İstihbarat örgütü olarak TÜGVA
TÜGVA belgeleri / 3 • “Yeni neslin zihin inşası”, billboard’larda ayeti kerimeler, gönüllü sivil muhbir örgütü olmaya adaylık…
28.10.2021
Şimdi de “Darbe Girişimi Sonrasında STK’lara Düşen Görevler” belgesine göz atalım. Burada madde madde sıralanan önerileri olabildiğince özetlemeye, aktarmaya çalışacağım. Bunların bir kısmı yazı dizimin daha önceki bölümlerinde de geçen görüşlerin tıpkısı ya da özetlenmiş, maddeleştirilmiş halleri.
Bazı öneriler doğrudan dinî-ideolojik zihin mühendisliğine ilişkin (buna “inşa” demeyi pek seviyorlar): “Cemaatin en fazla tahrifi dine olduğundan dolayı dini meseleler ve kavramlar ile alakalı zihinleri inşa edici eylem planları hazırlanmalı ve uygulamaya konulmalı” ya da “Uyanışa şahitlik etmiş yeni neslin zihinlerinin doğru ve nitelikli inşasına önem verilmelidir” gibi. Haydi “uyanış” gibi abartı şaheseri şişkin kolileri görmezden gelelim, mağduru ve şahidi olduğumuz iktidar pratiği gözönüne alınınca şu kısım basbayağı kara mizah: “İtaatin Allah adına iş yaptığını iddia ederek akaide aykırı iş yapanlara değil bizzat Allah’a edilmesi gerektiği ve bu itaatin de menfaat için değil yalnız Allah rızası için olması gerektiği öğretilmelidir.” Önce kendiniz öğrenseydiniz, diyor, geçiyoruz. Ama az aşağıda “FETÖ/PDY” olarak anılacak teşkilata “Cemaat” demekten o sırada henüz vazgeçilemediğini görmezden gelemiyoruz.
TÜGVA’cılar, dindar toplum yaratma faaliyetini deterjan pazarlamaktan ne kadar ayırt edebildikleri konusunda şüphe yaratıyor, günümüz İslâmcısının ufkunu neden iki santim olsun genişletemediğine ilişkin araştırma ihtiyacını gözümüze sokuyorlar: “Yaygın bir şekilde Kur’an ve Sünnet ışığında yaşantının önemi öncelikle gençliğe ve topluma kazandırılmalıdır. Örneğin; billboardlarda yayınlanacak ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler ile kitlelere ulaşılmasının yanında sokaklarda kurulacak stantlarda değerlerimiz anlatılmalıdır.”
Ve sıra “değerlerimiz”in ayakları yere basan anlamında. Dinî mi bunlar? Sürpriiz! Değil. Millî: “İhanet için organize olmuş evlerin ve yurtların kapatılmasıyla birlikte milli düşünceyi öğretecek evler ve yurtların açılması için çalışmalar yapılmalı buralarda izlenecek müfredat ve yol haritası titizlikle hazırlanmalıdır” (vurgu benim -ük). Ve nihayet hepimizin ayakları da yere basıyor, “okul ve yurt konusunda Tügva ve Türgev gibi vakıfların belli bir süreliğine maddi olarak desteklenmesi” talebi, daha yukarıda da aktardığım cümlelerle tekrarlanıyor.
İlginç olan, TÜGVA’cıların “her faaliyette ve planda ayrıştırıcı dilden uzak durulması”nı vurgulamaları: “Vatanımızın her kesiminden gençliğe temas ederek milli şuurun kazandırılması ve canlı tutulması hedeflenmelidir.” Billboard’lara ayet-i kerimeler ve hadisler koyarak yaratılacak “millî şuur”dan kastın ne olduğunu, 15 Temmuz’a yüklenen anlamdan çıkarmamız gerekiyor. TÜGVA’cılar, biraraya getirip ne üreteceklerini anlamakta zorlandığımız kavramları peşpeşe dizebiliyorlar: “Türkiye’nin birleşmesi”, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kavramı”, “15 Temmuz’un unutulmaması için … aidiyet grupları”, “Milli birlik ve beraberliği destekleyici bir hareketin oluşmasını sağlayacak ortak çatı”… Necmettin Erbakan’ın “demokrasiye gerek yok, çünkü bir gün herkes bizden olacak” düsturunu hatırlatıyor, kendi zihniyetlerini “millî” diye sunmaları. Kimbilir, belki de katliamsever insansevmez megalomanın “Müslüman, namaz kılan Türk’tür” vecizesine kapılmış gitmişler… Kendilerinden başka “millî” unsur tanımayanların arasındayız. Patoloji bölümünün yanındaki binada.
Devlete istihbarat yardımı
TÜGVA’nın, sadece Fethullahçıların değil kısmen Ülkü Ocakları’nın da yerine oynadığını düşünmemize yolaçan önerileri var. Şuna bakınız: “STK’lar FETÖ/PDY’nin yuvalandığı yerlerde mensuplarının tespitinde de aktif rol oynamalıdır. Devletin istihbarat elemanlarının ve uzmanlarının mevcut durumda yeterli olamayabileceği düşünüldüğünde sivil inisiyatif olarak devletin desteklenmesi bu aşamada önemlidir” (vurgular benim -ük).
“Devletin istihbarat elemanları ve uzmanlarına” yardımcı olabilmeleri için, burada “STK” diye anılan kuruluşların üyelerinin bu alanda eğitilmeleri şart. Bu da TÜGVA’yı -ve onların “STK” dediği başka kuruluşları- sadece iktidarın hizmetindeki güdümlü teşkilatlar yapmakla kalmıyor, devletin seçilmeyen, denetlenemeyen, gizli kapaklı organlarına göbekten bağlıyor. Yani bu metni hazırlayanların kafasındaki “STK”, yalnız iktidardaki siyasî partinin kolu gibi çalışan teşkilat değil, bir nevi gönüllü istihbarat örgütü. Burada açık ki, tam teşkilatlı bir faşizan tek-partinin toplumu tepeden aşağı örgütleyeceği bir model öngörülüyor.
Eski Fethullahçı, yeni ve eski Ulusal TV + Akit mensubu Nurettin Veren’in sağda solda konuşturulması, kitaplarının basılıp dağıtılması, sosyal medya için “kısa süreli” videolar hazırlanması, bunların yurtdışında “izlenmesinin sağlanması”, web siteleri kurulması gibi önerilerin bu metinde de tekrarlandığını belirtip çok ilginç bir başka maddeye geçelim: “Yurtdışı algı yönetimi için tüm STK’ların ortak bir organizasyon ile bu algıyı ülkemiz lehine döndürecek çalışmaları yapması. Yaba[n]cı şerefsizler nasıl parayla makale yazdırıp yayınlayarak algı yönetiyorsa bizde doğruları yabancı kaynaklara göndererek algıyı yönetmeliyiz” (vurgular benim -ük).
Anlıyoruz ki, “algı yönetimi” bu insanların dilinde sadece başkalarının görüşlerini baştan değersizleştirmek için kullanılan motif değil, basbayağı değerli faaliyet. “Algı” âdetâ mücevher. Veya yutanı görünmez kılan sihirli hap. Sinir bozucu ama komik, kabul edelim ki. Ve bu konudaki tutku sahiden uçuk boyutlarda: “Bu işin gerçek sahibinin Amerika olduğunu STK’larımızın güçlü hukukçularının gerekli araştırmaları ortaya koymasını yani kanıtlarıyla ve dünya medyasında bu algının oluşmasını sağlamalıyız” (vurgu benim -ük). Şunu da ekleyince teşhis için gerekli muayene tamamlanacak: “15 Temmuz’un filmi çekilip bütün dünyada yayınlaması sağlanabilir. (Mesela bunu Kurtlar Vadisi yapabilir)”.
Açıkçası, beni belgenin sahiciliğinden şüpheye düşüren tek yer burası oldu. Sonra, bugüne kadar karşılaştığımız durumları, önümüze serilen zihniyeti, bilgi ile, dünya ile ilişki tarzını yeniden azıcık gözden geçirince şüphem dağıldı. Hele şu maddeden sezilebilen beceriksizliği fark edince, bütünüyle acı gerçekle karşı karşıya bulunduğumu hissettim: “Eğitim kampları ve seminerleriyle lojistik imkân sunduğumuz gençleri şuurlandırmamız gerekir.”
Sadece merakım bâki kaldı: “Lojistik imkân”lar nelerdir acaba? Bunlar nasıl eğitim kampları ki, o eğitim nasıl eğitim ki, hepsi “lojistik imkân” olarak adlandırılabiliyor? Neden böyle bir terminoloji seçiliyor?
—
Ümit Kıvanç'ın TÜGVA Belgeleri konulu yazı dizisinin ikinci bölümü.
Ümit Kıvanç'ın TÜGVA Belgeleri konulu yazı dizisinin birinci bölümü.