Paris Caddesi; Yağmurlu Gün (Fransızca: Rue de Paris, temps de pluie), Fransız sanatçı Gustave Caillebotte'un (1848–1894) 1877 tarihli büyük yağlıboya tablosudur. Kaynak: Chicago Sanat Enstitüsü.

Jül Vern Seyahat Acentesi (10): Bay Fogg, Brindisi yolunda

Bay Fogg, okuduğu habere dair duygu ve düşüncelerini hissedebileceğimiz bir tepki vermedi. Jean ise Mary Higgins’i düşünüyor, haber veremeden ayrıldığı için üzülüyordu. Yola çıkmasalardı Mary ile birlikte Charles Dickens’ın mezarına gideceklerdi

İLHAMİ ALGÖR

27.04.2024

Jean, kompartımana girdi, Bay Fogg’a gazetesini takdim eti. Bay Fogg, gazetenin sayfalarına göz attı. Bir habere göre Torino Barosu bir kadın avukatı, avukatlıktan men etmişti:

“….Lidia Poet’in avukatlık kaydı geçersiz sayılmıştır. Mahkemenin kabul ettiği üzere Barolar Birliği, kadınların karışmaması gereken bir makamdır. Hatta cinsilatifin riayet etmesi gereken sınırları aşan tartışmalarda kadınların fikir beyan ettiğini görmek nahoş bir manzara olurdu. Modanın sıklıkla kadınlara dayattığı tuhaf ve biçimsiz giyimin avukatlık cübbesini kapatması halinde verilecek hükmün güvenilirliğinin gireceği risk de cabası. Dolayısıyla bir kadının yaradılışına uymayan ya da başta aile içinde olmak üzere bir kadına daha uygun olan diğer mesuliyetleri yerine getirmesini engelleyen bir görevi üstlenmesine müsaade edemeyiz.”

Bay Fogg, okuduğu habere dair duygu ve düşüncelerini hissedebileceğimiz bir tepki vermedi. Jean ise Mary Higgins’i düşünüyor, haber veremeden ayrıldığı için üzülüyordu. Yola çıkmasalardı Mary ile birlikte Charles Dickens’ın mezarına gideceklerdi. Bu Mary’nin isteği idi. Jean, Mary’nin isteği olduğu için “gidelim” demişti. Yoksa mezarlık ziyaretlerine inanmazdı. Orada toprak ve mermerden başka bir şey yoktu. Jean’a göre artık yaşamayan birini anmak istiyorsan onu bir anısı ile düşünmen yeterli idi. Ses tonunu, cümlelerini, mimiklerini, şaka ve kahkahalarını hatırlamak yeterli idi. Bunların hiçbirini mezarlıkta bulamazdınız.
Fakat yine de 1870 Haziranı’nda Şairler Köşesi Mezarlığına, Dickens’ın defin törenine Mary’nin enerjisi sayesinde koşmuş ancak geç kalmışlardı. Dickens ailesi yanlarında yakınları dostları ile arabalarına binerek mezarlıktan ayrılıyorlardı. Mary, arabalardan birine binmekte olan Bayan Catherine Hogart Dickens’ı gördü. Artık Dickens soyadını kullanmıyordu. Bayan Hogart 22 sene Bay Dickens ile evli kalmış, 10 çocuk yapmış ve yıllar sonra bir gün Ellen Ternan adında gencecik bir aktris metres ortaya çıkınca evleri ayırmak zorunda kalmıştı. Çocuklarının hepsi defin töreni esnasında yanında değildi. Mesela yedi yıldır Bengal Atlı Polisi’nde çalışan oğul Francis Jeffrey Dickens henüz İngilteye gelememişti. Walter Landor Dickens’da yoktu. Kaldı ki olamazdı. Baba Dickens, Walter’i 16 yaşında iken Hindistan’a, İskoç piyade alayına itelemiş, altı sene sonra da çocuğun anevrizma’dan ölüm haberi gelmişti. Diğer iki oğul Avustralya’da idiler. Çocuklar baba Dickens’ın yoğun teşviki ile İngiliz sömürge coğrafyasına yayılmışlardı.

Mary, gecikmiş olmalarına rağmen yine de mezarın başına kadar gitmek istedi, Jean onu takip etti. Mezarın çevresinde hemen hemen hiç kimse kalmamıştı ki aniden bir grup velet belirdi ve mezara bırakılmış çiçekleri, çiçek sepetlerini kaşla göz arasında toplayıp kayboldular. Mezarın yakınında bir kenarda sakince oturan ince biri, uzaktan bakışla erkek fakat yaklaşınca kadınsı, galiba bir kadınadam çocukların topladığı çiçek ve çiçek sepetlerinin üç kuruşa çiçekçilere geri satılacağını söyledi gülümseyerek. Mary, kadınadam’ın kendiliğinden konuşmasını sessizlik içinde karşılıksız bırakmanı kabalık olabileceğini düşündü. Veya düşünmeden sadece hissetti. Fakat ne diyeceğini bilemedi, “Siz de Bay Dickens okuru musunuz?” diye sordu. “Evet,” dedi kadınadam “okurum, hatta severim de ama bazı tereddütlerim var.”

“Ne gibi?” dedi Mary .

“Mesela, Oliwer Twist. Okumuş muydunuz?”

“Evet” dedi Mary.

“Mesela o çocuk, Oliver, çalışma evinde doğdu, kimsesiz bir çocuk olarak büyüdü. Çalışma evi dedikleri yer toplama kampı gibi berbat bir yerdi. Açlıktan ölmeyecekleri kadar yemek veriliyordu. Çocuk orada dayanılmaz acılar çekti ve 9, 10 yaşlarında Londra’ya kaçtı. Fahişeler ve yankesiciler arasına düştü. Faggins denilen pislik herifin ve küçük çetesinin yanında takıldı. Bill Sikes adlı, Faggins kadar pislik bir tip daha vardı. Bill pisliği, Oliver’e bela oldu. Nancy, Oliver’i korumak isterken canından oldu. Oliver berbat ötesi, kâbus gibi bir hayatın içinde ne gariptir ki süt gibi temiz kaldı. Lekesiz bir iyilik, masumiyet ve kusursuz standart bir ingilizce. Kötülüğün kucağında yaşayıp zerre kadar bozulmamak garip gelmiyor mu size? Kötülük dediğimiz şeyi zararsız bir aksesuara dönüştürmüyor mu? Bay Dickens veya Oliver Twist romanı için böyle bir soru cümlesi kurabilir miyim?”

“Çok ilginç bir yorum” dedi Mary, “Paylaştığınız için teşekkür ederim.”

“Dinlediğiniz için ben teşekkür ederim” dedi kadınadam.

*
Jean Pass, Mary’i düşünmeyi bıraktı. Museo Egizio broşürünü karıştırmaya başladı:

“Müzenin çekirdeği, 1626 civarında Torino’ya ulaşan bronz bir tablet olan Mensa Isiaca’dır. Mensa Isiaca, bilim adamları arasında o kadar büyük bir ilgi uyandırdı ki, 18. yüzyılın ortalarına doğru tabletin tarihi temellerini keşfetmek için Mısır’a bir heyet gönderildi. Heyetin 1759 ile 1762 yılları arasında yaptığı kazılarda; pembe granitten firavun II. Ramses, oturan tanrıça Sekhmet, tanrıça İsis  heykelleri ve başka buluntular bulundu. Tüm materyaller Torino Üniversitesi Müzesi’ne gönderildi.”

Jean, bir Fransız olarak, Napolyon’un Mısır seferleri ile başlayan Mısır’da antika adına ne varsa toplayıp Avrupa’ya taşıma modasından haberdardı. Hatta bir kuzeni Mısır nesneleri satan bir koleksiyoncu ile çalışıyor, zaman zaman İskenderiye şehrine gidip geliyordu. Bu yüzden müze broşürüne gülümsedi. Ekşi bir gülümsemeydi bu. Mısır’ın talan edildiğinin farkındaydı.
Nihayet trenleri Brindisi yönünde hareket etti. Bay Fogg, not defterine “Cuma 07.20, Torinodan hareket” notunu aldı. Ertesi akşam 4:00 civarı Brindisiye varmayı hesaplıyordu.

Jean Pass, saatlerce aynı koltukta oturabilen biri değildi. Gençti, sağlıklıydı. Sirklerde at cambazlığı, ip üstünde yürüme gösterileri, jimnastik öğretmenliği yapmış enerjik biriydi. Bacak kaslarını açmak için kompartmandan koridora çıktı, yürümeye başladı. Vagonları bağlayan ara bölmeden bitişik vagona geçti, koridor boyunca yürüyordu ki, hafifçe aralanmış bir kompartman kapısından koridora taşan sigara dumanı ve sesleri farketti. Bazı kelimeleri Marsilya aksanı ile tonlayan bir kadın sesi duydu. Pass’nun çocukluğu ve ilk gençliği Marsilya’da geçmişti, aksanı tanırdı. Ayrıca ses de tanıdık geldi, gayrı ihtiyari sesin geldiği yöne döndü, ağızlığının ucunda tüten sigarası ile birilerine birşeyler anlatan hoş kadını gördü. Kadını tanıyordu. Kadın, Pariste yaşayan Marsilyalıların “efsane kadın” dedikleri Bayan Colette idi.

*
Haftaya: Colette’in hikâyesi