İrlanda’da kürtaj referandumu

Halappanavar anısına Repeal Hareketi ve kadınların galibiyetinin tarihî anlamı…

ZEYNEP KOÇAK

27.05.2018

Önceki akşam Dublin’de İrlandalı kadınlar, Savita Halappanavar’ın anıtının önünde mumlar dikip gözyaşları içinde resim çektirdi. Bu sefer İrlanda’da kadınlar bir galibiyeti kutluyordu: Anayasanın 8. Maddesinin değiştirilmesiyle ilgili referandumda ‘’evet’’ çıkmıştı. Yani, İrlanda’da kürtaj yasağı kalkmak üzere. Öyle ki bu yazının yazıldığı dakikalarda, ilk resmî sonuçlar açıklandı ve Galler’de yüzde 60 Evet, yüzde 39 Hayır çıktı. Sonuçların da aşağı yukarı bu oranlarda olacağı düşünülüyor.
 
Başbakan Leo Varadkar, resmî basın açıklamasında “İrlanda’da kürtajın hâlihazırda yapıldığını, fakat bu uygulamaların el altından olduğu için güvenliksiz, kanunî olarak düzenlenmemiş olduğunu ve bu konuda ortaya çıkan sorunları daha fazla erteleyemeyeceklerini” söyledi.
 
Repeal Hareketi (FeshEt Hareketi), on yıllardır süren kürtaj hakkı mücadelesinin üst başlığı. İrlanda Parlamentosu çok uzun zaman bu konuda bir şey yapmak istemediği için, #İptalİçinGrev gibi birçok eylem yapıldı ve en sonunda 26 Mayıs 2018 tarihi itibariyle, bu mücadele başarılı oldu.
 
Bu, o kadar önemli ve hem İrlanda hem feminist mücadele hem de insanın yaşam değeri açısından o kadar tarihî bir an ki, ülke dışında yaşayan pek çok İrlandalı, referandumda oy kullanabilmek için ülkelerine döndü. Hattâ #HomeToVote (Oy Vermek İçin Eve) hashtagleri yayınlandı.
 
Lynn Enright dünkü makalesinde #HomeToVote’un İrlandalı kadınlar açısından ne demek olduğunu anlatmış. Diyor ki İrlandalı bir kadın için tekerlekli küçük bir valizin anlamı büyüktür. Çünkü 1900’ün ikinci yarısından itibaren İrlanda’da kısa bir tatile çıkmak için yurtdışına giden kadınların büyük kısmı, aslında kürtaj için kürtajın yasak olmadığı bir memlekete giderler ve yanlarında tekerlekli kabin boyu bir valizle seyahat ederlermiş. Hem de yüzlerinde, gittikleri güya tatilin sevincini göstermek için zoraki bir gülücükle.
 
Anayasa’nın 8. Maddesi: Kürtaj Yasağı
 
Biraz geriye gidelim.
 
İrlanda kürtajı ilk kez 1861 yılında Kişiye Karşı Suçlar Kanunu ile yasakladı. Birleşik Krallık’ta 1967’de kürtaja izin veren kanun çıktıysa bile Kuzey İrlanda kendini bu kanunun uygulama alanının dışında bıraktı.
 
1974 yılında McGee v Başsavcılık davasında Yüksek Mahkeme, kararında şu cümleleri kullanmıştı: “Evlilik sözleşmesine dahil tarafların özel hayatına girilmemeli ve kararlarına müdahale edilmemelidir, çünkü bu özel hayat tüm pozitif hukukun üzerindedir.” Bunun üzerine kürtaj karşıtlarını, memlekette kürtaj yapılması yasallaşacak diye bir panik alınca, 1982 seçimlerinden sonra başa gelen Taoiseach (Milli Şef) Charlie Haughey’in hükümeti derhal bir kanun hazırlığına başladı. Bu kanunun lafzı ve ruhu, “doğmamış bebeğin yaşam hakkının anne ile eşit tutulacağını” öngörecekti. 1861 tarihli kanunda hâlihazırda kürtajın cinayet sayıldığını öngören mevzuat, Haughey hükümeti marifetiyle çok daha sıkılaştırıldıktan sonra 1983 yılında referanduma sürüldü ve yeni kürtaj karşıtı kanun, yüzde 67 oy oranıyla kabul edildi.
 
İrlanda’nın kürtaj karşıtı kanunlarının zarar verdiği birçok kadın var, ama hukukî süreçte ve mücadele silsilesinde üç dava özellikle kendini gösteriyor.
 
X Davası: Tecavüze Uğrayan Çocuk
 
Bunlardan birincisi, 1992 tarihli X Davası. 1991 yılında 14 yaşında bir kadına (adı X olsun), aile dostları tarafından tecavüz ediliyor ve X hamile kalıyor. X çocuğu doğurmak istemiyor. Ailesi aptal değil tabii ki, İrlanda’da kürtajın yasal olmadığını bildikleri için Birleşik Krallık’a gidip kürtaj yaptırabilmek amacıyla gerekli düzenlemeleri yapıyorlar. Fakat, Başsavcı, bu ailenin ve X’in yurtdışına çıkıp kürtaj yaptırmasını engellemek için yurtdışı çıkış yasağı tedbir kararı çıkarttırıyor. Aile derhal Yüksek Mahkeme’de temyize gidiyor. Temyiz, başsavcının koyduğu yurtdışı çıkış yasağını kaldırıyor ve ailenin seyahat etmesine izin veriyor, fakat bu sırada X, çocuğu düşürüyor. Bu davanın üzerine Yüksek Mahkeme’nin kararı sayesinde, 8. Madde’ye değişiklik yapmak zorunda kalınıyor ve “kürtaj için yurtdışına çıkış serbestisi” getiriliyor.
 
“Hamilelik Sırasında Hayatın Korunması Kanunu”
 
Diğer çok önemli dava da, Savita Halapannavar davasıdır. Halapannavar, aynı zamanda İrlanda Repeal Hareketi’nin simgesi hâline geldi. Hikâyesi şöyle: 2012 yılında 31 yaşındaki Hindistan asıllı Halapannavar’ın amniyotik sıvısını ve bebeği barındıran kesesi, Savita 17 haftalık hamileyken patlayınca hastaneye kaldırılır. Savita’nın durumu çok kritik bir hâle gelir: Bebek Savita’nın kanını zehirlemektedir ve acilen alınması gerekmektedir. Hastaneye kaldırılmasından dört gün sonra hem yasal refakatçisi ve sorumlusu eş Praveen’in hem de Savita’nın kendisinin defalarca talep etmesine rağmen doktorlar, fetüsün kalp atışları durana kadar kürtaj yapamayacaklarını ve Katolik bir ülkede “bir bebeğin öldürülmesinin” uygun olmayacağını söylerler. Bu sırada Savita’nın organları teker teker iflas etmeye başlar ve en sonunda, hastaneye kaldırıldıktan sonra bir hafta içinde, 28 Ekim’de kan zehirlenmesinden ölür.
 
Savita’nın ölümünü takiben ortaya hem ulusal hem de uluslararası alanda ortaya çıkan öfke ve eylemler sonucunda ) İrlanda hükümeti bir adım atmak durumunda hissetmiş olacak ki, kürtajı düzenleyen yeni bir Protection of Life During Pregnancy Act (PLDPA), yani Hamilelik Sırasında Hayatın Korunması Kanunu düzenleyip yürürlüğe koydu.
 
Malûm, muhafazakâr ve baskıcı, tüm vatandaşların ahlâkını ve dinini kendisi koymaya çalışan her hükümet gibi, o güne kadar zarar gören kadınlar İrlanda hükümetinin pek umrunda değildi, ama işte Savita’nın ölümü büyük ses getirmişti ve hattâ Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındıktan sonra A, B &C v. İrlanda davasına ivedîlilkle bakan mahkeme, İrlanda aleyhine karar vermişti. Kürtajı kaldırmak istemiyorlardı fakat bir şeyler yapmak lazımdı. Diş ağrısına aspirin iyi geliyordu. Böylece hâlâ kendi istediklerini yapmaya devam edebileceklerdi.
 
Böylece Savita’nın ölümüyle PLDPA çıkarılmış oldu. Hamilelik Sırasında Hayatın Korunması Kanunu’nda kürtaj yapan doktorların şunları kanıtlaması gerektiği öngörülüyordu: (1) kadının fiziksel bir sıkıntı/hastalık nedeniyle hayatını kaybetme riskinin gerçekçi ve çok yüksek olması ve (2) bu riskin ancak kürtaj operasyonunun gerçekleştirilmesiyle ortadan kaldırılacak olması.
 
Bakın, bu kanun çıktığında yıl 2013. Bu kanun ne diyordu? Koskocaman bir sıfır.
 
Bu kanun, kürtajın ancak ve ancak annenin hayatı çok ciddi tehlikede olursa yapılabileceğini söylüyordu. Yani, hadi kadının kendi kararını şimdilik bir kenara bırakalım, kadının tamamen ve sadece hamilelik nedeniyle hastalandığı durumlarda, bu hastalık kadın için hayatî tehlike yaratmıyorsa kürtaj yine yasaktı. Bu arada tabii intihar, kesinlikle hayatî riskler arasında yer almıyordu. Bu kanunun lafzında bile, annenin/kadının sağlığına, sadece kadının bebeği taşıma kapasitesi ile ilişkili olduğunda değiniliyordu. Kadın sağlığı, damızlık bir taşıyıcı olarak görevlerinden öteye gitmiyordu yani.
 
Y Davası: Zorla Doğurtulan Çocuk
 
Gelelim Y Davası’na. 2014’te İrlanda’ya politik sığınmacı olarak gelmeden önce Bayan Y, paramiliter bir örgüt tarafından kaçırılıyor ve toplu tecavüze uğruyor. İrlanda’ya vardıktan sonra rutin sağlık kontrolleri sırasında hamile olduğunu öğreniyor. Herkese danışan ve bütün hastanelerde çare arayan Bayan Y bunun bir tecavüz çocuğu olduğunu ve istemediğini söyledikten sonra uzmanlar ve doktorlar Bayan Y’ye isterse kürtaj için Birleşik Krallık’a ya da Avrupa’ya gidebileceği anlatıyor.
 
Devletten bir politik sığınmacı olarak haftalık 19 euro alan Bayan Y, gidiş geliş ve kürtaj dahil toplam 1300 euro kürtaja verecek parasının olmadığını ve olsa bile politik sığınmacılık kuralları gereğince (ve dahi pasaportu olmadığından) ülkeyi terk edemeyeceğini belirtse de, bütün kapılar suratına kapanıyor. Aklına gelen tek şey, İngiltere’ye kaçmak: O zaman da sınır polisi Bayan Y’yi yakalıyor ve hapse atıyor. Bayan Y nezarethanede açlık grevine başlıyor ve her türlü yiyeceği ve içeceği reddediyor. Aynı yılın ağustos ayında Sağlık Hizmetleri Yönetimi Bayan Y’ye zorla yemek yedirme kararı çıkartıyor fakat sonuçta, doktorlarının Bayan Y’ye verdiği yalan kürtaj sözleri nedeniyle Bayan Y yemek yemeye başlıyor ve bu zorla-yedirme kararı uygulanmıyor. Bayan Y’ye sonuç olarak sezaryen yapılıyor ve Bayan Y sağlıklı bir çocuk doğuruyor.
 
2015 tarihli Amnesty International Raporu’nda Bayan Y’den şöyle bahsedilmiş: “Bayan Y’nin ameliyat yaraları iyileştikten sonra hastaneden çıkartıldı ve hayatının kalan parçalarını toplaması için yalnız bırakıldı. Bir süre sonra politik sığınma talebi tamamlandı ve Doğrudan Gözlem Merkezi’nde kaldığı yere döndü. Avukatı, ameliyat sonrası takiplerinin de aldığı tıbbi yardımın da tatmin edici olmaktan çok uzakta kaldığına inanıyor. Çocuğun doğumundan sonra yemek yemeyi bıraktı ve çok ciddi miktarda kilo kaybetti. Çok kırılgan ve korunmasız kaldı. Bayan Y geçmek zorunda kaldığı işkenceler sonucunda, fiziksel ve zihinsel bir çok yara izi taşımaktadır.”
 
Bayan Y’nin davasından sonra İşçi Partisi’ne iki danışman ve hukukî uzmanlar davet edildi. Kürtaj karşıtı kanunlarla, uygulamalarla, mevzuatla ve düzenlemelerle savaşmak için mücadeleye hız verildi. Mairéad Enright ve ekibi, kanunu yumuşatmak adına “tecavüz, hayati tehlike, dış gebelik, ensest vs.” gibi travmatik durumlarda kürtajı öngören daha “ılımlı” teklifler yapmak yerine, doğrudan kadın otonomisini savunan yeni bir madde değişikliği teklifi hazırladılar. 8. Maddenin artık değişmesi gerekiyordu.
 
2015’te İşçi Partisi’nin teklifiyle birlikte bu kanun meclise sunuldu. Bir süre mücadele devam etti. Baskılar sonucu İrlanda hükümeti 2016 yılında bir Yurttaşlar Meclisi kurdu ve bu konunun doğrudan demokrasi ilkeleri baz alınarak çözülmesi gerektiği kararına vardı. Meclisin geçen senenin nisanındaki oturumunda yüzde 79 oy ile değişiklik kararı çıkarıldı. Madde tamamen iptal edilmeyecekti: Meclise bu maddenin değişikliğiyle ilgili acil yasa yapma yetkisi (emri) verildi. Aslında Yurttaşlar Meclisi bir emir veremez, ancak tavsiye/danışma organıdır. Dolayısıyla bu mecliste alınan kararların hukuken bir bağlayıcılığı yoksa da, politik olarak, özellikle İrlanda’nın geldiği nokta düşünülürse ciddi etkisi var.
 
İşte bugün buradayız. 25 Mayıs 2018 tarihinde referandum yapıldı ve bugün açıklanan oylara göre, kürtaj yasağı kalkıyor.
 
 
Kürtaj yasağı ne anlama gelir?
 
Biraz sayı vereyim. 1960’da kendi kendine yapılmaya çalışılan kürtajlar nedeniyle ölen fetüs sayısı 1360 (bunlar, sadece çöpte bulunan fetüslerin sayısı). 2000’de ortalama 6500 kürtaj yapılmış (tabii ki illegal olarak). 2010 yılında toplamda 4400 kadının kürtaj olmak için Birleşik Krallık’a gittiği kaydedilmiş (bunlar açıkça söyleyenler). 2015’te bu sayı 3451. 2010 ile 2012 yılları arasında İrlanda hükümetinin el koyduğu, internetten rahatça sipariş edilebilen “kendi kendine kürtaj kiti” 1700.
 
Bir ülkede kürtajın yasak olması, kürtajın olmadığı anlamına gelmiyor. Yurtdışına çıkmak, hâli vakti yerinde olan ya da ailesinden yardım alabilen kadınlar açısından bir opsiyondu, fakat diğer kadınlar? Sadece ekonomik durumu yurtdışına gitmeye yeterli olmayanlar da değil, ülkede politik sığınmacı olup da yurtdışına çıkamayanlar da var. Dolayısıyla bu durumdaki birçok kadın merdiven-altı kürtajlarını seçiyor ve bu uygulamalar sonuçta sağlığın bozulmasına, geçici ve kalıcı organ yaralanmalarına ve ölümlere yol açabiliyor.
 
Bu, tabii ki sadece tıbbî kısmı işin.
 
Öncelikle, çocuk yapıp yapmama kararı bir kadın için hayatî önem taşıyor. Çocuk sahibi olmamak hem bir hak hem bir özgürlüktür ve bu tercihin toplumlar ve hukuklar tarafından korunması gerekir. Fakat aynı zamanda kürtaj hakkı, bir kadının sadece çocuk sahibi olup olmamakla ilgili verdiği bir karar değildir. Kürtajı yasaklamak, kadının geçirmek zorunda bırakıldığı tüm süreçler açısından işkencedir ve AİHM de bunu onaylıyor. AİHM, örneğin El Salvador davasında (Committee against Torture) kürtaj hakkının kısıtlanmasının işkence yasağı kuralını ihlâl ettiğini söyler. Herkesin, kadın ve erkek ve kendini başka türlü tanımlayanların, Siborgların vücut tamlığına ve özellikle bedensel otonomi/özerkliğe hakkı vardır. Bu, konu çocuk olunca değişmiyor. Benim bedenim benim kararım, öyle meydanlarda en solcu abilerin dalga geçtiği, küçümsediği ve hattâ mümkünse ciddiye bile almadığı bir slogan, hafif bir cümle değildir. Benim bedenim benim kararım, insanın hakkıdır: Çocuk da dahil kendi bedeni ile ilgili konularda sadece, ve kendi başına karar verebilmek.
 
Ayrıca kürtaj yasağı, kürtaj karşıtlarının iddia etmeyi pek sevdikleri gibi sadece “yeni yaşamlar dünyaya getirme, yeni doğana saygı” ile ilgili değil. Aynı zamanda kadınların ikincilleştirilmesi ve zorla-anneleştirme yoluyla belli bir toplumsal role büründürülme çabası. Aynı zamanda “korunmasız seks”in ya da onların sözleriyle söylemek gerekirse hafifmeşrepliğin (promiscuity) bir cezası olarak da kullanılıyor. Asıl dertleri Katoliklik olduğu için, kadının özgürce sevişebilmesi de bu zihniyetin en büyük sıkıntıları arasında.
 
Kadın dünyanın en büyük azınlığı (!) olarak her türlü işkenceye, katliama, ikincilleştirmeye, baskıya uğradı, uğramaya devam ediyor ve uğrayacak. Kürtajın yasaklanması da işte, kadının hem toplumsal rolüne hem de erkeğe tâbi kılınması açısından güdülen politikalardan bir tanesi daha. Hukuk da patriarkal düzenin bir yansıması olarak inşa edilmiş ve bunların hepsini bir bir kırmak, kadınların en büyük zaferi.
 
Hayır, ilginç olan bir nokta var, İrlanda üç sene önce eşcinsel evliliğini halk oyuyla yasallaştıran ilk ülke. İnsan düşünmüyor değil, üç sene önce bu oyu verirken aynı yıl Bayan Y’ye olanlara karşı nasıl suskun kalabildiniz diye!

Son olarak da, Polonya’daki protestolarda çekilmiş benim favori fotoğraflarımdan biri olan şu resimle “Kürtaj bir Kadın Hakkıdır!” diyelim.