İktidarla aynı hatta muhalefet olur mu?

Ana akım muhalefeti oluşturan partilerin bugünkü iktidar koalisyonununkinden farklı yaklaşımı, görüşü, önerisi, tavrı var mı? Hangi konularda var?

ÜMİT KIVANÇ

13.02.2021

Geçen yazımda, bizi yaşama güdüsünden, etrafımızı güzelleştirme arzusundan, gelecek duygusundan, arkadaşımızdan, eşimizden dostumuzdan, sevdiğimiz, takdir ettiğimiz, umut bağladığımız insanlardan, çocuklarımızı gençlerimizi bizzat geleceklerinden, koskoca toplumu ayağını basacağı zemin ve tutunacağı daldan yoksun bırakan mevcut iktidarı değiştirebilmenin koşullarını arama yolunda ilk durakta eğleşmiştim. Sahici değişim şartlarını yakalayabilmek için, belirleyici birçok alanda iktidarla aynı hat üzerinde gidip gelen muhalefetle yetinilemeyeceğini görmeliyiz. Muhalefet de, şimdilik topluma sunabileceği görece somut tek proje olan “güçlendirilmiş parlamenter sistem”in anlam ifade edebilmesi için, düşünüldüğü taşınıldığı, takip edileceği, ulaşılmaya çalışılacağı izlenimini güvenilir şekilde uyandıran siyasî yaklaşımlar, hedefler sunabilmeli. 

Muhalefet parçalı; yaklaşımları, önerileri de şüphesiz farklı, kimi yerde çelişik olacak. Bu önemli değil. Gereken, herkesin kendini öbürüne uydurması gibi olmayacak bir şey değil. Güçlendirilmiş parlamenter sistem, ancak, her biri ne istediğini bilen birilerinin üzerinde anlaştığı ortak hedef olarak vücut bulursa müstakbel değişim atılımının içini doldurabilir. Yoksa, anlamının toplumumuz için kayda değer cazibesi olmadığı gibi, çoğunluğumuz bu kombine tamlamadan sadece “güç” kısmını çeker alır, değişim toplumsal katılımla yürütülecek demokrasi atılımı niteliği kazanmaz.

Bunca derin ve karmaşık krizin ortayerindeyken niye Siyasete Giriş 101 düzeyinde işlerle meşgûlüz? Çünkü bugünün ana akım muhalefeti hemen hiçbir kritik siyasî başlık altında bize iktidarınkinden farklı bakış açısı, yaklaşım, öneri sunmuyor. Tehlikesi açık: Mevcut iktidarla muhalefet (potansiyel iktidar!) arasında kaçınılmaz karşılaştırma bu yüzden, muhalefetin siyasî önerileri üzerinden yapılamıyor. İktidarla aynı hattı paylaşması, muhalefetin bizi yoluna çağırdığı yegâne hedefin, “güçlendirilmiş parlamenter sistem” hedefinin bulanıklaşmasına yolaçıyor, güvenilirliğini azaltıyor. Çünkü zaten o da tanımlanmış, önümüze konmuş değil.

Tekrar edeyim: Biraraya gelmesi mâlûm sebepler yüzünden zaten çok zor olan parçalı muhalefetten, bir dizi konuda ortak yaklaşımlar beklemek tabiî imkânsız. Karşılanmazsa muhalefetin değiştirici-dönüştürücü bir dinamiği temsilen varolmasını önleyecek olan beklenti, muhalefet saflarında bazı temel soruların cevapları bulunduğunu görebilmek; en azından cevap arayışlarına, ilgiye, dikkate, ihtiyaca şahit olmak.

 

Rusya, S-400’ler örneği

 

Rusya’dan S-400’ler alınır, Batı ittifakıyla, özellikle ABD ile doğabilecek krizler devletler arası ilişkilere az buçuk âşinâ herkes tarafından ısrarla dile getirilirken, muhalefet saflarında ciddî-ısrarlı sorgulama, itiraz, eleştiri, en önemlisi halka vaziyeti anlatma gayreti görülmeyişini geçen yazıda anmıştık. Gerçekte Rusya ile ilişkilerin bütününe dair böyle bir boşluk var. 

Ankara-Moskova ilişkileri, zaman içinde dalı budağı bol, kökü yayılmış meseleler yumağı haline geldi. Domatesler ayrı, milyonluk turist akışı ayrı, Libya ayrı, Suriye zaten başlıbaşına koskoca diken, bunların üstüne, dokunduğun anda el yakacak Kırım bahsi ve göğsünü açıp belaya koşmayı çağrıştırır Ukrayna politikası… Yetmiyormuş gibi, Kafkasya’da “burası benden sorulur” havaları, yerin hatırlatıldığında duymazdan gelmeler… Bunlara karşılık, otuzdan fazla askerin Rusya’nın bilgisi ve onayıyla bombalanarak öldürüldüğünde “onlar yapmadı, Suriye yaptı” yalanının ardına sığınmalar… Sırf S-400’lerin yarattığı gerilim yeter aslında, sinirden yay gibi durmaya. Hâlihazırda, ABD, Türkiye’den, parasını ödediği kendi malı S-400’leri “sandıkta” tutmasını, asla kullanmamasını, bunun denetlenmesine de izin vermesini talep ediyor. Kesin dille. Rusya da, yeni parti S-400’leri hazırlıyor, tam şuursuzluk içerisinde “alırız” dendiği için. Ne yapmalı?

“Muhalefetten farklı ses duyduk mu?” diye sorup duruyorum ya, ille ses duymayı bekleyerek yapmıyorum bunu. Soruyu tekrarlamak, sorulacağın bu olmadığını anlamaya yarıyor. Başka soru, lazım olan. Sis içinden yavaş yavaş üstümüze gelen TIR misali belirginleşiyor: Ana akım muhalefeti oluşturan partilerin şu bahsettiğimiz konuda bugünkü iktidar koalisyonununkinden farklı yaklaşımı, görüşü, önerisi, tavrı var mı? Hangi konularda var, derli toplu farklı yaklaşımı?

Yoksa iktidarı muhalefeti, hepsi, “millî güvenlik” hattı üzerinde bir oraya bir buraya gidip geliyorlar mı? Eğer böyleyse olaylar nasıl gelişir?

AB ile ilişkiler üzerine düşünelim. Mevcut iktidarın AB politikası nedir, muhalefetin alternatifi nedir?

 

AB’ye kim daha düşman?

 

AKP, yükseliş ve iktidara geliş süreci ile iktidarının ilk yıllarında “tam üyelik hedefi”nden sözediyordu. Şimdi bundan sözettiği zaman kendimizi sinir bozucu bir saçmalığın ortayerinde buluyor, bizimle alay edildiği hissine kapılıyoruz. Muhalefeti oluşturan siyasî grupların AB konusundaki ezelî şüphelerini ve olumsuz hislerini veri alırsak, şu anda iktidarla çok yakın çizgiye gelmiş oldukları sonucuna varmamız gerekiyor. Çünkü AB ile yakınlaşma, kimilerine göre, millî güvenlik bakımından kabul edilemez şartların “bize” dikte edilmesi, kimilerine göreyse ülkenin emperyalistlere peşmeş çekilmesiydi. AKP iktidarının ilk yıllarında, taarruz kuvveti IMF, Beşinci Kol’u AKP olan bir canavar kimliğiyle takdim ediliyordu AB, muhalifler tarafından. AB ile uyum için yüzlerce yasanın değiştirilmesini, demokratikleştirilmesini muhalifler umursamıyor, umursadıklarında da buna neredeyse vatana ihanet muamelesi yapıyorlardı. 

Fakat şimdi, “ABD-AB emperyalizmi”nin en kararlı karşıtları Ulusalcıların bir kısmı, anayasaya “devletin dini” maddesinin eklenmesine çeyrek kala, AKP ile koalisyon halinde iktidardalar. ABD’nin kontrgerilla okullarında yetişmiş subaylar gözetiminde eğitilen ve grevci işçilerle solcu öğrencilerin üstüne saldırtılan paramiliter kuvvetlerin partisi MHP, bütün insan hakları, hukuk, demokrasi düşmanlığıyla, onların yanında. NATO’nun Gladyo politikalarına son verdiği, bir “sol tehdit”in bulunmadığı, Washington’ın insan hakları ve demokrasi şiarlarıyla iş gördüğü ortamda hepsi için anti-emperyalistlik şartları bayağı kolaylaştı. 

MHP’den kopma İYİP’in hissiyatının farklı olduğunu düşünmek için sebep var mı? Henüz yok. CHP daha çok, ele güne karşı “Cumhurbaşkanlığı makamının” itibarını falan korumakla ilgileniyor. Muhalefetin sola doğru meyleden kesimlerinde bile AB karşıtlığı neredeyse gelenekleşmiş tutum. Üstelik, şu mâhut “emperyalist Batı”dan kurtulmanın yolunu açabileceği hayal edilen Rusya-Çin, Avrasya fantezilerinin zemini de bu tarafta hiç ufak değil. Bazı yeminli AKP muhaliflerinin “Putin reis” hayranlığı küçük dil yutturur. Yer yer sadece ABD düşmanlığına indirgenen “anti-emperyalizm”, iktidarla muhalefet arasında son derece tehlikeli bir geçişim yolunu daima açık tutuyor. Tıpkı “dünyayı perde arkasından idare eden beş/yedi Yahudi zengin aile” safsatalarıyla Soros ve “Renkli Devrim”lere dair öcü masalları arasında nâhoş bir yakınlık bulunması gibi.

Halkların, kaderlerini değiştirecek iradeyi bizzat gösterebileceklerine dair temel solcu-muhalif inancının, köklü değişime mecbur bir muhalefete en azından değişim dönemi boyunca yayılması gerekirken, bu kaderin hep gizli-saklı birilerinin elinde oyuncak olduğu saçmalığı iktidarıyla, muhalefetiyle paylaşılıyor.

AB ile ilişkiler dendiğinde hangi başlıkları somutlayabiliriz? Böyle bir işe girişirsek göreceğiz ki, insan hakları ve demokrasiye dokunan mevzular kısmen hariç, hemen hiçbir konuda muhalefetle iktidar arasında ilkesel farklar yok. Dehşet verici, ama öyle. Meselâ Suriyeli göçmenler. Ne yapar bugünkü muhalefet, iktidar olursa? Kısa yoldan sorayım: Tehcir mi? Zorla sınıra mı yığar? Yoksa buraya yerleşecek olanın intibakının yollarını mı arar? Ne yapar? Yunanistan’a mı sürer, Avrupa’ya doğru? Bambaşka, insanî bir uluslararası çözüm için mi çabalar? Yoksa şu Batı’ya giden yola çekilmiş dikenli tel pozisyonundan pekâlâ çıkar sağlandığını kabullenip politikayı sürdürür mü? Sürdürmez mi? Niye? Hangi somut tavırları değerlendirerek varıyoruz bu sonuca?

Kıbrıs konusunda, yani bugüne kadar hemen hiçbir tutarlı, bütünlüklü muhalif önerinin ortaya konmadığı, çünkü mevzu “devlet işi” sayıldığı için ele bile alınmadığı konuda, muhalefet saflarından kulağımıza çalınan, farklı bir yol tarifi var mı? AB’ye de önerilip üzerine şemsiye temin edilecek?

Doğu Akdeniz, “Mavi Vatan” vs. mevzularında hamasetin ötesine geçilir mi, iktidar değişirse? Özel olarak askerî harcamaların, genel olarak askeriye eliyle yürütülen “devlet işleri”nin sorgulanmaması, bugüne kadarki bütün muhalefetlerin düsturu değil mi? Peki askerî yatırım ve harcamaların halkın refahına ayrılabilecek kaynakları emip yutması politika sorunu mu değil mi? “Devlet işi”nin siyaset yapılabilir alanın dışına çıkarılması, askerî vesayet döneminin karakter özelliğiydi; şimdi farklı mı? Muhalefet bunu değiştirir mi?

 

Sayfa çevirelim

 

Adamın kumar borcu var, alacaklısı gelip herkesin içinde yüzüne tükürse ses çıkaramıyor. Soykırımcı Çin devletine karşı takınılan tavır bundan farksız mı? Üstelik soykırıma uğratılanlar, iş hamasete geldiğinde mangallarda kül bırakılmayan “soydaşlar”. Rohingya Müslümanlarını Myanmar’ın ırkçı subaylarının insafına terk etmek, haydi, memlekette kolay fark edilmeyecek, edilse de üstünde fazla durulmayacak işti. Uygurlar öyle mi? Güya “Türklük davası”nın sahibi MHP bizzat “Çin’e savaş mı açalım?” modundayken, bari çıkıp kendileri protesto eylemi yapmak isteyen otuz-kırk Uygur’un otelini polisle sarıp onları içeri hapsetmeye yolaçan mahçubiyet ve mahkumiyet politikası yarın neye dönüşecek, muhalefet iktidar olursa?

Uluslararası siyasete fazla daldık. Ancak dokunduğumuz mevzuların hepsinin içeri uzanan kolları var, hayli uzun. Ayrıca, meramımı daha kolay anlatabilmek için bunları seçtim. Yoksa, lafı Kürt meselesinden açmak da var ki, daha ilk adımda tıkanacak yola sapmak gibi bir şey. Çünkü odadaki file yokmuş muamelesi çekmenin biricik mümkün tavır olduğunda herkes birleşmiş görünüyor. Oysa; haydi yine işin basit tarafından başlayalım; seçime girip üçüncü çıkmış siyasî partinin binlerce mensubunun gelişigüzel hapse atılmasına, önemli siyasî figürlerini devre dışı bırakmak için bin türlü tezgâh çevrilmesine dahi itiraz edilemeyecekse nasıl bir parlamenter sistem nasıl güçlendirilmiş olacak? Böyle derin bir kriz halinde, “bugüne kadar şöyle oldu, yanlış oldu, artık şöyle olacak, iyi olacak” diyemeyen muhalefet, zincirlerinden boşanmış güvenlik güçleri ve şirazesi kaymış yargıyı nasıl toparlayıp da kuvvetler ayrılığına dayalı hukuk rejimi kuracak?

Yukarıda söylediğimi azıcık açarak tekrar edeceğim, bitirirken: Bir mevzu “devlet işi” sayıldığında siyaset alanı dışına çıkarılacak, partiler ve yurttaşlarca el sürülmez kılınacaksa, vesayet sahibinin iradesine teslim edilecek demektir. Herhangi bir konuda siyasî partilerin görüşü, tutumu, önerisi yoksa, bize bunu sunarak destek istemiyorlarsa, orayı boş bırakıyor, yani vesayete terk ediyorlar demektir. Bizim bugün görebildiğimiz, S-400’lerin sahiden bağımsızlık aracı olup olmadığını hakkınca tartışmayı aklından geçirmeyen, çünkü bunlar alınırken yaratılan millî coşku havasının dışında kalmak istemeyen, “Mavi Vatan” dendiği anda, bu formülün mucitlerinin koyduğu paradigmayı derhal benimseyip buna göre akıl yürütmelere girişen, babalanma politikasına ara verilip, o şekilde gönderilişi doğru mudur yanlış mıdır, hiç kurcalamadığı sondaj gemisi limana çekildiğinde ve bu, sorunların barışçıl  çözümü için herkesçe olumlu bulunduğunda “vay, ulusal egemenliğimiz!” diye ayağa kalkan, haksız yere hapsedilmiş birinin serbest bırakılmasını ABD veya AB istediğinde, haksızlığı, zulmü anında kenara itip “vay bize nasıl emrederler!” hattında iktidara hizalanan birileri. “Hani Suriye’den toprak apartılsa, Irak’a yerleşilse fena olmaz” diye mırıldanan, ekonomik krizle savaş ve askerî harcamaların ilişkisini ısrarla, inatla, asla kurmamakta iktidarın bütün kanatlarıyla uyum halinde bir muhalefet.

Oysa birleştikleri ve ayrıştıkları yerleri net olarak bilebildiğimiz, birbirlerini aynı zemin üzerinde tartışma partneri ve meşru siyasî rakip sayan, ortak bir hedefte de şimdilik birleşmiş muhalif siyasî odaklar görmeliyiz karşımızda. Buna değişim umudu taşıyan muhalefet diyebiliriz.

 

(NOT: Bu yazı yazıldığı sırada İYİP Genel Başkanı Meral Akşener, HDP’yi “PKK’nin yanında konumladıklarını”, Selahattin Demirtaş’ın “terörle içiçe” olduğunu, Demirtaş’ın bir an önce cezalandırılmasını ve HDP’nin kapatılmasını istediklerini açıkça ifade etmemiş, CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, iktidarın Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Ege, Suriye, “hattâ” Libya politikalarını sahiplendiklerini ilan etmemişti. Bunlar üzerine Duvar’da yazdım.])