“İyi gazetecilik” ve iddiaları
Gazeteciliğin kutsal bir kuralı var: Yazar icat etmemelidir. Gazetenin lejantında ise şöyle yazmalı: BU HABERLERİN HİÇBİRİ UYDURULMAMIŞTIR.”
16.05.2022
“Bilim daha baştan kendi yanılabilirliğini kabul eder. İyi gazetecilik de öyle.” Dünyada gazetecilik üzerine düşündüklerine, söylediklerine mutlaka kulak verilmesi gereken (sosyolog, tarihçi) akademisyenlerin önde gelenlerinden Michael Schudson, Gazetecilik Neden Önemli? kitabının Türkçe baskısına yazdığı önsözde böyle diyor. Ve devam ediyor: “Belki bilimden daha az, daha gayriresmî ve daha aceleyle, ama doğruya ulaşma hedefi ve insan aklının yanılabilirliği konusundaki kadim bilgiye dayanarak kabullenir bunu.” Hem “doğruya ulaşma hedefi” hem de “insan aklının yanılabilirliği”nin “kadim bilgi” sayılması konusunda bizim kültürümüze ne kadar aykırı söz! Çünkü biz doğruya ulaşmanın değil, herkesin bizim doğru bellediğimizi kabullenmesinin peşinde koşarız. İnsan aklının yanılabilirliğinden ise, bizimkinin değil başkalarının aklının yanılabilmesini anlarız.
Evet, bunları istemeyiz, ama gazetecilik yapılmasını, üstelik bazılarımız kendimiz yapmayı istiyoruz. Parti gazetesi çıkarmayı, propaganda bülteni hazırlamayı, senaryo yazmayı, masal üretmeyi, hikâye uydurmayı değil de gazetecilik yapmayı isteyenlerimiz çıktığına göre, onların bunlardan farklı bir şeylerin peşinde olduklarını varsaymalıyız. Ne yazık ki hâlihazırda burada gazetecilik adı altında yürütülen faaliyetin pek azı sahiden bu mesleğin adıyla anılacak nitelikte. Gazetecilik iyi yapılmıyor olabilirdi, uğraşılıyor ama becerilemiyor olabilirdi; böyle değil.
Bu ad altında bambaşka işler hedefleniyor ve pekâlâ meşru da görülüyor. Siyasî hasmın propaganda elemanına gazeteci muamelesi yapılabiliyor. Kendi tribünündeki yalancıya da. Hatta kendi haber alma hakkıyla oynandığını bilse de, okurların hatırı sayılır kısmı da gazetecilik mesleğinin doğru dürüst yapılmasını değil, kendi önyargılarının, tepkilerinin, öfkelerinin kendisinin beceremeyeceği şekilde ve erişemeyeceği yüksek volümde dile getirilmesini arzuluyor.
Oysa gerçekliğin nesnel bilgisinin dahi tartışma konusu kılındığı, “hakikat sonrası” gibi tehlikeli saçmalıkların milyonlarca insanın aklına sokulduğu şu dönemde, gazetecilikten daha önemli meslek az. Gazetecilik doğrudan doğruya etrafımızdaki gerçeklikle ilişkimiz hakkındaki bir faaliyet. Ve neyse ki, bu mesleğin yürütüldüğü “piyasa” koşullarının sertliğine, acımasızlığına rağmen bu mesleği hakkıyla yapmak için didinen birçok cefakâr insan, arkadan da gelen hevesli gençler var.
Lâkin sahici gazetecilik için hem günün hem yakın geleceğin koşulları iç açıcı değil. Bu durumda mesleğin olmazsa olmazlarını, ne olursa iyi olurlarını tekrar tekrar hatırlamak, günün koşullarına göre yeniden formüle etmek elzem. İşte Schudson’ın kitabı bu açıdan bulunmaz hazine.
Gazetecilik neden Önemli?’yi başka bir dizi kitapla birlikte um:ag Vakfı Yayınları Yayın Yönetmeni Tezcan Durna bana gönderdi; eksik olmasın. 7/24 her taraftan küfür hakaret yediğimiz şu memlekette birilerinin de bunca yılın emeğine değer vermesi ne güzel…
um:ag, gazetecilik alanında -ısrarla!- birçok faydalı kitap yayımlıyor. Bilmiyorum, özellikle genç meslektaşlarımız ilgileniyor mu bu besleyici faaliyetle. Keşke ilgilenseler. En azından, -umarım başlangıç olarak- Schudson’ın kitabını hararetle tavsiye ederim. Çünkü gazeteciliğe dair, çok ihtiyaç duyulan genel bir yaklaşımı, daha dobra ifadesiyle: hangi kafayla yapıldığında bu mesleğin anlam kazandığını pek güzel tarif ve tasvir eden bir metin. O halde ona dönelim. Niyetim bu kitaptan aktaracağım tespitlerden hareketle bir süre gazetecilik üzerine sohbet etmek.
Hâlâ çok önemli
Schudson kitap boyunca ısrarla gazeteciliğin belkemiği, kalbi, beyni… artık ne diyeceksek onu tanımlamaya çalışıyor ve “topluluk/dayanışma”, “dava”, “eğlence” gazeteciliği gibi türleri de meslek kapsamında saymakla birlikte dikkatini esas olarak, o olmasa böyle bir meslekten de söz edilemeyecek tür üzerinde yoğunlaştırıyor: “olgu-merkezli, bilgi aktaran, ikna edici ve iddialı profesyonel” gazetecilik. Schudson, “bunun hâlâ çok önemli” olduğunu düşünüyor, ancak hemen önsözde, “türümüzün kibri”ne dair uyarısıyla birlikte şu incelikli cümleyi yanına katıyor: “…dünya vatandaşları olarak gençlerin, gazeteciliği her şeyin başı ve sonu, her sorunun çözümü veya her sorunun nedeni olarak görmeksizin ciddîye almayı öğrenmelerine yardımcı olmak istedim.” Böylece, çoğu zaman her şeye kâdir -bazen de salt kandırmaca- sanılan mesleğimizden söz ederken sınırsız bir ummanda bulunmadığımızı hatırlatıyor.
Esas metne insanların “tarihlerinin çok büyük kısmında” her türlü yaşamsal faaliyetlerini “manşetler, tweet’ler, muhabirler ya da editörler olmaksızın” sürdürdüklerine işaret ederek giren yazar, “Gazetecilik her zaman önemli değildi,” diyor, “ama bugün çok önemli” (vurgu benim -ük). Schudson burada net ayrım yapıyor: ona göre, varolan birçok gazetecilik türü insanlık için vazgeçilmez değil; “ancak bazı gazetecilik türlerinin yokluğu, iyi bir toplum, özellikle de iyi bir demokratik siyasî sistem inşa etme umutları bakımından yıkıcı olacaktır…” Ve yazarımız, alçakgönüllülüğüne baştan sempati duymamıza yol açan şu kaydı ekliyor bunun arkasına: “…ya da ben burada bunu ileri sürüyorum”.
Yaklaşımı doğrudan, hak-hukuk temelli, adaletli, özgürlük ve haysiyetin gözetildiği bir ortam anlamına gelen “iyi bir toplum” ve bunun hem tamamlayıcısı hem önkoşulu “iyi bir demokrasi”yi temel alıyor, gördüğümüz gibi. Çünkü gazeteciliğin elzem oluşundan söz ederken demokrasiyi bu gerekliliğe içkin sayarız. Bahsedilen ciddî profesyonel gazetecilik de demokrasinin hem tamamlayıcısı hem önkoşullarından. Schudson’ın söz ettiği, “…muhabirlerin, fotoğrafçıların, belgesel filmcilerin, blog yazarlarının, podcast yapımcılarının ve profesyonel gazetecilik normlarına göre çalışan diğer kişilerin, hükümetlerin hem genel hem de özgül şekillerde hesap verebilir olmalarını sağlayan orijinal gazetecilik üretimleri…” (vurgu benim -ük). Bu ayrımı hep vurguluyor: savunduğu gazetecilik, bazı normlara göre yapılan iş; “doğruluğun (accuracy) temel bir yetkinlik ölçüsü ve dürüstlüğün (truthfulness) önemli bir etik kural olduğu, çağdaş dünyanın olgulara sadık bir portresini vermeyi hedefleyen kamusal bir misyon…” Schudson’ın tanımında yer alan “iddialılık”ın açılımıysa şöyle: “araştırmada iddialı, analizde iddialı, iktidar koltuğunda oturanlara meydan okumada iddialı”.
Çelişen kurallar
Yazarımıza göre “gazeteciler için birincil kural” basit: “Önce gerçeği ortaya koy.” Schudson bunu “doğruluk dürtüsü” diye adlandırdığı, bizim burada çok kişinin kulağında uzaylıların sofra adabı kuralları gibi tınlayacak bir zorunlu hasletle birleştiriyor: “sahte, abartılı veya yozlaşmış haber üretmemeyi öğrenmek”ten, “gerçekliği ideolojik tutarlılığa veya politik savunuculuğa tâbi kılmamak”tan, “reklamverenin ya da yayıncının ticarî çıkarlarına ve hatta izleyicilerin zevklerine teslim olmamak”tan, “haber merkezindeki fikir birliği kendi gözlemleriyle çatışırsa [gazetecinin] meslektaşlarına boyun eğmemesi”nden bahsediyor: “Etik gazetecilik hakkında kesinlikle doğru olan şey tam da muhabir (ve romancı) John Hersey’in 1980’de söyledikleridir: Gazeteciliğin kutsal bir kuralı var: Yazar icat etmemelidir. Gazetenin lejantında ise şöyle yazmalı: BU HABERLERİN HİÇBİRİ UYDURULMAMIŞTIR.”
“İkinci kural” ise, yazarımıza göre “göründüğünden çok daha karmaşık: hikâyeyi takip edin.” Bu öncelikle şunları içeriyor: “bir dileği takip etmeyin, bir çizgiye bağlı kalmayın, bir modaya boyun eğmeyin, kalabalığa uymayın”. Ama asıl karmaşık ve derin anlam başka bir yerde saklı: “Hikâyeyi takip etmek, hikâyenin nereye gideceğini tahmin edemeyeceğiniz ve tahmin etmemeniz gerektiği anlamına gelir.” Bu görüş, çoğumuzun çoğu zaman kendini yoksun bıraktığı o hayatî sağlıklı şüphe silahı için bir nevi kullanma kılavuzu: “Siyasî, partizan, ideolojik önyargılar ve bağlılıklar, insanın sevdiği kişileri partileri ve davaları olumsuz gösteren ‘uygunsuz gerçeklere’ ve olgulara açılacak yolu kapatırsa, o kişi hakikate olan bağlılığını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalır.”
Ve Schudson bunların ardından hemen ilk iki kuralın sık sık birbiriyle çelişmesinin kaçınılmazlığına varıyor: Çünkü uydurmamak ve olguları sadece tutarlı şekilde aktarmak iyi haber için yeterli şartlar değil. Aynı zamanda uydurulmamış olguların “duygusal açıdan çekici bir hikâyede bir araya getirilmesi” gerekiyor. Ve gerçeği alâkasız süsler arasında eğip bükmeden okura çekici gelecek tarzda hikâye edebilmek, yani gerçekle abartının, uydurulmamışla süslenmişin birbirlerine girdiği “bitmek bilmeyen çatışma”yı meşru yoldan sona erdirmek, sahiden hem muhabirlik refleksleri hem etik sağlamlık hem de yazarlık kabiliyeti gerektiriyor.
Schudson’ın her sayfasını çizgilerle, soru işaretleriyle, ünlemlerle, notlarla bezediğim kitabını karıştırmaya devam edeceğim.