“İslâm Devleti”nde yeni eğilimler ve Menbic Harekâtı

İD’çilerin Suriye’nin kuzeyinde sıkışması demek, kaçabilecekleri tek yerin Türkiye olması demek!

ÜMİT KIVANÇ

09.06.2016

“Suriye’de ne olacak?” sorusu, yani civardaki pek çok ülke için de anahtar niteliğindeki soru, tek başına sorulamıyor, biliyorsunuz; “‘İslâm Devleti’ örgütü (IŞİD-DAİŞ) ne olacak?” sorusuyla birleştirilmezse, güdük, yetersiz, olduğundan önemsiz kaçıyor. Ve şu anda hem Suriye’de epey birşeyler oluyor hem de İD cephesinde. İkincisi hakkında öğrenebildiklerimi aktaracağım. (Aktaracaklarım, İD’in Suriye topraklarındaki varlığı ile ilgili olacak, zira Irak’taki durumu, Felluce Harekâtı’nı yakından izlemiyorum şimdilik.)

Öncelikle, ABD öncülüğündeki koalisyon bir yandan, Ruslar öbür yandan, hava saldırıları örgütün hareket serbestliğini önemli ölçüde kısıtladı. Hem Amerikan hem Rus uçaklarının hem Suriye ordusunun bombardımanları, İD’in petrol üretim ve satışından elde ettiği geliri azalttı. Uyduruk rafinerilerinin birçoğu tahrip edildi, tanker konvoyları öyle rahat rahat yollara dizilemiyor. İD’in petrol gelirinin neredeyse yarı yarıya düştüğü sanılıyor.

(Bu arada hâlâ kime nasıl petrol sattığı soruları da ziyadesiyle ilginç sorular olmayı sürdürüyor. Bizzat Irak ve Suriye içinde birilerine de satıyor olmaksızın şimdiki geliri elde etmesi mümkün değil. Bu durumda gözlerin İD’le fiilen savaşan birilerine çevrilmesi gerekiyor. Belirli birilerini kasdetmiyorum, çünkü bilgim yok. Ancak, kime satıyor olursa olsun, bunlar her hâlükârda, savaştığı birileri. Zaten, Türkiye’ye satıyor da olsa, yine savaştığı birine satmış olacak! İD’i bombalayan uçakların İncirlik’ten kalktığı, sınırdaki Fırtına obüslerinin birçok defa İD mevzilerini vurduğu düşünülürse.)

Genişletemediği sınırlar içerisine sıkışan örgüt, başlıca gelir kaynağı vergilere yükleniyor, fakat bunun haliyle bir sınırı var. Doğru dürüst üretim yapılması, ticaretin sürmesi, çarşı-pazarın işlemesi lazım. Anlaşıldığı kadarıyla, Musul gibi büyük bir şehirde bunlar yine de bir şekilde sürdürülebiliyor, ama küçük yerlerde örgüt ancak bir savaş düzeni sağlayabiliyor ve buralarda cephe veya iyi ihtimalle cephe gerisi hayatı mümkün olabiliyor. Hiç de küçük bir yerleşim olmayan Rakka’da dahi darlıklar, zorluklar giderek artıyor. Meselâ elektrik büyük sorun.

Ortadaki, hem “halifelik” yönetimi altında yaşamayı cazip olmaktan çıkaran bir durum hem de bizzat İD’in savaşçıları için, devamlı yeni fetihler, ganimetler, cariyeler vs’den oluşan yeryüzü cenneti vaatleri epeyce solmuş gözüküyor.
Türkiye sınırının örgüt tarafından eskiden olduğu kadar rahat kullanılamayışı, İD’in sadece petrol gelirini düşürmedi. Eski eser kaçakçılığı rotası da Türkiye’den geçiyor, burada da aksama meydana geldi. İD’in önemli gelir kalemlerinden birini oluşturan insan kaçırma-fidye “işlemleri” de, sonuçta yine hükmettiği topluluğun elindeki zenginliğe bağlı, dolayısıyla sınırsız kaynak değil.

 Ayrıca, İD’in en önemli tedarik kanalı da Türkiye’den “halifelik” topraklarına uzanıyordu; aynı şekilde, bu kanaldaki trafik de anlaşılan epeyce engellenmiş durumda.
 
Zaruret mi yeni atılım mı?
 
İD’i birdenbire yükselen bir güç haline getiren etkenlerin en önemlisi, gördüğü uluslararası ilgiydi. Dünyanın dört bir tarafından İD’e militan aktı. Bu akış şimdi haliyle ilk hızını kaybetti. İlkin, doğal bir doyum noktasına yaklaştı. İkincisi, İD’e katılmak isteyen müstakbel militanların bir kısmı, tehlikenin Suriye ve Irak’a göre çok daha az, fetih ve genişleme imkânlarının daha fazla göründüğü Libya’ya meylettiler. (Örgütün aslî faaliyetini,“halifeliği” de Libya’ya aktaracağına dair iddialar bile ortaya atıldı. Ancak Batılı büyük güçlerin Libya’daki vaziyeti toparlamaya yönelik hamlesi İD’in planlarını ertelemesine yolaçacak gibi.)

İD’e katılmak üzere Irak ve Suriye’ye akmış yabancı savaşçılar arasında hatırı sayılır bir dönüş eğilimi gözleniyor. Ancak yakalanmadan dönmeyi başarsalar bile ülkelerinde uzun süre güvende olamayacakları kesin.

Dönüşe meyletmede, hava saldırılarından, durmak bilmeyen savaştan bunalmalarının, hayal kırıklıklarının etkisi olduğu da söyleniyor gerçi, ama bir iddiaya göre, bu aslında gidenlerin geri dönmesi değil, İD savaşçılarının dünyaya yayılması olarak da yorumlanabilecek bir süreç. Yani bu her yere saçılma sürecinin altında yatan neden yılgınlık değil, tersine, yeni bir atılım. Güvende olmayacaklarını bile bile ülkelerine dönmeye çabalarlarsa bu tek anlama gelecek: Fazla yaşamaya niyetleri yok! Yani intihar eylemleri için dönüyorlar.

Birleşmiş Milletler Siyasî İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Jeffrey Feltman, Güvenlik konseyi önünde, İD ve müttefiklerinin yarattığı tehlikenin küçülmediğini, aksine büyüdüğünü ileri sürdü. Biliyorsunuz, tehlikeler Batı’ya yaklaşırlarsa büyürler; Ortadoğu, Afganistan, Pakistan gibi yerlerde kaldıkları, yandıkları, patladıkları, can aldıkları zaman daha bir kabul edilebilirdirler.

İdeolojik vaziyetler bir yana, Feltman’ın boş konuştuğu söylenemez. Zira İD gibi, aynı anda mutlak dogmatik ve gayet pragmatik olmayı başarabilen bir örgüt için, olabildiğince yayılma, hele Batı’da çok kurbanlı sansasyonel eylemlere yönelme, şu anda muhtemel başarısızlıktan yeni fırsatlar, başarılar çıkarmanın en iyi yolu. Elinde kendini patlatmaya hazır bunca militan bulunan bir örgüt böyle bir eylem politikasını kolaylıkla yürütebilir.

“İD zayıflıyor mu?” Bu sorunun giderek daha sık sorulmaya başlanmasının tek sebebi, dünyadan Ortadoğu’ya cihatçı-intihar eylemcisi akışının ufak ufak tersine dönmeye başlaması değil. Simgesel bazı işaretler de var. İD’in göz alıcı videoları seyrekleşti. Çok daha dikkat çekici olanı, örgütün dergisi Dabiq’in son sayısı etrafında gözlenen tuhaflıklar. Dijital derginin yeni sayısının kapağı, iki farklı şekilde sunuldu. Daha önce görülmemiş bir şey. Muhtemelen bir iletişim kopukluğunun sonucu. Derginin sayfalarında ilk defa karşılıksız linke rastlandı. Üstelik Dabiq’in Ramazan sayısında! “Yeni sayı çıktı!” duyuruları, bizzat İD taraftarları arasında şüphe yarattı, bir türlü emin olunamadı. Üstüne de iki ayrı kapak…

Örgütün hali tavrı, stratejisi üzerine herkesi düşünmeye sevk eden olgulardan biri de, İD’in Suriye’de, Halep’in kuzeyindeki çarpışmalarda sergilediği beklenmedik taktikler. Bazı köylerden, müstahkem mevkilerinden saldırıya maruz kalmaksızın, çarpışmaksızın çekildiler.
 
Menbic Harekâtı İD şehri ne kadar savunacak?
 
YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Menbic Askerî Konseyi adı altında yürüttüğü harekâtta askerî yönden tuhaf bir durum yok, anlayabildiğim kadarıyla. (Kimi heyecanla kimi hezeyanla ortaya sürülüveren, “girdi!”, “alındı!” tezviratları dışında. Menbic Askerî Konseyi Sözcüsü Şervan Derviş, 8 Haziran öğle saatlerinde, şehre henüz girmediklerini resmen duyurmak zorunda kaldı.)

Koalisyon uçakları İD savunma hatlarını bozuyor, SDG kuvvetleri, yine anlayabildiğim kadarıyla daha çok sarma operasyonlarıyla toprak elde ederek ilerliyor. İD’liler de çember kapanmadan mevzilerini terk edip daha geride yeni savunma hatları kurmaya çabalıyorlar. İlk ilerleme hızlı oldu, ancak ben bu satırları yazarken (9 Haziran, 02:00 suları) SDG Menbic şehir merkezine hâlâ 5-6 kilometre mesafedeydi (bir haritaya göre yer yer daha yaklaşmışlar) -ki, yirmi dört saat önce Menbic’in sadece dokuz kilometre yakınına gelmişlerdi.

İD’çiler kuvvetlerini yoğunlaştırmayı amaçlar görünüyorlar. Ancak Menbic şehir merkezi için ölümüne savaşacaklar mı yoksa orayı boşaltıp SDG ile kendileri arasında yeni bir sınır mı oluşturmaya çalışacaklar, bu konuda güvenilir tahminlere rastlamadım. Birkaç olgu: 8 Haziran sabahı, hapishane olarak kullandıkları Kültür Merkezi’ndeki mahkûmları alıp başka yere götürdükleri bildirildi. Nereye, bilinmiyor. Şehirden de götürmüş olabilirler. Şehrin etrafındaki kuşatmanın tamamlanması için uçaklar Menbic’in batısındaki birtakım İD mevzilerini -bir üniversite binasını- bombaladı. SDG şehrin kuzeyindeki Kürt bölgelerine ulaşmayı başardı. Bu, kuşatmanın sağlamlaşması demek. Koalisyon uçakları Menbic’in içinde birkaç yeri, dış mahallerinde birçok yeri bombaladı. İD’in orayı “kale” haline getirmesine meydan verilmeyecek gibi. İD de geceyarısından sonra, şehrin çevresine savunma amacıyla daha önceden kazılmış hendeklere petrol pompalamaya başladı. Ateşten sur yapmaya niyetliler.
 
Halep’in kuzeyi – İD’çiler sıkışıp Türkiye’ye kaçabilir
 
Tuhaflık, Halep’in kuzeyinde yaşandı. İD, çeşitli ÖSO grupları ve kısmen Türkiye destekli başka cihatçılarla çarpıştığı bölgede birtakım yerlerden (geçen bir hafta-on gün içinde, Ankara’nın YPG’ye oyun alanı bırakmayıp kendi elemanlarıyla iş görme planlarını târumâr ederek aldıkları, sınıra yakın köylerin bazılarından) apansız çekildi. Bu şaşırtıcı adım, İD’in, Menbic harekâtıyla sınırlı olmayan, daha geniş bir stratejik hamle planladığı ihtimaline yoruluyor.

Zaten eğer böyle bir planı yoksa, İD Suriye kuzeyinde sadece elindeki kaybetme değil, üç ateş arasında kalma tehlikesiyle yüzyüze. Bırakıp çekildikleri yerler Türkiye destekli grupların eline geçti, onlar batıdan doğuya ilerleyebilirler. Efrin’den YPG yine batıdan doğuya ilerleyebilir. Suriye ordusu doğuya ilerler ve şu anda batıya ilerlemekte olan SDG kuvvetleri ile karşı karşıya gelirse, kuzeydeki İD’çiler “halifelik”in gerikalanından tamamen kopmuş olurlar.

Doğulu batılı ilerlemeli kuvvetli bütün bu sevimsiz lafları son cümle için ettim. İD’çilerin orada sıkışması demek, kaçabilecekleri tek yerin Türkiye olması demek!

Muhtemelen bir kısmı öbür cihatçı örgütlere kapağı atmayı becerecektir. Karşılıklı bunca savaştıktan, birbirlerini öldürdükten sonra mümkün mü? Mümkün. İD’in pek çok elemanı, “halife”nin askeri olmadan evvel öbür örgütlerdeydi, unutmamak lazım. Ayrıca kimbilir, belki bir “ağabey” bu dövüşen kardeşleri biraraya getirebilir. Ah, medeniyet bânisi, Stratejik Derinlik mucidi büyük âlim, tam İslâm âleminin sana böylesine ihtiyaç duyduğu anda, neredesin!
SDG veya Suriye ordusu, İD’çilerden hatırı sayılır kısmını ele geçirirse ne olur, düşünmesi zor ve düşünmesek iyi olabilir. Türkiye, oradan kaçacak İD’çilere bütün dünyanın gözü önünde kucak açabilir mi? Kilis roketlerinden sonra? Peki ne yapar? Cumhurbaşkanına hakaretten içeri mi atar?

Fantezi gibi görünmesin, çarpışmalar şimdiki manzaraya uygun seyrederse, mesele Türkiye’nin artık rengi attığı için teşhis edilemeyen, eskiden kırmızı bilinen çizgilerinin telef oluşundan ibaret kalmayacak.