İkinci Turdan Sonra: Bir Yüzde Elli Var Bu Ülkede…
Ülkenin içinde bulunduğu ağır ekonomik kriz ve iktidarda yaşanan tıkanma, Erdoğan’a yönetim aracı olarak sadece baskı, sertlik ve tehdidi bırakıyor.
30.05.2023
Türkiye halklarının dertlerinin, beş yılda bir hatırlandığı seçim süreçlerinden biri daha sona erdi. 14 Mayıs’ta yapılan ilk tur seçimlerinden sonra “Türkiye tam ortadan ikiye ayrıldı” demiştik ve bu tablo, ikinci turda da değişmedi.
Evet, Cumhur İttifakı adayı Erdoğan, yüzde 52 oy oranıyla seçimi kazandı, lakin Millet İttifakı’nın adayı Kılıçdaroğlu da, Yeşil Sol Parti’nin desteğiyle yüzde 48 oy alarak, aradaki farkı açtırmadı ve Erdoğan’a kolay bir zafer tattırmadı.
Yenilginin nedenleri için çok şey söylenebilir fakat baştan belirtelim; “Koşullar adaletsizdi, iftiralar atıldı, hileler yapıldı…” gibi nedenlerin çok da geçerliliği yok. Zira Erdoğan iktidarıyla ilk defa yarışa girilmiyor ve seçime gidilmiyor. Bunlar her zaman vardı. Biz de yaşanan baskılarla haksızlıkları meşrulaştırmak için değil, dayatılan hukuksuzluğa karşı mücadelede muhalefetin yaşadığı eksiklikleri ve yetersizliği belirtmek için hatırlatıyoruz.
Öte yandan Türkiye tarihi yine şaşmadı. İslami nitelikleriyle sağcı partilerin sandıktan hep önde çıkmasının, Adnan Menderes, Turgut Özal ve Süleyman Demirel’de olduğu gibi, bir örneğini daha yaşadık.
Tam da şimdi yenilgi psikolojisine girmek yanlış olur çünkü ülkenin yarısı da, Erdoğan’ı ve Cumhur İttifakı’nı artık istemediğini, hem ilk hem de ikinci turda net olarak gösterdi. Bu irade, demokrasi, değişim, barış ve adalet iradesidir, ısrarıdır. Artık tüm muhalif ittifak ve partilere düşen de, halkların her şeye rağmen vazgeçmediği bu iradeyi ve ısrarı iyi değerlendirmek, kaybetmeyerek büyütmeye çalışmaktır.
İkinci turdan kısa kısa
İkinci tur seçimlerine genel olarak bakarsak:
—Seçimlere katılım oranı, ilk tura göre düşüktü evet, fakat bu oran yüzde 2 seviyesinde kaldı ki bu tür bir düşüş, ikinci tur için zaten bekleniyordu. Seçim ikinci tura kaldığında, seçmende bir dağılma, gevşeme veya bıkkınlık hâlinin yaşanacağını, hem iktidar hem de muhalefet öngörmekteydi.
—Kürt seçmenin katılımında yaşanan düşüş ise hem bu açıdan hem de Millet İttifakı’nın son düzlükte Ümit Özdağ’la yakınlaşmasının etkisi olarak değerlendirilebilir.
—Kürt seçmenin oylarının rengi değişmedi. Kürtler iradelerini yine barış ve demokrasiden yana kullandılar. Net olarak söyleyebiliriz ki Kürtler, Türkiye’nin geleceğini ve demokratikleşmesini, ortalama bir Türk seçmenden daha fazla önemsediklerini ve ülkeyi sahiplendiklerini, altını çizerek ortaya koydular. Gerisi de artık bu durumun kıymetini bilmesi gereken muhalif partilere kaldı.
—Herkes şunu kabul ediyordur ki; Türk’üyle, Kürt’üyle tüm kimliklerden muhalif seçmen, umutsuzluğunu, karamsarlığını ve çaresizliğini içine gömerek elinden geleni yaptı. Seçimin kazananı Erdoğan’ın seçmeni değil, her gün yeni bir manipülasyonla, tehditle, azarla, iftirayla karşılaşmasına rağmen iradesinden, reform talebinden vazgeçmeyen muhalif seçmenin tamamıdır. Bunu da bir kenara not edelim.
—İlk turda da gördüğümüz gibi aynı illerde, birkaç oynamayla beraber, benzer sonuçlar ortaya çıktı.
—Sinan Oğan’ın ilk turda aldığı yüzde 5 oyun ise hiç de Oğan’ın şahsi oyu olmadığı, net olarak anlaşıldı ve bu yüzde 5’lik dilim, Erdoğan’la Kılıçdaroğlu arasında neredeyse eşit olarak paylaşıldı.
—Yurtdışı oyları, yine Erdoğan’ın yanındaydı. İlk tura göre küçük bir artışla ikinci turda da iktidarı destekledi yurtdışındaki seçmen. Seçim süreci sona erdiğine göre artık rahatlıkla söyleyebiliriz ki; bu seçmenlerin ekonomik sorunlardan, fakirlikten, tehdit altında yaşamaktan muaf olarak ve ülkeye dönmeyi düşünmeden hayatlarını sürdürürken kullandığı oyların rengini, ülkedeki seçmenin sonuna kadar eleştirme hakkı vardır.
—Deprem bölgesinde Erdoğan’ın, ilk turdan sonra yapılan yanlış sosyal medya paylaşımlarının faturasını, itinayla muhalefet partilerine çıkarması sonucu, Kılıçdaroğlu’nun oyları artmadı, hatta oyların düştüğü iller de oldu.
—İlk tur değerlendirmesinde ittifaklar ve partiler için yazdıklarımı tekrarlamayacağım. Gelinen noktada zaten her ittifak ve parti eksiklerini, hatalarını mutlaka ama mutlaka değerlendirerek önümüzdeki yeni ve sert süreç için hazırlıklı olmaya başlamalı diyebiliriz sadece.
—Beklenen soruyu unutmayalım: Kılıçdaroğlu aday olmasaydı muhalefet kazanır mıydı? Bence hayır zira CHP’nin büyükşehir belediyelerini kazandığı illerdeki sonuçlara bakarsak, aday Kılıçdaroğlu olduğunda da ortaya farklı rakamlar çıkmadı. İmamoğlu veya Yavaş’ın adaylığı kazandıracak olsaydı, seçim çalışması yaptıkları Karadeniz ve İç Anadolu’da bugün de bir fark görebilirdik. Ama göremedik.
—Nihayetinde hepimiz için çok zorlu ve yorucu geçen bir seçim süreci daha bitti ve ülkenin yarısını Erdoğan, yarısını da muhalefet kazandı. Bu da böyle biline.
—Erdoğan’ın balkon konuşması sonrasında, Hüda-Par başkanıyla otuz iki dişiyle sırıtan Sinan Oğan’ın yan yana gelmesi ve salt kişisel ikbal hesapları nedeniyle ilk turda aday olduğu bir kez daha ispatlanan Oğan’ın düştüğü durum ise utandırıcı ve akıllara ziyandı.
Balkondan tehdit yağdı
Balkon konuşması demişken; her seçim sonrası olduğu gibi 28 Mayıs seçimleri sonrasında da yeni sürecin işaretlerini veren -aslında bir değil iki- balkon konuşması dinledik.
Erdoğan İstanbul’da yaptığı konuşmada kullandığı kutuplaştırıcı ve sert üslubu, Ankara’daki balkonda da dozu arttırarak sürdürdü.
Cumhur İttifakı’nı ve kendisini zorlayan seçim sürecinden hiç de hoşnut kalmadığını, Kılıçdaroğlu’na gösterdiği tavır ve HDP’yi hedef alan dilinden gayet iyi anladık.
Öte yandan ülkenin içinde bulunduğu ağır ekonomik kriz ve iktidarda yaşanan tıkanma, Erdoğan’ın elinde tek yönetim aracı olarak; baskı, sertlik, muhalifine saldırı ve daha çok tehditle sindirmeyi bırakıyordu zaten. Bu nedenle balkon konuşması şaşırtmadı.
Beştepe balkonunda, seçim süreci geride kaldı, kime oy vermiş olursa olsun herkes kazandı, dedikten hemen sonra; montaj Kandil videosunu yine ve yeniden gerçekmiş gibi anlatması, HDP’yi ve Selahattin Demirtaş’ı terörist olarak niteleyerek hedef göstermesi, taraftarların “idam” sloganları atmasına sessiz kalması, seçim sürecinde Kılıçdaroğlu’na karşı kullandığı aşağılayıcı ve rencide edici üslubu sürdürmesi, çok net mesajlardı. Erdoğan; “Ben seçimi kazandım ama bana yaşattığınız zorluklar ve karşımda durduğunuz için bedel ödeteceğim” diyordu kısaca.
Elbette muhalefet partileri ve muhalif seçmen, bu saldırgan mesajlarla ilk defa karşılaşmıyor. Yine de yaşananlar, insanların şiddete, idama, saldırganlığa, intikama bu kadar kolay angaje olabilmesi, her zamanki gibi can acıtmıyor da değil.
Her şeye ve hepsine rağmen, ama dağınık, ama umutsuz, ama üzgün, bir yüzde 50 var bu ülkede ve bu yüzde 50, Türkiye’nin umududur.
Sokaklarda kutlama adı altında silahlar patlarken de, balkonların önünde “idam” diye sloganlar atılırken de, yoksulluk içinde kıvranırken de, çeşitli bedeller öderken de barış, demokrasi ve adalet demekten vazgeçmeyecek bu yüzde 50. Tabii bu sayıyı büyütmenin yolu, en büyük muhalefet partisi CHP’nin ittifaklarına adil ve hakkaniyetli yaklaşımından da geçiyor. Bölünmek değil, birleşmek gerek şimdi.
Kürtlerle solcular, demokrasi ve adalet dışında hiçbir ikbal, çıkar beklentisi olmadan, pazarlıksızca Kılıçdaroğlu’nun vadettiklerini destekledi. Sağdan gelen pazarlıklı desteklerin aksine Kılıçdaroğlu’nun oylarını artıran kesimler, tam da onlardı.
Hâl böyleyken elbette artık CHP, şu anda büyük risk altında olan, hedef gösterilen Kürt ve solcu seçmenin, partilerin, yapıların yanında durmalı. Kılıçdaroğlu kazanamasa da; demokrasi, adalet ve barış vaatlerinde samimi olduğunu göstererek önümüzdeki sert süreçte, vekil dağıttığı yapıların yanı sıra, bu kesimlere de destek olmalı, sözlerini unutmamalı.
Bir kez daha tekrarlayalım o zaman, evet elimizden geleni yaptık. Şimdi de kaldığımız yerden demokrasi ve barış mücadelesine devam edeceğiz. Unutmayalım: Bir yüzde 50 var bu ülkede ve bu yüzde 50, Türkiye’nin umududur.
—–
Kapak Görseli: Reuters