Jül Vern Seyahat Acentesi: Mongolia gemisi, Aden yönüne ilerliyordu
Süveyş’ten yola çıktıklarının ertesi günü, 10 Ekim’de güvertede Dedektif Fix ile karşılaştı. Dedektif, yine aynı sorgulama numaralarını yaptı. Jean durumu idare etti. Bir ara, Hindistan’ın nasıl bir yer olduğunu sordu. “İlgi çekici bir yer midir bu Hindistan?”
26.10.2024
“Gemide birkaç kadın yolcu vardı. Günde iki defa elbise değiştiriyorlardı. Müzik vardı, hatta deniz izin verdiğinde dans da ediliyordu. Kızıldeniz, bütün dar ve uzun körfezler gibi, fazla kaprisli ve çoğu zaman kötü huylu bir denizdi. Rüzgâr Asya tarafından da esse, Afrika tarafından da esse ucu pervaneli bir deniz minaresine benzeyen Mongolia, yandan aldığı dalgayla korkunç bir biçimde sallanıyordu. Böyle zamanlarda hanımlar ortadan kayboluyor, piyanolar susuyor, şarkılar ve danslar aynı anda kesiliyordu. Yine de, rüzgârlara, dalgalara rağmen güçlü makinesiyle yol alan gemi Bab’ül Mendep’e, Kızıldeniz’le Aden Körfezi’ni bağlayan boğaz’a doğru gecikmesiz, koşarcasına ilerliyordu.”
Burada Bay Verne, gemiyi yan dalgalar ile sallayarak anlatısına hareket katmak istemiş olabilir. Fakat Kızıldenizin “yan dalgaları” ifadesine takıldım ve Kızıldeniz rüzgârlarını bilen, kıtalararası yüksek tonajlı ticaret gemisi kaptanı olan tecrübeli bir denizciye danıştım:
“Kızıldeniz en çok geçtiğim su yollarından biridir. Rüzgârlar kuzeyden ya da güneyden eser. Muson mevsimine göre Bab’ül-Mendep civarında güneyden çok kuvvetli esebilir. Suez Körfezi’ne yaklaşırken de kuzeyden eser” dedi.
Gemi Kızıldeniz’i geçerken Bay Fogg Bay Verne’e göre, kötü hava koşulları nedeniyle yolculuğun hesapladığı gibi gitmeyebileceğine ve Bay Fogg’un bu nedenle rahatsızlık duyacağına dair varsayımlar dillendiren birileri var idiyse yanılıyorlardı:
“Sürekli endişeli ve gergin olduğu, geminin ilerleyişini bozabilecek rüzgâr değişiklikleri, makinenin arızalanmasına sebep olacak düzensiz dalga hareketleri, kısacası Mongolia’nın mola vermesine yol açıp yolculuğunu tehlikeye atabilecek olası bütün arızalar için kaygılandığı düşünülebilirdi.
Oysa hiç böyle bir şey yoktu, yani en azından, bu centilmen, evet bütün bu hadiseleri aklından geçiriyordu ama bunu hiç belli etmiyordu. Her zamanki soğukkanlı adamdı, hiçbir hadisenin ya da kazanın şaşırtamayacağı, sarsılmayan Reform Kulüp üyesiydi. Nadiren güvertede görülüyordu.
İnsanlık tarihinin açılış sahnelerinin sergilendiği, hatıratı bu denli kuvvetli Kızıldeniz’i seyretmeye pek merakı yoktu. Her iki yakasına serpilmiş ilginç kentleri, bunların yer yer ufku kesen göz alıcı siluetlerini görmeye gelmiyordu.
Strabon, Arrianus, Arthemidoros, Muhammed İdrisi gibi eski tarihçilerin daima dehşet içinde andıkları ve eski zamanlarda gemicilerin Tanrı’ya adak adamadan asla yola çıkmadığı bu Arap körfezinin tehlikelerini de düşündüğü yoktu.”
Bay Verne’in, Arap Yarımadası’nın ucundan kıvrılmak üzereyken üç Yunanlı tarihçinin yanında bir Arap tarihçi adı vermesi hoş. Üçe bir oranı, geniş bir hoşgörü ile kabul edilebilir belki. Ayrıca, Kızıldeniz’in “her iki yakasına serpilmiş ilginç kentler, bunların yer yer ufku kesen göz alıcı siluetleri”nden söz ederek, oralarda şehir inşaa edebilmiş insanlar ve hayatlar olduğunu sezdiriyor hiç değilse. Nellie Bly aynı mekândan geçerken sadece develer ve Araplar görebilmişti.
“Ne yapıyordu öyleyse Mongolia’nın içine hapsolmuş bu tuhaf adam? Bir kere, günde dört öğün yemeğini aksatmıyordu, ne yanlamasına, ne ileri geri, hiçbir sallantı bu denli muhteşem düzenlenmiş bir makineyi bozamıyordu.
Bundan başka, kâğıt oynuyordu. Evet! Kendisi kadar tutkun başka oyuncularla tanışmıştı: Goa’ya işinin başına giden bir vergi tahsildarı, Bombay’a dönen bir Protestan papazı, saygıdeğer Décimus Smith ve Benares’teki birliğinin yanına dönen, İngiliz ordusunda bir tuğgeneral. Bu üç adam da kâğıt oyunu için Mr. Fogg’la aynı tutkuyu duyuyorlar ve onun gibi hiç seslerini çıkarmadan ve ara vermeden saatler boyunca oynuyorlardı.”
Bu esnada Jean
Jean, Süveyş’te telgrafhaneyi bulmuş ve Mary’e telgraf çekebilmişti. İnsan birine bağlanınca, ondan habersiz kalmak veya onu habersiz bırakmak eksiklik hissi yaratıyordu. Belki de, bağın zayıflaması ihtimali, böylece bir kayıp ile yüz yüze kalınabileceği endişe kaynağı oluyordu. Jean, Mary’e haber iletebildiği için keyfi yerinde idi. Fakat biz Bay Verne’in Jean’a dair anlatımını esas alalım:
“Jean, geminin burun tarafında bir kamarada kalıyor ve tadına vara vara yemek yiyordu. İtiraf etmek gerekir ki, koşullar böyle olduktan sonra, artık bu seyahat onu rahatsız etmiyordu. Keyfini çıkarıyordu. İyi besleniyor, rahat bir odada kalıyor, her şeyin önünden hızla geçerek de olsa dünyayı görüyordu. Bir yandan da, bütün bu fantezinin Bombay’da sona ereceğini söylüyordu kendi kendine.
Süveyş’ten yola çıktıklarının ertesi günü, 10 Ekim’de güvertede Dedektif Fix ile karşılaştı. Dedektif, yine aynı sorgulama numaralarını yaptı. Jean durumu idare etti. Bir ara, Hindistan’ın nasıl bir yer olduğunu sordu. “İlgi çekici bir yer midir bu Hindistan?”
“Çok ilgi çekicidir! Camiler, minareler, tapınaklar, fakirler, pagodalar, kaplanlar, yılanlar, Hint rakkaseleri!”
Jean, yine aptala yattı ve bir nevi boğaz, rakı, şiş kebap, göbek dansı gibi aptala mahsus bir cevap almış oldu. Dedektif sohbeti sürdürmedi, uzadı gitti. Jean günbatımı ile kızarmakta olan gökyüzüne baktı. Oralarda bir yerlerde Nil Nehri olduğunu biliyordu.
**
Haftaya: Amelia Nil Nehri’nde