Kamusal tartışma da bitti, geçmiş olsun!

Bağımsız görüş sahibi olmak ‘’dış mihraklarla işbirliği’’ görülüyor, medyanın kamusal tartışma alanı dışında tuttuğu bir ‘’kara liste’’ var

YAVUZ BAYDAR

23.04.2016

 

Özgür ve bağımsız medyanın yok edilmesi, tüm toplumun kafası kesilmiş tavuğa çevrilmesi ile eş anlamlı.

Aynı metafordan gidersek manzara net: Türkiye'de tavuğun kafası tam olarak kopmuş değil, ama çok az kaldı.

Bitirilmekte olan bir meslekten söz ediyoruz. Asli işlevi sona erdirilip, tümüyle devlet ve iktidar hizmetine kör beygirler misali koşulmaya çalışılan bir meslek –gazetecilik— son demlerinde hayatta kalma refleksleri veriyor sadece.

8 Mart tarihli Guardian'da ‘’Türkiye'de gazeteciliğin sonu’’ başlıklı yazımda bunu ayrıntılarıyla anlatmıştım. 

P24'te 18 Mart tarihli ‘’Alo? Türkiye'den haber var mı?’’ başlıklı yazıda da, gazeteciliğin kök işlevi olan haberciliğin nasıl engellenip köreltildiği, etkisizleştirildiği, hiçleştirildiği üzerinde durmuştum.

Haber rekabeti sıfırlanmış durumda.

Hiçbir gazete ‘’özel haber’’ peşinde değil artık.

Çünkü kala kala bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda gazete, iki tane de TV kanalı kaldı ortada. Onlar da, belli bütçe ve kararlılık, fikri takip isteyen işlerle baş edemeyecek kadar ciddi mali basınç ve personel sıkıntısı içinde, kafalarını suyun üstünde tutmaya çalışıyorlar.

Araştırmacı gazetecilik artık ‘’suç eylemi’’ gibi görülüyor.

Mesela, neredeyse her gün bir insanlık trajedisinin yaşandığı Ege'de, Anadolu üzerinden insan kaçakçılığı üzerine anlamlı hiçbir araştırmacı gazetecilik yok. 

Kaçakçı mafyası nasıl çalışıyor? Kimler bunlar? Yerel düzeyde hangi siyasi ve mülki unsurlarla işçbirliği içindeler? Mafyanın insan kaçırmak için kurduğu pis düzenden kimler nemalanıyor? Organ mafyası var mı? Varsa nasıl çalışıyor? 

Her yanı sarmış bu mafyatik yapıların kazandığı karapara ne kadar?

Hiçbir şey bilmiyoruz.

Devlet memuru gibi çalışan bülten medyasından tek öğrendiğimiz, ‘’filanca gün, filanca ada açıklarında tekne alabora oldu, şu kadar çocuk şu kadar insan boğuldu’’ habercikleri.

Akılları bu kadarına eriyor, iktidara güdümlenmiş üst düzey editör ve medya yöneticilerinin. 

Cesaretleri de o kadar.

Dünyaları, vicdanları gibi dar.

Sorsanız ‘’boşver bu tür haberler izlenmiyor, okunmuyor’’ diyecekler, emin olun.

Dikkat edin, kanın gövdeyi götürdüğü Güneydoğu'dan derinlikli haberlere, doğal dengeleri altüst eden köprü, tünel, kanal projelerini kamu yararı açısından bağımsız ve eleştirel akıl ve gözle inceleyen haberlere, ekonomideki daralmayı ve yolsuzlukları deşen haberlere değinmiyorum bile.

Onlar zaten cıss.

Yasak.

Şu kesindir:

İktidarın ürettiği dehşet dalgası nedeniyle Türkiye'de halk ile hakikat arasında kalın bir buzlu cam var ve bu pek yakında taştan bir duvara dönüşecek.

İçerde bu böyle.

Aynı şey, Türkiye'yi okuyup anlamak isteyen veya zorunda olan dünya kamuoyu için, karar vericiler için de geçerli.

Yabancı medya için ülkeyi içerden izlemek giderek imkansızlaşıyor. Bazı muhabirler sınırdışı ediliyor, kimileri sınır kapılarından geri çevriliyor, diğerleri de adım adım izleniyor. Sadece ‘’Türkiye güllük gülistanlık’’ haberi yapanlar makbul eleman listesinde rahat ettiriliyor.

Geçenlerde karşılaştığım iki diplomat ‘’el yordamı ile anlıyoruz herşeyi artık Türkiye ile ilgili’’ diyordu. 

Dokuz yıl boyunca en önemli, bağımsız haber kaynağı saydıkları Today's Zaman gazetesinin kayyum eline geçmesi, tüm yorumcu kadrosunun topyekûn sansürlenip, üstüne üstlük gazetenin dokuz yıllık –akademik çalışmalara çoğu kez referans oluşturan—  arşivinin tamamen tahrip edilmesi dehşete düşürmüştü onları.

Bir başka AB ülkesinde bir araya geldiğim tecrübeli, yaşlı başlı birkaç gazeteci ‘’işimiz çok zorlaştı’’ diye tepki gösteriyordu. ‘’Geriye kala kala bir tek Hürriyet Daily News kaldı, onun da grup baskısı nedeniyle belli başlı hayati konulara ağıs otosansür uyguladığı, yorumdan kaçtığı çok açık görülüyor. Ülkeyi izlemek çok daha zor.’’

Daha bu acı sürecin başındayız.

Haberciliği iyice kuruttukları gün, gerçek herkesin kafasına dank edecek ama çok geç olacak.

 

***

Bunun kadar önemli bir başka boyut daha var.

Gazetecilik iki sütun üzerine oturur.

Biri habercilik ise, öteki gazete sayfalarından, mikrofonlardan, TV ekranlarından, toplumun renklerini, çok sesliliğini yansıtan geniş bir kamusal tartışmanın ortak platformu olmasıdır.

Her gazeteye rengini veren köşe yazarlarının çok ötesinde, gazete sayfaları uzman, analist, siyasi temsilci, STK mensubu vs kişilerin görüşlerini ana konular üzerinden yansıttığı ölçüde demokrasi – varsa— nefes alır, veya ülke demokratikleşme derdindeyse, toplum kendi iç sesini dinler, yönünü anlamaya çalışır.

TV ekranlarında yapılan tartışmalar da sınır olmadan, sadece sıkı bir gazetecilik, editoryal bağımsızlık üzerinden seçmelerle toplumu kendisiyle yüzleştirdiği ölçüde aynı işleve –herhalde yazılı basından çok daha etkili şekilde— hizmet eder, ülkenin zihnini ve farkındalığını canlı tutar.

Habercilik gibi kamusal tartışma da Türkiye'de bitmiş durumda, farkında mısınız?

Çoğumuz farkındayız belki, ama bunu da not düşmüş olalım.

Süleyman Demirel yirmi beş yıl kadar önce ‘’konuşan Türkiye’’ diye bir kavram ortaya atmış ve tutturmuştu.

Aradan yıllar geçti, ve ‘’konuşan Türkiye’’nin yerinde yeller esiyor.

Medyanın yaklaşık yüzde doksanı doğrudan veya dolaylı yollardan iktidarın ve –şimdilerde onunla ‘’eski Türkiye’’nin baskıcı kriterleri üzerinden bütünleşmiş olan— devletin kontrolüne geçmiş olduğuna göre, bunda herhalde yadırganacak bir şey yok.

TRT, muhalefet ve STK'ların tüm karşı çıkışlarına, yargıdan gelen tüm ikazlara rağmen, tamamen iktidarın uzantısı durumunda. Bu yapının TV ekranlarında gördüğümüz ‘’tartışma’’lar, sadece ve sadece üst düzey kararların onaylanması, propagandası ile sınırlı. Eleştirel yaklaşımın –hele çocuk istismarı veya dış politikadaki sorunlar konusunda— kırıntısını dahi aramayın bulamayacaksınız.

Geriye kalan kanalların –Halk TV, IMC TV ve Can Erzincan TV hariç— tümü, hangi konu olursa olsun –  buna ekonomi de dahil –  analiz ve tartışma programlarına a) Vasıfsız, birikimsiz, iktidara meyli belirgin veya düpedüz bürokrat sözde ‘’uzman’’ları, tek sesli koro formatında davet ediyor, b) Doğrudan siyasetçilerin ağırlandığı ‘’tartışma’’ programlarına muhalefetten özellikle zayıflıkları kriter alınarak konukları çağırıyor, c) Kürt meselesi, IŞİD, yolsuzluklar, özgürlükler, hak ihlalleri vs gibi netameli konulara ağır otosansür uygulanarak, hiç girilmiyor.

Çok değil yedi-sekiz yıl öncesine kadar gazetelerde iyi-kötü yorum sayfaları vardı. TV ekranlarına konuların gerçek uzmanı olan, uluslararası ün sahibi akademisyenler, farklı açılardan konuya katkıda bulunan gazeteciler, toplumun içinden konuşurken sözünü sakınmayan STK temsilcileri vardı.

Artık yok.

Çünkü bu ‘’çeşitlilik,’’ gözü mutlak iktidar kontrolü dışında hiçbir şey görmeyen, bilgi ve kanaati Orwell'vari bir mengenenin altına yerleştirmekte kararlı bir iktidara fazla geldi.

Bağımsız görüş sahibi olmak, siyasi renginiz ne olursa olsun, ‘’çatlak ses’’ veya ‘’bozgunculuk,’’ hatta ‘’dış mihraklarla işbirliği’’ gibi görülüyor artık.

Medyanın kamusal tartışma alanı dışında tuttuğu muazzam bir ‘’kara liste’’ var şimdi.

Ve, mesela, CNN Türk'teki bir haftasonu sunucusunun gayet başarılı bir şekilde sembolize ettiği, ‘’kim iktidar propagandası yapacaksa onu seç, ayıkla ve ekrana çıkar, soru soruyormuş gibi yap, bırak o yüce iktidarı övsün, o iktidar kimi düşman ilan etmişse her türlü hakareti etsin, söylediği hiçbir şeyi sorgulama, sadece kafa salla, yeter’ tipi bir gazetecilik, bir norm gibi her yeri sarmış bulunuyor. 

Toplumun çok sesliliğini, farklı kesimlerin gerçek seslerini susturan, otosansürle kendisini her gün zehirleyen bir medyanın, bizlere ne kadar büyük bir kötülük ettiğini anlıyor musunuz?

Kamusal tartışmaya da elveda.

O da bitti.

Yalan ve inkâr, hakaret ve nefret düzeni hemen hemen kuruldu.

Geriye üç-beş gazete, iki kanal ve –sadece belli bir toplum kesiminin adeta nefes almak için izlediği— bazı internet siteleri kaldı.

Kafası kesilmiş tavuk bir müddet daha koşacak ve düşüp kalacak.