Kâğıdın hafızası
Hafızamızın da kâğıt kesikleri var. Hiç beklenmedik anda gelen darbelerin nefes kesen sancısı
13.11.2021
Kâğıtların hayattaki ve hafızadaki yeri bahsedilmeye değer konulardan biri. “Alt tarafı bir kâğıt parçası” deyip geçmemek lazım, içeriğiyle dünyalar yıkıp kurabilir. Hem de o kadar farklı çeşidi var ki birini hatırlasan diğerinin hatrı kalır. İlk aklıma gelenleri birlikte yâd edelim istedim.
Sanki çok yeteneğim varmış gibi ne hikmetse önce resim kâğıdından bahsedesim var. Hani bu tırtıklı yerinden koparılan ve gramajıyla, dokusuyla hayatın sert darbelerine dayanabilir duran versiyon. Hayat boyu elindeki çizim defterinden bir kâğıt kopartıp bulunduğu yerin rastgele güzelliklerini iki boyutta yeniden yaratan dehalara hayranlık duydum. Benim kelimelerle kurduğum günlük, onlar için renklerin söyleşisi ve kara kalem gölgesiydi.
Derken okulların resim defterleri girdi hayatıma. Hani şu tuğla kalıplı, yatay dikdörtgen defterler. İki sayfanın arasında bej pelür kâğıt bulunurdu. Matbaa, gıda, tarım, endüstri, ayakkabı ve kuyum sektöründe de kullanılan bu yarı saydam, narin dokulu kâğıda âşıktım. Evlerin tül perdesi gibiydi. Bir sonraki resmi belirsizce örter, parmak arasında incecik hışırdardı. Bazen kendi içimde kaybolup hayata bir kaldırım kenarında oturmuş gıyaben bakar gibi hissettiğimde “Hayatla aramda pelür kâğıt var” derim. Anlayanlara gülümserim.
Unutma beni notları
Bir başına duran kâğıtların yaydığı tuhaf bir hava var, sonbaharda dökülen yapraklara benziyorlar biraz. Hangi bütüne ait oldukları belli değil. Ama zaten kendi başlarına bağlamını yitirmiş parçalar olarak bağımsız bir hayatları var.
Not kâğıdı her hâlükârda bir aciliyet ifade eder. Toplantı sırasında uçarak önünüze gelen bir kâğıt parçasında tam da o anki sunumda mutlaka değinmeniz gereken konu yazar. Ders sırasında dolaştırılan kargacık burgacık el yazısıyla kaplı not kâğıdındaki satırlar ömür boyu unutulmaz misal. İlkokuldaki en yakın arkadaşımın arkamdan yaptığı dedikoduların yazılı olduğu o not kâğıdı ilk aldanışım olarak hafızamda halen durur. Buruşturup fırlattığım kâğıt lotus çiçeği gibi açılıp kendini sil baştan okutur.
Sonra hatırlatma notu diye bir şey var. Buzdolabı kapağından aynaya, masadan kapıya her şeyin üzerine iliştirilen küçük notlar. Unutmayalım diye… Rastgele bir alışveriş listesi de yer alabilir bu not kâğıtlarında, her okuduğunda dünyanı kökünden sarsacak bir cümle de.
Not kâğıtları defterlerin, kitapların, sözlüklerin arasında, çekmecelerin karnında unutulup gider. Bazen aradan geçen zaman bağlamı da alıp götürdüğü için o parçanın hangi bütüne ait olduğunu bile hatırlayamazsınız. Ama her önemli şey gibi ayrıntıları gitse de duygusu bâki kalır not kâğıtlarının da.
Bazı notların hatrı zaten ömürlüktür. Zor zaman dostu bu kâğıt parçalarında çoğu zaman asıl anlamı sadece sahibinde saklı birkaç satır yer alır. Bir dönüm noktasını, nirengiyi, eşiği, işaret fişeğini gösterir. Küçücük boyuyla koca bir hikâye yüklenir. Anıların çağrışım nesnesidir. Hüzünlü gülümsemelerle kerelerce yeniden okunur.
Sakladığım kağıtları düşünüyorum. Başkası için hiçbir şey ifade etmeyecek notları, mektupları, yıpranmış biletleri, içinde bir vakit bulunmuş bir hediyenin hayaletimsi gövdesini taşıyan paket kağıtlarını…
Zaten şu hediyeleri sardığımız paket kâğıtları da en çok sürpriz ve mutluluğun habercisi olarak içimizi ısıtır. Hediye verme ve alma ritüelinin en büyük parçası bu ambalaj kâğıtlarıdır aslında. Elimizle paket yaptığımızda hediyeyi heyecanla açacak olanı düşünerek keyifleniriz. Hediyeyi alan ya bir hışım parçalar kâğıdı ya seloteypleri dikkatle sıyırıp kâğıdı dörde katlar. Her iki hâli de hediyeyi vereni sevindirir. Veren hep daha zenginleşendir.
Hediye değil de çile kâğıtları da var. “Kâğıtlar hazır mı?” şeklindeki sorunun öznesi olan ve belge, evrak anlamına gelen kâğıtlar ömür törpüsüdür. Vize başvurusu, veraset işleri, kontratlar, sözleşmeler, iş başvurusu için gerekenler gibi türlü şekillere bürünürler. Hayatın çok farklı alanlarına ait gözükseler de bürokrasinin çarkında öğütülüyor hissi yaratmaları açısından aynı bütünün parçası sayılırlar. Bir dosyayı ne kadar düzgün ve tam kılmaya çalışsanız da mutlaka bir kâğıt eksik kalır. Bir girdabın içinde kaybolursunuz. Söz konusu kâğıtlar ne için lazımdı, onu bile unutursunuz.
İçindeki sebze meyvelerin suyunu ağır ağır emen kese kâğıdı eski çarşı günlerinin nostaljik nesnesi olarak hafızada yer ederken, ilkokul döneminin gözde kâğıt çeşitleri de canlanıyor yavaşça gözümün önünde. Sarı kâğıt diye de bir şey vardı mesela. Kırmızı kalem gibi başlı başına bir fenomendi. Sarı müsvedde defteri denilen, kenarı dikişli ve sahiden de saman sarısı bu defter her şeyin ilk taslağını yapabileceğimiz, trapezde uçmaya kalktığımızda düşüşlerimizin güvenlik ağı olacak devasa bir deneme alanıydı. Her şeyin eskizi burada yapılır, sınavlara burada çalışılır, yollanacak mektupların ilk nüshası burada hazırlanırdı.
Anaokul ve ilkokul döneminin vazgeçilmez parçalarından biri de grapon/krepon kâğıtlarıydı. İsminden başlayarak hayli ilginç ürünlerdi kendileri. El işi ve süsleme sanatının demirbaşı sayılan bu özel dokulu rengarenk kağıtlar, iki şerit hâlinde kesilerek birbirine dik gelecek şekilde üst üste konur ve örülürdü. Kedi merdiveni denilen bu eserler, bayram günleri asıldıkları tavandan, boydan boya duvarlardan ve dolap kulplarından spiral seklinde döner, sıkıcı sınıf odalarını güzelleştirirlerdi.
Didem Madak ‘Grapon Kâğıtları’ isimli ilk şiir kitabında Pollyanna’ya hitaben yazılmış mektup hissi veren şiirinde bu tuhaf kâğıtları da anmıştı.
Pollyanna,
Sana göre insan
Profiterol yer gibi yaşamalı
Bir çamur deryasının içinde
Küçük beyaz mutluluk topları yakalamalı.
Bense vücuduma şiirler saplıyorum durmadan
Sen de bilirsin ya Allah
Dayanabileceği kadar acı verirmiş insana.
Geçen yazı
Bir dut ağacının altında roman okuyarak geçirdim
Dut taneleri düşerdi sayfalara
Tıpkı tatlı bir yaz yağmuru gibi
Büyük taneli tıpırtılarıyla
Kendimi dut ağacının gölgesini yiyen
Bir ipek böceğine benzetirdim.
Ucuz teşbihler beyaz atlı prenslerdir Pollyanna
Bir şiire gelir
Ve onu bu hayattan kurtarırlar.
Ah Pollyanna,
İçimde sanki hep aynı şarkıyı çalan bir laterna:
Cancağızım basma perdeme bir çiçek de sen olsaydın
Kaçarken yangın merdivenlerine
Keşke grapon kâğıtları assaydın.
Hayatın her sınavında yenilgiyi güzellemeden, olduğu hâliyle göğüslemenin şarkısıydı bu. Önünü ardını düşünmeden atıldığımız tehlikelerde kendiyle kara mizahın en koyusundan dalga geçebilme kudretiydi. Ne de olsa en unutulmaz dersleri öğreten hataların ta kendisiydi ve hepsi sonuna kadar bizimdi.
Kâğıt kesiği
Kâğıt kesiğini bilirsiniz değil mi? Hani dışarıdan nasıl acı verdiği anlaşılmayan bir sıyrıktır. Göstermeye kalksanız kimse bu denli can yakacağına ihtimal bile vermez. Tam da bu inandırıcılıktan yoksunluğuyla vurur insanı. Kâğıt kesiği acısını ancak çekenler bilir, bir onlar inanır size. Gerisi için en küçük şeyi büyüten mızmızın teki olarak kalırsınız.
Kâğıt kesiğinin bu denli acıtması her şeyden önce jeostratejik konumuyla ilgili. Kâğıt kesikleri kendilerine parmak uçları ya da parmak kenarlarını mesken edinir. Görünüşte incecik, handiyse belli belirsiz bir çizikten ibarettir. Ama gergin tenin üstünden yanma ve batma hissiyle başlayan acı, iliğe kadar işler; bedene ve ruha yayılır.
Hafızamızın da kâğıt kesikleri var. Hiç beklenmedik anda gelen darbelerin nefes kesen sancısı. Hafıza dediğin kâğıtlar yığını. Güldüreni, ağlatanı, duygulandıranı ve kan donduranı. En kirli emirler, suikast planları, baskın hazırlıkları, adaletsizlik kuralları hep bir parça kâğıda yazıldı. Şükür ki hayatın nimetleri de kâğıtlarda saklı. Cüzdanının saklı köşesinden, iç cebinden, kilitli bir kutunun derinliklerinden çıkarır da hatırlarsın sende saklı iyiliğe, güzelliğe talip olmuşları. Onları ve not kâğıtlarını anmak, ruhunu çağırmaya benzer. Kapıyı üç kere çalarsa, içeri alacaksın unutturmaya çalıştıkları tekmil varlığını.