İyilikler dilerim. Siz de benim için dileyin lütfen.
Politika yapma süreçlerinde bana düşen bu mudur? Bu kadar mıyım? Daha fazla nasıl katılabilirim?
07.07.2022
Bir akşam televizyonda Kılıçdaroğlu’nu gördüm. Elinde mikrofon, büyük bir sahnenin bir ucundan diğer ucuna yürüyerek konuşuyordu. “İlk kez oy kullanacak 7 buçuk milyon genç var” dedi. Gençleri oyvericiler olarak önemsedi. Diğer söyledikleri aklımda kalmadı. Sahnede yürüyüşü, dönüşleri, el kol kullanımı dikkatimi çekti.
Konuşmasını bitirince, bir görevli Kılıçdaroğlu’ndan mikrofonu aldı. O esnada diz kırıp eğildi. Bu hareketi politik figüre saygı gösterisi olarak yaptı. O detay bana, yetişkin müsameresi izlediğim duygusunu verdi.
Kılıçdaroğlu mikrofonu verdi, sahnenin ortasında kurşun asker hareketsizliği ile durdu, yanına yöresine Millet İttifakı’nın temsilcileri dizildiler. Toplu resim verdiler.
“Yetişkin müsameresi” düşüncesinden uzaklaşmaya çalıştım. “Elimizdeki muhalefet bu, çaba sarf ediyorlar, haksızlık etmeyeyim, bu kadar yetişkinin bir bildiği vardır” dedim. O esnada burnuma, eleştirmekten çekinen pasifistin kendine gerekçe üretişinin kokusu geldi.
Olup biteni, ertesi gün basından okudum: “Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, göreve başlamasının 3'üncü yılında geçen süreci değerlendirdi, projelerini tanıttı. (…) 110 projenin toplu açılış, temel atma ve tanıtım töreni, Ankara Spor Salonu'nda gerçekleştirildi.”
Okuyarak daha iyi anlıyorum. Gazeteciler –doğal olarak– benim “müsamere” dediğim şeylere, elinde mikrofon ile sahnenin bir ucundan diğerine yürümelere, sair detaylara takılmıyor, etkinliğin özünü veriyorlar.
Belediye, son 3 senede ne yaptığını ve daha neler yapmak istediğini yazılı basın üzerinden aktarmak yerine, büyük bir salonda sahne gösterisi olarak sunmayı tercih ediyor. Kılıçdaroğlu’nu, Millet İttifakı temsilcilerini davet ediyor. “Ne yaptık ve daha neler yapacağız” konusu, temsilcilerin katılımı ile bir gösteriye dönüşüyor.
Son sözümü baştan söyleyeyim, çok aktörlü, ortak emekli süreçlerin tek adamın işi, eseri olarak sunulmasından huylanıyorum. Konuya dair kalem oynatmamın nedeni bu.
(Türkiye’de politik figürlerin kamuyu doğrudan ilgilendiren konuları, kamuya raporlamak, arz etmek için sahne kullanımları, sahneden seslenmeleri ne zaman başladı? Şarkıcı, türkücü, film oyuncusu gibi popüler figürlerin milletvekili olarak parti listelerinden siyasete dâhil edilmeleri modası ile bir önceki soru cümlem arasında bir ilişki/ilinti olabilir mi?)
Diyelim ki salondayım, seyirciyim izliyorum, alkışlıyorum. Ki o zaman sadece izleyen biri olmaktan çıkıyorum, katılan oluyorum. Katılımım alkışlamak ile sınırlı. Bu sınırlılık sahnedekiler ile aramda bir tür mesafe midir? Politika yapma süreçlerinde bana düşen bu mudur? Bu kadar mıyım? Daha fazla nasıl katılabilirim?
3 yıllık kamusal bir hizmet raporunu kamuya arz edeceğiz, bunu gösteri düzenlemesi ile yapmayı tercih ediyoruz… Tamam, anlayabilirim. Daha doğrusu anlamaya çalışabilirim. Görünür olmak, gazete sayfalarında kelimeler ile anılmaktan daha etkili olabilir. Yine de bu kadar sahne, bu kadar mikrofon tutuşu, sahnede sağa sola yürüyerek konuşan cumhurbaşkanı veya cumhurbaşkanı adayı vs., bu gibi tavırlar kafama takılıyor. Bir belediyenin gerçekleştirdiği ve gerçekleştireceği hizmetleri arz ederken, sahne/gösteri biçimi dışında başka bir yol yok mudur diye düşünüyorum.
Veya ben safın tekiyim, esasen bu gösteri, belediye hizmetlerinin takdimi görünümü altında başka bir düşüncenin icrasıdır.
“İngiltere, Almanya, Fransa ve şahsım…”
Çok aktörlü, ortak emekli süreçlerin tek adamın işi, eseri olarak sunulması politik süreçlerin dinamiklerini perdeliyor, diye düşünüyorum. Tek adam kültürü ile “Benim bakanım, benim şuyum, buyum” dili arasında bir bağ var mı, merak ediyorum. Bu dilin şahikası, “İngiltere, Almanya, Fransa ve şahsım dörtlü zirve yaptık” cümlesidir.
“Benim bilmem neyim” dili gündelik hayatta erimiş, derinlere sızmış, doğallaşmış. Gazete Duvar muhabiri Serkan Alan, eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ile bir söyleşi yaptı. Çelik’in bazı cümleleri şöyle:
“Eğer Türkiye’de hukuksuzluklar, adaletsizlikler varsa bunları dile getirmek ‘kral çıplak’ demekse kral çıplak.” “(…) yasayı, muhaliflerimize karşı sopa olarak kullanmamalıyız. Bunu Enis Berberoğlu’na haksızlık yapıldığını söylerken de vurguladım, Osman Kavala’yla ilgili olarak da söyledim. Canan Kaftancıoğlu’na verilen cezada da söyledim.”
Söyleşiyi okuyunca, Çelik’in demokratik hassasiyetleri olan biri olduğunu düşünebiliriz. Kabul. Hüseyin Çelik, aynı zamanda şu dili de kullanıyor: “Sayın Ziya Selçuk benim Talim Terbiye Kurulu Başkanımdı. Çağırdım, (…) dedim.”
(Cümle şöyle kurulamaz mı: “Sayın Ziya Selçuk Talim Terbiye Kurulu Başkanıydı, konuya dair fikir alışverişi yaptık.” “Benim”siz olamıyor mu? + “Sayın” olan aynı anda nasıl “benim” olabiliyor?)
“Çağırmak” üst-ast ilişkisine ait olsa gerek. Mesela: “… Fatih projesinin bir cinnet olduğunu Sayın Cumhurbaşkanı’na anlattım. Nabi Bey (Avcı) o zaman Milli Eğitim Bakanıydı, çağırdı. ‘Bak Hüseyin Bey böyle diyor’ dedi.” (aynı söyleşiden)
Bu dil, “benim bilmem neyim” ve “çağırdım” dili, Türkiye’de bürokrasinin iç dili midir? Üzerinde durmayı gerektirmeyen doğal bir durum mudur? Mesleki çarpıklık mıdır? Politik kültür, kamu hizmeti kültürü başlıkları altında anlamaya çalışmam gereken bir üslup mudur? Kamu görevlisini nesneleştiren bir dil midir? Kamu görevlisi, amirinin “benim”i oluyorsa, amir silsilesinin gözünde, kamu hizmeti alan olarak ben ne oluyorum? “Benim vatandaşım mı?”
***
Yaz aylarında, sorular üreten yazılar değil, hafif yazılar tercih edilir diye bir kabul var. Belki doğrudur, bilemedim.
En iyisi yazıyı bir alıntı ile bağlayayım:
“Emek tarihi bize toplum çoğunluğunun sesini, deneyimini taşır. Tarihin büyük insanlar, kahramanlar tarihi olmadığını, toplumların öteden beri sınıflı toplumlar olduğunu ve yaşananların farklı sınıflar için farklı anlamlar taşıdığını gösterir. (…) Bu tarihi anlamak, bizde çok güçlü olan şoven, milliyetçi, devlet eksenli, militarist tarih algısına ve kazananların, güçlülerin tarihine karşı alternatif bir okuma sunar. Tarihe bakışı demokratikleştirir, yeryüzüne indirir, gerçekçi ve nesnel kılar (…) emeğin eyleme kapasitesini güçlendirir, onun özneleşmesini sağlar.” (Doç. Dr Hakan Koçak ile söyleşi, Çiğdem Boz, “Sıradan insanların da bir tarihi vardır”, politikyol.com)
Ve bu alıntı sayesinde, takıntım olan özne-nesne konusuna da bir ucundan değinmiş oluyorum.
İyilikler dilerim. Siz de benim için dileyin lütfen. İhtiyacım var.
—–
Kapak Görseli: Michal Jarmoluk (Pixabay)