, Heyet Tahrir el-Şam’a bıraktığında da devam etti. Hele HTŞ, -şimdi anlaşılıyor ki, yaklaşan gelişmeleri de öngörerek- İdlib’de kendisi dışındaki silahlı muhalif güç odaklarının üzerine gittiğinde, rakip örgütleri yok etmeye, içinde eritmeye veya hakim oldukları alanlardan sürmeye, elemanlarını esir almaya, silah depolarını boşaltmaya giriştiğinde, başka herkes onlardan tereddütsüz “Nusra” diye sözediyordu.
Bundan da, haliyle, El-Kaide anlaşılıyordu.
Gözden kaçırdıklarımız
Bu devamlılığa işaret etme yönündeki haklı kaygımız, geri planda yaşanan gerilimleri ve kopmaları göremememize, tanık olduğumuz yerdeyse hafifsememize yolaçtı. Oysa şimdi tesbit edebiliyoruz ki, HTŞ aşamasıyla birlikte, Colani başta, Nusra’nın kafa adamları, tıpkı vaktiyle Bağdadi’nin yaptığı gibi, El-Kaide merkeziyle bağlarını koparmışlar, kendi yollarını çizmeye yönelmişler, merkeze sadık elemanların onlara yönelik sert eleştirileri gayet ciddîymiş. Colani’nin, kendini sık sık Che Guevara’yla kıyasladığı, Suriye başbakanı olmasına yetecek kadar halk desteğini arkasına toplayabileceğine inandığı söyleniyor. Bu hülyaların peşine takılmış bir yerel lideri iktidar hayalinin uzaklarda belli belirsiz seçilebildiği “uzun süreli gerilla savaşı” stratejisine ikna etmek herhalde ne El-Kaide merkezinin ne başkasının becerebileceği iş.
Dolayısıyla, bunca badireden sonra, üstelik mecburen çıkardığı El-Kaide etiketinin izleri üzerinde dururken kendini Rusya nezdinde bile muhatap saydırmayı başarmış yerel örgüt lideri, tabanını yeniden yoğurma ve bir kısmını kaybetme pahasına, masalı, sandalyeli, salonlu bir âleme geçmeyi umabilir, buradan bir ikbal yolu açabileceğini düşünebilir. Rus uçaklarının bombardımanı altında, Suriye ordusunun şüphesiz büyük hırsla girişeceği temizlik harekâtının hedefi olmaya göre daha tercih edilir bir seçenek.
Peki gerçekçi mi? Değil. O halde Suriye El-Kaide’sinin sahneden çekilmesi beklenebilir mi? Hayır. Çekilse bile “ehlîleştirileceği” varsayılanların kavgasız gürültüsüz muhtemel siyasî sürece uyarlanması ne kadar mümkün? El-Kaide ideolojisi içinde yoğrulmuş savaşçılar, silahlarını teslim edip, kendilerini ilk fırsatta topyekûn imhaya hevesli bir rejimin sıradan yurttaşları olarak yaşamayı kabul edecekler midir? Suriye’de El-Kaide’nin kafa adamları -sık sık kuvveden fiile çıkan suikast riskine rağmen- dolaşıyor. Azımsanmayacak kadar destekçileri, militanları, hakim oldukları bölgeler var. Bunlara sırt çevirdi diye Colani’nin siyasî kulvara sıçramasına kimse izin vermeyecektir. O veya başka namlı “ex”-El-Kaide’ciler, ayrıldık ettik deseler bile, “düz ova”ya doğru yola çıkmaya kalktıklarında henüz ilk kilometrelerde tepelerine silahlı İHA’lar üşüşecektir.
Moskova’nın Ankara’ya çizdiği İdlib perspektifiyle bunların bağını kuralım. Hedef El-Kaide’yi bölmek. Ve Suriye El-Kaide’si kendiliğinden zaten bölünüyor. Ancak, biri Suriye’de iktidara gözünü dikmiş, öbürü uzun süreli gerilla savaşına hazırlanan iki gruba ayrılıyor. İlkinin dahi görüşmeli, uzlaşmalı bir sürece sokulması neredeyse imkânsız.
Daha önemlisiyse şu: Heyet Tahrir el-Şam’cılar İdlib’i fiilen yönetiyor. Çoğu yeri derme çatma olsa da “Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü”ne kadar kurulmuş, yerel yönetim, muhtar tayin eden bir idare var. Elektrikten suya, un nakliyatından gayrimenkul ipotek ve haciz işlemlerine, dükkân önüne araç park edilip edilmeyeceğinden, internet sözleşmelerinin kim tarafından nasıl yapılacağına, antika eşya ve müzelerle ilgili düzenlemelere, “resmî” birimlerce hangi yayınların dağıtılacağından kimyasal tarım ilacı kullanımına… her şeyde söz sahibi. Bu yetkiler, otorite, ofisler, binalar, araçlar, imkânlar ve tabiî savaşçıların denetlediği kontrol noktaları, kısa süre sonra, Türk ordusunun ve istihbarat elemanlarının kuracağı ilişkiler, yönlendireceği gruplar vs. aracılığıyla bunların elinden alınmaya kalkıldığında ne olacak?
Belki şöyle cevap veren çıkar: Bâb el-Heva sınır kapısında olduğu üzre, “Sivil idareye” devredilecek. O zaman şunları hatırlamalıyız: “İslâm Devleti”nin (DAİŞ-IŞİD) kamu hizmetlerinden sorumlu üst biriminin adı, “Hizmetler Divanı”ydı. İdlib’de Nusra’nınki, “Kamu Hizmetleri İdaresi”ydi (“Hizmetler için Kamu İdaresi” diye çevirmek de mümkün). Nusra El-Kaide merkeziyle bağını kopartıp Heyet Tahrir el-Şam’ın içine saklanınca “Sivil Hizmetler İdaresi” (“Hizmetler için Sivil İdare”) oldu.