İkiyüzlüyken Çok Çirkinsin Türkiye!
Gazzeliler ölüyor, Türkiye yolsuzluktan kokuyor, temiz eller operasyonu şart ama heyhat, bizim tek sorunumuz; Manifest ve Merve Göntem. Ne diyelim; herkese Gazze’ye destek oluyorum pozlarında, ikiyüzlü duyarlılık şovlarında, pasifliğini gizlemeye çalışan atarlı kürsü performanslarında, cep doldurmada ve suni sorun üretimi çalışmalarında başarılar

18.09.2025
İsrail, Gazze’ye kara harekâtı başlattığını açıkladı ve kimseden ses seda çıkmadı. Zaten ölüyordu Gazzeliler, bombalarla, açlıkla. Gazzelilerin ölümü normalleşmişti de dünya açısından, onlar kara kafalıydı ve gündeme gelmeleri için, on binlerce kez ölmeleri gerekirdi.
Öncesinde de dizi izler, bilgisayar oyunu oynar gibi takip ediyordu herkes Filistin’in acılarını, İsrail’in ABD destekli Gazze soykırımını. Sonra sosyal medyada paylaşılan gerçek görüntüler, parçalanmış çocuk bedenleri, yanmış insan cesetleri, açlığın bedenlenmiş halleri, empati yoksunu simülasyon temsillerin dördüncü duvarını az da olsa yıkabildi.
Gazze’deki soykırım; ABD’nin 2. dünya savaşı sonrası sosyalizm tehdidine karşı oluşturduğu bir kurum olarak, belirlenmiş sınırlarının dışına çıkamayacağını her geçen gün bir kez daha ispatlayan Birleşmiş Milletler tarafından dahi kabul edilir hale geldi.
Bakın; on binlerce ölümün ve Gazze’deki vahşetin, sosyal medya aracılığıyla dolaşıma sokulması sonucu ancak, soykırım kabul edildi. Çünkü artık herkes görüyor ve yaşananların adına soykırım diyordu.
İnsanın insanlıktan çıktığı bu rezil tabloyu, 90’larda yaşanan Bosna savaşında da gördük biz. Savaşın başında dünya televizyonları Bosna’dan canlı yayın yaparken, tüm dünyadan yardım isteyen Bosnalılar, yardım edileceğine gerçekten inanıyorlardı. Fakat Sırpların katliamları, seri tecavüzleri ve soykırım o derece sterilize edilip sunuldu ki kamuoyuna, neredeyse çekirdek çitleyerek izledi yaşananları insanlar ve kimse gerçek acıların farkına varamadı.
Dünya devletleri ise her zamanki gibi sadece çıkarlarının peşindeydi. Kime neydi ki vahşete uğrayan, katledilen insanlardan.
Yıllar geçti ve Bosnalılar artık onlara doğrultulan kameralara konuşmamaya, hatta yüzlerini çevirmeye başladılar. Çok iyi anlamışlardı ki tek başlarınalardı, yalnızlardı; yaşarken de, acı çekerken de, ölürken de.
Gazze’nin acısı, tüketimin nesnesi
Gazze’deki soykırım görünür hale gelince bu defa sistem, onu hızlıca tüketim nesnesi haline getirdi ve çarklarına angaje etti. Madem ortada bir soykırım vardı, öyleyse artık ona karşı çıkmak bir prestijdi. Şaşaalı şovlarda, ödül törenlerinde, kırmızı halılarda Filistin bayrağı açmak ya da Filistin bayrağının renklerini orada burada sergilemek, moda haline geliverdi. Aynı Andy Warhol’un Marilyn Monroe konserve kutuları ya da Che baskılı kül tablaları gibi şimdi de Gazze’deki soykırım, bir tüketim nesnesi.
Formül şu: Kim ondan bahsederse prestij kazanacak lakin onun için elle tutulur hiçbir şey yapmayacak. Sanki soykırımın failleri belli değilmiş gibi boşluğa konuşulacak, tepki gösterilmeyecek, aynı dünya liderleri gibi performatif ve monoton bir nakarat sürdürülecek. Filistin bayrakları, rozet, çiçek veya kıyafet haline getirilerek pazarlanacak ama Gazzelilere hiç kimse yardım etmeyecek. Soykırımı engellemek için kimse elini taşın altına koymayacak. Onlar ölürken sadece ekranlarda, Gazze’de soykırım var, denilerek pozlar verilecek.
İşte bu kadar mide bulandırıcı bir dünyada yaşıyoruz. Aynı Bosnalılar gibi kaderlerine terk edilmişler, yaşarken de, ölürken de yalnızlar Gazzeliler. Artık parçalanmış çocuk videolarına, yanmış insan bedenlerine de alıştırıldı kamuoyu. Herkes bu görüntülere normalmiş gibi bakıp geçiyor ve çok daha fazlası talep ediliyor tepki göstermek için. Eşik git gide yükseliyor.
Ve gerçek, kendini yine ve yeniden daha çıplak göstermeye başlıyor: Bu dünyada ezilen halkların birbirinden başka ne dostu var ne de destekleyeni.
Türkiye farklı mı?
İsrail kuduz gibi saldırılarına devam edip psikolojik üstünlüğünü her alanda kurarken, Türkiye’de yetkili ağızlardan yükselen seslere bir bakalım:
“Filistin’in yanındayız ama provokasyona da gelmeyiz. Kışkırtmalara karnımız tok, diplomasi nezaket gerektirir…”
Evet diplomasi ve nezaket, karşılıklı olduğunda çok değerlidir. Lakin karşındaki sana sürekli tokat atıyor, her gün hakaret ediyorsa senin nazik davranman, özünde nezaket değil, pasifliktir.
Peki provokasyon nedir? Kışkırtıcılık suretiyle yapmak istemediğin eylemlere sürüklenmen, diyebiliriz kısaca. Oysa İsrail’in amacı her daim, karşısındakini psikolojik anlamda sindirerek onu eylemsizliğe, tepkisizliğe sürüklemek, bunu sağladığında da istediği gibi at oynatmaktır. Dolayısıyla İsrail’in, seni hedef aldığında veya hakaret ettiğinde ya da dünyanın gözü önünde uluorta saldırdığında, herhangi bir karşılık görmemesi, zaten istediği bir sonuçtur. İran-İsrail savaşı sırasında da bunları gördük.
Tabii eğer sözlü veya fiili, hakkınca karşılık vermeye ne niyetin ne de mecalin varsa her saldırıyı geçiştirebilirsin. Lakin maruz bırakıldıklarına, provokasyon diyemezsin.
Bakıyoruz; Türkiye için de Gazzelilerin acısı bir tüketim nesnesi, iç politika argümanı ve prestij meselesi haline gelmiş sadece. Açık konuşalım; Türkiye dahil kimsenin ne İsrail’e karşı çıkmak ve set olmak ne de Gazzelileri kurtarmak gibi bir derdi var ki buna her gün şahit oluyoruz.
Dolayısıyla ne kendinizi kandırın ne de halkları. Gazzeliler kimsenin umurunda değil. Onlar yalnızlar, kimsesizler ve ölüyorlar ama yine de direniyorlar. Bunu da sadece kendi iç dinamikleriyle yapıyorlar, sizin sahte rozetleriniz, broşlarınız, bilmem ne ligi toplantılarınızdaki ezbere performanslarınız ya da kürsü metinleriniz sayesinde değil. Kendi öz güçleriyle, kendi iradeleriyle İsrail’e direniyor ve ölüyorlar.
Bu rezil ve kokuşmuş dünyada, ikiyüzlü empati şovlarına maruz kalarak yaşamaktansa belki de en doğrusunu yapıyorlar, direnerek ölüyorlar.
Suriye’de sorun çözülmedi
Barış süreci, Türkiye’nin demokratikleşmesi için bir fırsat, bir umuttur, henüz yeşermese de. Fakat işler hiç de yolunda gitmiyor. Defalarca yazdım, tekrarlıyorum: Suriye’de bir anlaşma olmazsa Türkiye’de doğru düzgün bir barış örgütlenemez.
Suriye’de İsrail, ortalığı mikser gibi karıştırmaya devam ettikçe ve Türkiye İsrail’e, “provokasyona gelmemek” adına tek bir yanıt dahi vermedikçe, Suriye’de zaten işler –Türkiye’nin istediği şekilde– yoluna girmeyecek.
Hal böyleyken inadın alemi yok. Ortak müşterekler çerçevesinde bir an önce taraflar anlaşma imzalamalı. Sürekli sürüncemede bırakılan bir sorun ve uzadıkça uzayan anlaşmazlıklar, bir noktada patlamalara yol açacaktır ve bu noktaya gelinirse anlaşma zemini de ortadan kalkabilir.
Direkt Türkiye’ye yönelik söylüyorum, önce sorunu doğru tespit etmelisiniz. Bilmelisiniz ki ABD sizin dostunuz ya da bir taneniz değil. En az sizin kadar İsrail’e ve SDG’ye de sahip çıkıyor. Eğer bu çarkı kırmak istiyorsanız yolunuz farklı olur, o başka. Fakat bu çarkın içinde, gücünüz oranında avantaj elde etmek niyetindeyseniz, hem ABD hem İsrail hem de Türkiye için bir tehdit oluşturmayacağını söyleyen SDG ile masaya oturup ortak müşterekler bulmak, anlaşmak zorundasınız. Bu kadar net.
Bir ülke nasıl temizlenir?
Ülke içine gelirsek; CHP’li belediyelerdeki yolsuzluklarla bu kadar haşır neşir olurken, aynı zamanda Ak Partili ve MHP’li belediyelerdeki yolsuzluklarla, bakanlar, bürokratlar düzeyindeki yolsuzluklarla ve adaletteki yolsuzluklarla da ilgilenmelisiniz. Lakin bunlar yapılmadığı ve güçlülerin hırsızlığı, yolsuzluğu hoş görülüp meşrulaştığı için adaletin terazisi çoktan bozuldu.
Düşünün ki Turizm Bakanı, her şeye rağmen halen Turizm Bakanı. Ya da Menzil tarikatı, eğitimi, sağlığı, emniyeti vs. geçtim artık askeriyenin dahi içine sızmaya çalışıyor. Hangi güçlü bürokratın veya siyasetçinin yolsuzluk çarkı patlasa, ifşa eden cezalandırılıyor ama hırsızlar görevlerine devam ediyor. Sonra hep beraber İBB’deki yolsuzluklardan bahsediliyor. Oysa bu, gerçeğin sadece bir parçası, tamamına bakarsak; ülke başlı başına koca bir yolsuzluk çarkı haline geldi ve kimin eli kimin cebinde belli değil.
Yukarıdan aşağıya acil bir TEMİZ ELLER operasyonuna, kabinedeki tüm yolsuzların defedilmesine, tarikatların devlet işlerliğinden ve eğitimden sökülüp atılmasına, en önemlisi de bunu yapacak TEMİZ bir iradeye, idealistlere ihtiyaç var.
Ama bunlar yapılmıyor. Aynı Gazze gibi yolsuzlukla mücadele de bir tüketim nesnesi durumunda. Kürsü konuşmalarında, lafta, sağdan sola herkes, yolsuzlukla mücadele ediyor ama gerçekte?
Merve Göntem ne demiş?
Bakın sonra ne oluyor, büyük suçlular tespit ediliyor: Manifest müzik grubu ve senarist Merve Göntem. Yaşananlar, Fahrettin Altun gitti ama bu saçmalıklar bitmedi dedirtiyor insana. Demek ki yapısal bir yüzeysellik söz konusu.
Peki ne demiş Merve Göntem? Köpürtüldüğünün aksine hiçbir şeyi meşrulaştırmamış. Türkiye’de lise ve üniversitelerde okuyan birçok genç kadının eskortluk yaptığını, Only Fans kullandığını, yoksul genç kadınların ayakta durabilmek, para ve imkânlara sahip olabilmek için bu yolları seçtiğini ve yaptığını normal gördüğünü, kendi üslubunca anlatmış. Yalan mı? Devlet okullarında çocuk okutan herkes, bu gerçeği biliyor. Ve eklemiş; ülkedeki büyük suçların ve ahlaksızlıkların yanında, bu kızların yaptıkları ne ki? Meali: Fuhuş çeteleri kadınları satarken, uyuşturucu çeteleri gençleri, çocukları zehirlerken, ceplerini doldurma derdindeki yolsuz bürokratlar ortalıkta fink atarken, üniversitelerdeki genç kadınların eskortluk yapması, bizim ancak yüz beşinci sorunumuz olabilir.

Merve Göntem
Ya da şöyle anlatayım, sen uyuşturucu baronlarına dokunmaz ama sokaktaki bir torbacıya, tüm uyuşturucu kartelinin sorumlusu muamelesi yaparsan, kodamanlar dolarları, altınları çalarken ses çıkarmaz ama kapkaççıyı vatan haini ilan edersen, bu ülke temizlenmez. Zira gerçek temizlik, yukarıdan aşağıya yapılır, güçlüye eyvallah çekilip, güçsüze dayak atılmaz. Evini baştan aşağıya temizlemek isteyenler, gidip sadece çay bardağını yıkamaz ya da evi pislik götürürken, kül tablasını neden dökmediniz diye tüm ev halkını ayağa kaldırmaz. Gerçekten niyeti temizlikse önce sorunu doğru tespit eder, sonra da harekete geçer. Kül tablasını dökmek ya da çay bardağını yıkamak ise yapılacaklar listesinin yüz beşinci sırasında gelir.
Bu mevzuya belki, haftaya yayınlanacak son yazımda devam ederim –doğru, haftaya son yazımı yazıyorum
Şimdilik herkese, Gazze’ye destek oluyorum pozlarında, ikiyüzlü duyarlılık şovlarında, pasifliğini gizlemeye çalışan atarlı kürsü performanslarında, cep doldurmada ve suni sorun/suçlu üretimi çalışmalarında başarılar dilerim.
Kabul et; ikiyüzlüyken çok çirkinsin Türkiye!