İnsan nesne kılınabilir mi?

Herkesin hayatını çalabilen, güç kullanabilen hırsız, uğursuz bu işleyişin, “gölgesini satamadığı ağacı kesen” bir tabiatı var.

İLHAMİ ALGÖR

25.06.2022

Başlıktaki soruyu önceki P24 yazılarımda sormuş olabilirim. Cevap verebileceğimi sanmıyorum ama soruyu diri tutabilirim belki.
 
Konuya dair akademik metinler, nesneleşmeyi, yabancılaşma kavramı ile ele alıyorlar. Teknolojik gelişmeye, yalnızlaşmaya, kimlik yitimine bağlıyorlar. Her şeyi birbirlerine bağlıyorlar. Haklılar çünkü her şey birbirinden etkileniyor. Bu anlamda, konuya dair akıl yürütmek, kalem oynatmak tam zamanlı bir uğraş. İlgili literatüre, o literatürün üretilmesine temel oluşturmuş dinamiklere, o dinamiklerin tarih derinliğindeki seyrine, güncelin kasılmasına… vs. hakim olmak gerekiyor. Bu özellikler bende yok.
 
Ben sadece hayatı nasıl yaşayacağımıza karar veren güçlerin, hayatı zorlaştırdığına inanıyorum. Buna kapitalizm vb. diyorlar. Kendi devr-i daimi için herkesin hayatını çalabilen, bunu sağlamak için güç kullanabilen hırsız, uğursuz bir işleyiş. O işleyişin, “gölgesini satamadığı ağacı kesen” bir tabiatı var.
 
“Aç gözlü olmayan bir adam beni sinirlendirir”
Yukarıdaki cümle bir roman karakteri olarak Kardinal Richelieu’ya ait. Hinoğlu hin, kötülük kumkuması. Gözünü kıralın gücüne dikmiş, elindekinden fazlasını istiyor.
 
Romanın adı Üç Silahşörler. “Silahşor”lar diyenler de var. “Kıraliçe, Kıralıça” deyişlerinde olduğu gibi. Seviyorum ben bu farklı söyleyişleri. Bu sevginin –var ise– günahı benim boynuma.
 
Roman, tarihi macera romanı. Yazarı Alexandre Dumas. Romanın yazılış tarihine 1844 diyor Wikipedia. Olaylar, 17. yüzyıl Fransa’sı, XIII. Louis döneminde geçiyor.
 
Kardinal, “Aç gözlü olmayan bir adam…” cümlesini, kendi safına çekemediği veya satın alamadığı Dartanyan (belki bir alınan olur diye D’artagnan) adlı genç silahşor için kurar. Dartanyan’ı kendisi için çalışan bir araç kılamadığı için.
 
Kardinal’li paragraf, “İnsan nesne kılınabilir mi?” sorusu ile doğrudan ilintili olmayabilir. Dolaylı bir ilinti belki.
 
Ek husus veya İlaami’nin yorumu: Yakışıklı, becerikli, kadınların ayılıp bayıldığı esas oğlan Dartanyan, kraliyet güvenlik bürokrasisinin bir üyesi, tetikçisidir. Kardinal’in entrikalarından kendini koruyamayan kralın koruyucusu rolü ile kendine meşruiyet yaratır. Böylece o, arkadaşları ve kraliyet muhafız birliği, “3. güç olarak varız” demiş olurlar.
 
Güvenlik bürokrasisinin cazibeli herifler ile başarıdan başarıya koştuğu hikâyeler, insanlığın sevdiği hoşlandığı hikayelerdir. 20, 21. yüzyıla, James Bond serisine kadar uzanır.
 
Cinsel nesne olarak insan
Bir akademisyen, Simone de Beauvoir’ın İkinci Cins (1949) kitabı üzerine makalesini şöyle açıklıyor:
 
“Bu makalede Beauvoir’ın kadınların giyimi üzerine düşüncesinin beş ögesini sundum ve çözümledim. Beauvoir, çözümlemesinin merkezine evli kadının sosyal yaşamını koymuş ve kadınların giyinip kuşanma biçiminin onları cinsel nesneye dönüştüren karmaşık bir sosyal strateji içerdiğini iddia etmiştir.”
 
Burada susarım, konuşamam. Hem cahilliğimden hem de “mansplaining” şeysi korkusundan. Fakat Pasolini’nin Salo ya da Sodom'un 120 Günü filmini hatırlarım. Faşizm, sadizm, gücün zayıfa karşı yediği boklar, insanın nesneleştirilmesi… Filmi izlesen, “İnsan insana bunu yapar mı?” dersin. Yapıyor. Dogville filminde Köpekköylülerin Nicole Kidman’a yaptığı da böyle bir şeydi.
 
Esasen zulmeden de kendini zulüm ile yaşayan bir işleyişin nesnesi kılar. Belki yakışıklı bir cümle kurdum ama derdimize derman olmuyor.
 
Mikro faşizm veya yanıbaşımızdakiler
Bir kuzinim, üniversite öğrencisiydi, fast-food dedikleri köleci sistemde çalışıyordu. Bir kadın çocuğu ile geldi, sipariş verdi. Sipariş geldi, çocuk kolasını yere döktü, kadın yerin silinmesini istedi, kuzin yer siliciyi almaya gitti, yer silici olması gereken yerde yoktu, aradı, nihayet buldu, yeri silmek için döndü. Kadın/müşteri gecikme için bağırdı çağırdı. Al süpürgeyi kafasına geçir durumu.
 
***
 
Uzunca bir alıntı yapacağım:
“Yıllar önce, sınıf ve cinsiyet ilişkilerinin nasıl örüldüğünü (ve düğümlendiğini!) anlamaya çalıştığım bir doktora tezi yazmıştım. Görüştüğüm ev hizmetlisi kadınlardan birinin sözünü unutmuyorum: 'Verdiği bir kuru para!' Bu kadın, Döndü, yaptığı işin karşılığının 'bir kuru para' olamayacağını, çünkü bildik anlamda bir işten fazlasının olduğunu hissediyordu.
(…) Sennett, kamusallığın çökmekte oluşunun semptomlarından birini, kamusal meselelerin mahrem meselelermiş, politik kategorilerin psikolojik kategorilermiş gibi görünmesi olarak tarif ediyordu. Peki, onun bahsettiği “mahremiyet ideolojisi” temassızlık olarak tezahür ettiğinde ne olur? Hem alabildiğine şahsi, hem whatsapp mesajı kadar uzak.
Bir egemenlik ‘tertibatı’ olarak temassızlık, daha yakından bakmayı hak etmiyor mu?” (Aksu Bora, "Bir kuru para…")
 
“Temassızlık” şeklinde bir mesafelenme nesneleştirmeye hizmet ediyor sanki. İddia edemem, kenara not alırım.
 
Bir tweet gördüm:
“Solculuktan, dayanışmadan, kolektif mücadeleden söz edip sonra en yakınında, yanı başında duran bir insanın kalbini kırmak nasıl açıklanır? Haset, hayatı/insanları nesneleştirme ya da değersizleştirme, kibir, hoyratlık… Nasıl oldu da bu kadar yaygınlaşabildi, yadırganmaz oldu?” (Bülent Şık)
 
Bülent Bey’e, P. Öğünç yardımı ile ulaştım. Nesneleştirme ifadesi ile ilgilendiğimi, kavramı kullanışını açmasını rica ettim. Kırmadılar, cevapladılar:
 
“Merhaba, yaşayan, hisseden, duyguları olan insanlara alınır, satılır, atılır, değiştirilir bir eşya gibi davranmayı kastetmiştim. Kendi amaçlarını gerçekleştirmek için insanlara kullanışlı birer nesne gibi davranmayı kastetmiştim. Öyle bir yıkıcı bakış açısı ya da yaklaşım tarzı ki bu, sadece bir insanın değil herhangi bir nesnenin kendinde sahip olduğu güzelliği, kendine özgülüğü de göremez.”
 
Bülent Bey’e teşekkür ederim.
 
İyi günler dilerim aziz insanlık.
 
—–
Kapak Görseli: Cody Turner, “Commodification-1”