Paris Caddesi; Yağmurlu Gün (Fransızca: Rue de Paris, temps de pluie), Fransız sanatçı Gustave Caillebotte'un (1848–1894) 1877 tarihli büyük yağlıboya tablosudur. Kaynak: Chicago Sanat Enstitüsü.

Jül Vern Seyahat Acentesi: Mongolia Süveyş yolunda 

Jean kamarasına çekildi. Yatağına uzandı. Mary’i düşündü. Acaba şu anda ne yapıyordu? Beyefendiyi bırakıp geri dönmek geldi içinden. Birlikte yola çıktığı birini yarı yolda terketmeyecek biriydi fakat Mary’den uzaklaştıkça daha büyük bir kuvvetle ona doğru çekiliyordu

İLHAMİ ALGÖR

01.06.2024

Bay Fogg ve Jean’ın Mongolia gemisindeki yolculukları, Nellie Bly’ın yolculuğu kadar renkli değildi. Zaten Bay Fogg, kendi rengi dışında başka bir renge ihtiyaç duyan biri değildi. Eğer birileri ile kağıt oynamıyor ise, kamarasında veya güvertede ya da birinci sınıf yolcuların yemek, kahvaltı salonlarında yalnız oturur kimseyle konuşmazdı. Eski kâhyası James Forster, görevi Jean’a devrederken çok doğru söylemişti: “Umarım bir makine ile yaşamayı başarabilirsiniz.”  

Jean gemide dolaşıyor, bazen bir yolcu veya bir gemi personeli ile kısa sohbetler ediyordu. “Alexandria Times” adlı bir dergi buldu ve sayfalarını karıştırdı: Gayrı menkul satış ve kiralık ilanları, eski eser koleksiyoncuları adresleri, hanımlar için Mısır stili şık kostümler diken bir terzi ilanı, Kahire Operası yıllık programı için Opera Müdürü İle bir mülakat, Halil Şerif Paşa ile Prenses Nazlı Zeynep Hanımın yaklaşan düğününe dair bir magazin  haberi. Piramitlerin tepesine tırmanan gezi turlarına dair bir reklam, mavi veya yeşil camlı, yanları kapalı güneş gözlüğü reklamı ve kapak konusu olarak Süveyş Kanalı’nın açılışının üçüncü senesi için Hidiv İsmail ile yapılmış bir röportaj ve Hidiv’in göğsü nişanlarla dolu bir fotoğrafı.

Jean, fotoğraftaki adamı tanıyordu. Onu birkaç sene önce Paris Büyük Sergisi’nde, orta çağ Kahiresi’ni canlandırmaya çalışan saray taklidi bir yapıda ziyaretçi kabul ederken görmüştü. Hidiv İsmail, sergi ziyaret süresi boyunca taklit sarayda kaldı ve ziyaretçilerini kabul ederek Mısır atmosferini oluşturacağı düşünülen diğer düzenlemelerle beraber serginin parçası haline geldi.

Dergide, kanal açılışında şeref tribününü gösteren bir fotoğraf vardı: Kanal şirketinin hissedarı olan Avrupalı Beyler ve Hanımlar davetlilerin çoğunluğunu oluşturuyorlardı. Fotoğrafın alt yazısında, konuklar için düzenlenen etkinliklerden, Nil nehrinde tekne gezintileri, piramitleri ziyaretler, opera gösterilerinden söz ediliyordu. Hidiv, iki yıl önceki Paris sergisinde kendisi için inşa edilen orta çağ sarayı taklidine, İmparatoriçe Eugénie için Nil üzerinde, odaları onun sarayındaki özel dairelerinin birer kopyası olan bir saray yaptırarak teşekkür etmişti. Ayrıca kanal kıyısında İsmailiye adını verdiği bir şehir, kendisi için saray, konuklar için çadırlar kurulmuştu. Semazenler, dervişler, rakkaseler… Hidiv’in Avrupalıları etkileme takıntısı had safhadaydı.

Hidiv, röportajda kanalın büyük gelişmelere, zenginliklere refaha yol açacağını, Mısır ile Avrupayı yakınlaştıracağını söylüyordu. Açılışın kusursuzluğu ve muhteşemliğinden söz ediyordu. Esasen açılış günü birçok yönden rezalet idi. Açılış Balosu’na katılım davetlilerin kat kat üstündeydi ve izdiham yaşanıyordu. Çöl aşiret beyleri, Hintli Raca’lar açık elbiseli Avrupalı genç hanımların etrafında dolanıyor, Avusturya İmparatoru Franz Joseph kalabalıktan sıkılmış yemeği beklemektense ayrılmak istiyordu. Hatta eşine yazdığı mektupta sıkıldığından szö etmiş, “Levanten tüccarlar, Fransa İmparatoriçesi Eugenie, Garibaldinin oğlu, Prusya veliahtı, Hollanda Prensi Henry, herkes burada fakat Padişah Abdülaziz adına kimse yok.” demişti. 

Bâb-ı Âli, Sultanı kendi topraklarında düzenlenen bir etkinlikte temsil etmeye gerek olmadığını öne sürerek, kutlamalara temsilci göndermemişti. Havalı bir gerekçeydi fakat güç kaybeden egemenin, incinmiş bir gururla zevahiri kurtarma çabasından başka bir şey değildi.

*

Jean kamarasına çekildi. Yatağına uzandı. Mary’i düşündü. Acaba şu anda ne yapıyordu? Beyefendiyi bırakıp geri dönmek geldi içinden. Birlikte yola çıktığı birini yarı yolda terketmeyecek biriydi fakat Mary’den uzaklaştıkça daha büyük bir kuvvetle ona doğru çekiliyordu. Başka şeyler düşünmeye çalıştı. Bayan Colette’in İskenderiye gemisine binmiş olabileceğini, Colette ve teyzesinin Paristeki mekânlarını kapatmış olabileceklerini… Fransa – Prusya Savaşını, Paris Komünü günlerini, şehrin örselenip yalnızlaşmasını… “Belki de Bayan Colette İskenderiye’de bir mekân açmayı deneyecektir” dedi kendi kendine. Aklı yine Londra’ya, Mary’e gitti. Acaba Süveyş’e vardığında ona telgraf çekme fırsatı bulabilecek miydi? 

Haftaya: Jean uzaklardayken Mary’nin günleri