“İtirazım var!” diyemezsek eğer…
“Kader” demeyecekseniz, ihmal ve sorumsuzlukların hesabını soracaksınız. Yoksa bu “kaderi” yaşamaya da, taşımaya da, ağlaşmaya da devam ederiz.
21.10.2022
14 Ekim günü Amasra’daki maden ocağında, resmen açıklanmamış olmakla beraber grizu patlaması sonucu 41 işçi yaşamını yitirdi. Ağır yaralı 5 işçinin hastanedeki tedavileri devam ediyor. Ölen işçiler toprağa verildi. Aileleri, yakınları, sevenleri yasta. Siyasiler “olay” yerine koştular. İktidarda olanlar “kaza” dedi, “aslında her türlü önlem alınmıştı ama…” dedi, Reis de Soma için söylediğini tekrar etti, “kader” dedi.
Muhalif siyasiler, “kaza değil cinayet” dedi, birkaç ay önceki Sayıştay raporunda dikkat çekilen riskleri hatırlatan açıklamalar yaptı, ilgili bakanı istifaya davet etti, vb. Atlamış olmayalım; hayatını kaybeden madenciler “şehidimiz” ilan edildi, sağ kurtulanlara da “gazi” denecek ve maaş bağlanacak mı, onu anlamadım.
Bu “kader” lafıyla “dalga geçen” olmuş mu gerçekten Reis’in iddia ettiği gibi; kim ya da kimler, ne zaman? Olsa ânında kendini kodeste bulur ve günlerce bunun üzerine yayınlar yapılır, yazılar yazılır, tartışmacılar birbirine girer ve sosyal medya karışırdı… Düşündüm ve hatırlayamadım öyle bir şey. Eleştiriler oldu, evet, ama eleştiri ile “dalga geçmek” arasındaki farkı herkes pekala bilir.
Bunun üzerine düşünürken Soma faciası vesilesiyle Taraf’taki bir yazım aklıma geldi. 15 Mayıs 2014 tarihli yazının başlığı, “Kader değildir ya, kaderdir diyek” idi. Yazıdaki şu soru maalesef güncelliğinden ve ağırlığından hiçbir şey yitirmemiş:
“Dünyada maden kazası ve bu kazalarda hayatını kaybeden işçiler haberleri ile sarsılan kaç tane ülke kaldı? Dünyada insan hayatının söz konusu olduğu yerde iş ve çalışma güvenliği açısından kontrol ve denetimlerin önemini, yitirdiği onca cana rağmen hâlâ kavramamış olan kaç tane ülke kaldı? Dünyada insan hayatının bu denli ucuz olduğu kaç tane ülke kaldı? Ve dünyada ‘katliam gibi’ dedirten kazaların ardından ölenlere Tanrı’dan rahmet, yaralılara acil şifalar ve acılı ailelere sabır dilemek dışında kendisinde herhangi bir sorumluluk duymayan bizdeki gibi bir devlet ve hükümet örneği var mı? Kaldı mı?” (Yazının tamamı burada.)
Niyetim bir “Ne alakası var kaderle? Tedbirsizliğin, ihmalkarlığın, gözünü kâr hırsı bürümüşlüğün, sorumsuzluğun adı niye kader olsun!” yazısı yazmak değil. Yazanlar, söyleyenler oldu. Ama meseleyi bir de tersine çevirerek okurun dikkatine getirmek istediğim hususlar var.
Dilerim bu sonuncu olur ve bir daha bu acı yaşanmaz ama sadece üzerinde bir parça düşünmek açısından diyorum; velev ki bu kaza misal CHP iktidarı döneminde oldu. CHP’li yetkililer, “Bu işin fıtratında var böyle kazalar. Aslında her türlü önlem alınmış, denetimleri yapılmıştı ama yine de oldu işte; kader…” türü açıklamalar yaptılar. Bugün Sayın Reis’in “fıtrat, kader” açıklamalarını kırk dereden taşıdıkları suyla gerekçelendirmeye çalışanlar o zaman da aynı tavrı alırlar mı acaba? Hiç sanmıyorum…
Kimse alınmasın, gocunmasın, kızmasın ama üzerinde hiç değilse düşünsün diye dikkat çekmek istediğim bir husus da, acıyı direkt yaşayanların ve onların örgütlerinin tutumuyla ilgili.
Facianın ardından birçok şehirde “Emek ve Demokrasi Platformu” basın açıklaması tarzında protestolar düzenledi. Ankara’daki protesto etkinliğinde gözaltına alınanlar da oldu. Diğer şehirleri bilmiyorum ama İstanbul, Kadıköy’deki gösteride sendikalar ve işçilerden ziyade sol partilerin taraftarı gençler, öğrenciler vardı. İşçi sınıfımız ve çıkarlarını gözetsin, taleplerini gündemleştirsin diye aidat ödedikleri sendikalarımız, federasyon ve konfederasyonlarımız, Amasra’daki işçi kardeşlerinin acısını daha çok evde ve sosyal medya üzerinden paylaşmayı tercih ettiler gördüğüm kadarıyla. Açıklamalara bakılırsa bu “kader” açıklamasını protesto da etmişler, yaşananın cinayet, katliam olduğunu da dile getirmişlerdi. Kınamaksa kınamış, slogan atmaksa slogan atmış, protesto etmekse protesto etmişlerdi işte; bir sürü tweet atmış olmalılar, saymadım.
Bir zamanlar, işçi sınıfının bizde de “hareketli” olduğu zamanlar yani, “Hak verilmez, alınır” diye bir slogan atılırdı meydanlarda. Sadece bizde değil, genel olarak da öyledir: Hak dediğin bahşedildiği, lütfedildiği zaman değil uğruna mücadele edilerek kazanıldığı zaman kalıcı bir anlam ve değer ifade eder, gerçek bir kazanım olur.
Adına ister “kaza”, ister “cinayet” denilsin; ortada ihmaller var, sorumsuzluklar var, işçilerin yaşamını hiçe sayan bir zihniyet var. Eğer “kader” demeyecekseniz, “şehit ve gazi olduk daha ne” demeyecekseniz, o ihmal ve sorumsuzlukların hesabını soracaksınız. Cinayetin sorumlularının istifa etmesini, yargı önünde hesap vermesini isteyeceksiniz. Bunu sadece tweet atarak değil, meşru ve demokratik zeminde sonuç alana değin mücadele ederek yapacaksınız…
Yoksa… Yoksa bu “kaderi” yaşamaya da, taşımaya da, ağlaşmaya da devam ederiz.
Müslüm Gürses’in “İtirazım var!” isyanı olsun bu yazının ana fikri de:
İtirazım var bu zalim kadere
İtirazım var bu sonsuz kedere
Feleğin cilvesine
Hayatın sillesine
Dertlerin cümlesine
İtirazım var
(…)
Ben hep ezilmeye mecbur muyum?
İtirazım var bu yalan dolana
Benim şu dertlere ne borcum var ki
Tuttu yakamı bırakmıyor
Benim mutlulukla ne zorum var ki
Bana cehennemi aratmıyor