İsrail ve Rusya ile neden şimdi?

Bu dış politika hamlelerini iç politikadan bağımsız değerlendirmek Erdoğan’ın en öncelikli oyun planına haksızlık etmek olur

OMER TASPINAR

28.06.2016

Suriye ve PYD nedeniyle ciddi bir tıkanma içine girmiş olan Türk dış politikasında son günlerde ilginç gelişmeler yaşanıyor. İsrail ile normalleşmenin nihayet sağlanması ve Rusya ile yakınlaşma arayışları "dostları azalmış, düşmanları artmış” bir ülkenin içine düşmüş olduğu derin (ve pek de değerli olmayan) yalnızlıktan kurtulma çabaları olarak görülebilir.

Türkiye’nin 2009  yılından beri kriz içinde olduğu İsrail ile ilişkileri normalleştirmek istemesinın arkasında mantıklı nedenler mevcut. Bunların başında bölgedeki stratejik güç dengesinin son dönemde gittikçe İran’ın lehine dönmüş olması var.  İran, ABD ile anlaşıp izolasyonunu kırarken, Ankara Kürt meselesi nedeniyle hem içerde hem de dışarda bataklığa batmış durumda.  Suriye’de baş düşman ilan edilen Kürtlerin hem Amerika hem de Rusya’dan destek alıyor olması Türkiye açısından ciddi bir stratejik başarısızlık. 

Böyle bir fiyasko yaşanırken, uzundur başarıya hasret kalmış Erdoğan’ın İsrail ile normalleşmeyi “Gazze’nin kurtuluşu” olarak pazarlamak istemesi doğal. Hükümete yakın gazeteler “ambargo sona erdi,  Türkiye İsrail’i dize getirdi” yalanıyla toplumu oyalarken, Erdoğan’ın bu fırsattan istifade ederek Putin’den sessizce özür dilemesi de kurnazca bir zamanlama klasiği. AKP tabanı Gazze’nin Erdoğan tarafından kurtarılmasını konuşurken, aslında gözden kaçan gerçek Ankara’nın yavaş yavaş dış politikada pragmatizme geri dönüş sergiliyor olması. Erdoğan’ın Rusya ile barışma arayışları bunun en açık kanıtı.  

Kanımca bütün bu dış politika hamlelerini iç politikadan bağımsız değerlendirmek Erdoğan’ın en öncelikli oyun planına haksızlık etmek olur. Nedir bu oyun planı ? Tabii ki başkanlık sistemi ve daha da önemlisi bu sistemin halka pazarlanması.  Erdoğan’ın başkanlık ısrarı konuşulurken bir nokta nedense sık sık gözden kaçırılıyor: halk başkanlık sistemi konusunda pek heyecanlı değil. Birçok kamuoyu araştırmasına göre başkanlık sistemini istemeyenlerin oranı çok yüksek.

Haliyle Erdoğan gibi popülist bir lider açısından bu toplumsal destek eksikliği ciddi bir sorun.  Öte yandan durum Erdoğan açısından ümitsiz değil çünkü halk Erdoğan’ı bütün sorunlara rağmen başarılı buluyor. Bu toplumsal dinamikler Erdoğan açısından bir fırsat teşkil ediyor.  Bu fırsatı doğru değerlendirmek isteyen Erdoğan’ın yapması gereken şey belli: geniş kitlelerin gözündeki Erdoğan sevgisini ve başarısını başkanlık sistemiyle birleştirmek. Yani Erdoğan ve başkanlık sistemi arasında daha organik bir bağ kurmak. 

Bilindiği gibi, Ahmet Davutoğlu “görevden uzaklaştırıldıktan” sonra,  Erdoğan etrafını düşük profilli isimlerle çevirdi. Burada amaç toplumda henüz rağbet görmeyen başkanlık sistemini fiili olarak devreye sokmaktı. Artık Erdoğan dışında kimsenin yüksek profilli olmaya hakkı yoktu. Hele ortada çoktandır hasret kalınan bir dış politika başarısı olacaksa, başkanlık  sistemi için son viraja girilen şu ortamda bu başarıların sadece ve sadece Erdoğan’ın hanesine yazılması elzemdi.  Davutoğlu gibi özellikle dış politika konusunda iddıalı, ve her konuda kendisine kredi çıkarma alışkanlığı olan isimlere artık Saray’ın tahammülü yoktu. Bütün başarı reisin hanesine yazılmalı ve reis dışında kimse kredi toplamamalıydı. 

İsrail ile normalleşmeyi işte bu iç politika önceliği ve gündemi çerçevesinde değerlendirmek lazım. Ama tabii ki bu arada ortadaki "küçük bir detayı"  da gözden kaçırmamak gerekiyor.  Israil ile normalleşme konusunda ortada aslında öyle övünülecek büyük bir başarı yok. Ama gerçekler uzundur Türkiye'nin sanal dünyasında pek ağırlık taşımıyor. Zaten tam da bu nedenle İsrail ile normalleşme “Gazze’ye ambargonun sona ermesi” ve “Türkiye her istediğini elde etti”gibi yalanlarla paketleniyor. 

Türkiye normal bir ülke olsa bağımsız ve özgür bir medya  meselenin biraz üzerine gidince ortada ciddi bir başarı olmadığını hemen görürdü. Bilindiği üzere, Mavi Marmara krizi sonrasında Türkiye’nin üç şartı vardı: özür, tazminat ve Gazze'ye ablukanın kaldırılması.  Bu üçüncü şart, yani Gazze meselesi, normalleşme sürecini son iki yıldır zora sokan temel sorundu. Gazze ve ambargo konusuna girmeden önce kısaca diğer iki şarta değinelim. Bu iki şart konusunda da ortada büyük bir başarıdan çok ancak pragmatik bir "amaca ulaşma" ve tavizler durumundan bahsedilebilir. 

Bundan yaklaşık iki yıl önce, Netanyahu’nun özür dilemesi ABD Başkanı Obama’nın devreye bizzat girmesi sayesinde gerçekleşti.  Ve bu özür sınırlı bir şekilde “operasyonel hatalara” bağlı olarak dile getirildi. Daha da önemlisi bu özür Türkiye’nin İsrailli askerlere karşı uluslararası mahkemelerde dava açmayacağını garanti etmesi sayesinde gerçekleşti. Böylece Netanyahu Mavi Marmara’da suç işlemiş askerlerini korumayı başardı. Aynı şekilde tazminat konusunda da Türkiye istediğini elde edemedi. Pazarlık 200 milyon dolar gibi astronomik bir rakamdan başladı.  İsrail bunun ancak onda birini ödemeyi kabul etti. Anlaşmaya göre 21 milyon dolar bir vakıf fonuna aktarılacak. 

Gelelim en büyük ‘’başarımız’’ olan Gazze konusuna. Türkiye basını bundan habersiz olabilir ama Gazze'ye ambargo ve abluka devam edecek.  Hükümetin çok övündüğü başarı bu ablukanın insani yardımlar konusunda biraz sulandırılmasından ve Türkiye’ye verilen bazı tavizlerden ibaret. Yapılan anlaşmaya göre Türkiye’nin göndereceği yardımlar İsrail’in Aşdod Limanı’na indirilecek ve İsrail tarafından denetlecek.  İsrail zaten Mavi Marmara gemisine taşıdığı yardım malzemelerini Aşdod Limanı’na indirmesi ve izin verilecek malzemelerin Gazze’ye aktarılmasını teklif etmişti. Teklif reddedilince de gemiye uluslararası sularda saldırılmıştı. Yani aslında Gazze ve ambargo konusunda bunca yıl sonrasında  gelinen nokta aynı. İnsani yardımlar ancak ve ancak İsrail’in onay vermesi durumunda Gazze’ye gönderilecek.  

İsrail ayrıca, gene insani yardım çerçevesinde Türkiye’nin Gazze’de bir enerji santrali, deniz suyu arıtma tesisi ve Almanya ile ortak olarak bir hastahane kurmasına izin verecek. Bu olumlu adımlar sayesinde Erdoğan  AKP tabanına ve Türk kamuoyuna "Gazze fatihi ablukayı kaldırdı" deme başarısını tekeline almış oluyor.

Erdoğan’dan popülizm konusunda pek eksik yanı olmayan Netanyahu ise Hamas konusunda Türkiye'den istediğini elde ettiğini açıklamakla meşgul. Onun başarısı da birkaç Hamaslı yetkilinin Türkiye'den çıkmış olması. Oysa hâlâ önde gelen Hamas liderleri Türkiye’de ve de faaliyetlerine devam ediyorlar. Üstelik geçtiğimiz Pazar günü Erdoğan Hamas lideri Halit Meşal ile İstanbul'da buluştu.  Tahmin edildiği gibi hem Erdoğan hem de Netanyahu kendi tabanlarına istedikleri mesajı vermeye devam edecekler. Popülizm son hız devam ederken, anlaşmanın belki de en somut getirisi enerji konusunda olacak. Zira bu anlaşma sayesine Türkiye ve İsrail Doğu Akdeniz doğalgaz kaynakları konusunda işbirliği arayışına girecekler.

İsrail ile normalleşme sayesinde artık “Gazze fatihi Erdoğan” için başkanlığa giden yoldaki dış politika söylemi belli. Suriye, PYD ve PKK gibi konular unutturulacak. Sessizce Rusya ile normalleşme arayışı devam ederken, gümbür gümbür Gazze’nin kurtuluşu pompalanacak. Ve tabii ki bu arada reis Avrupa Birliği’ne rest çekmeye devam edecek.  Ana kural belli: başarılar hep reisin hanesine yazılırken, hatalar konusunda Davutoğlu dönemi günah keçisi olacak. Amaç Erdoğan’ın toplumun gözündeki başarılı imajını başkanlık sistemiyle entegre etmek.