Kapı önündeki DAİŞ’çiler

İktidarın Türkiye’yi “Ortaçağ karanlığına” sokmasına fena halde itiraz edenler orduyu Suriye’ye sokmasını alkışlıyorlar.

ÜMİT KIVANÇ

14.07.2022

DAİŞ’in kendini halife ilan etmiş lideri Ebu İbrahim el-Bağdadi’nin saklandığı ev, Suriye’nin cihatçıların elindeki İdlib vilayetinde, Türkiye sınırına yakın Brişa köyündeydi. Ev ABD Özel Kuvvetleri’nce basıldı, Bağdadi çıkışı olmayan tünele kaçıp, ABD askerlerini peşinden sürükleyip kendini patlattı, ama onları değil kendi çocuklarını öldürdü. O sırada Başkan Donald Trump’tı ve bu operasyonu da reklam-halkla ilişkiler faaliyetine çevirmiş, daha o gece, “Az önce çok büyük bir şey oldu!” diye “teaser” tweet’i atmıştı.

 

Bu operasyonda uçaklar, helikopterlerin yanı sıra, Türkiye’den geçen ABD timleri de yer almıştı. Zaten operasyonun hemen ardından Ankara’dan TC’nin katkısını belgeleyen resmî açıklamalar geldi. Bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, İngilizce tweet attı, “DAEŞ’in liderinin öldürülmesi, terörizme karşı ortak mücadelemizde bir dönüm noktasıdır,” dedi. “Türkiye, terörle mücadele çabalarına geçmişte de olduğu gibi destek olmaya devam edecektir.” Millî Savunma Bakanlığı, ABD ile “askerî makamlarımız arasında koordinasyonda bulunulmuştur” mesajı yayınladı. Trump ise, “Türkiye bizim oraya gideceğimizi biliyordu, onların topraklarından geçtik, operasyon sırasında bir sıkıntı yaratmadılar,” gibi, hayli ilginç bir ifade kullandı. Iraklı bir güvenlik yetkilisi” ise, saklandığı yer tespit edilince Bağdadi’nin “Türkiye sınırına doğru” kaçmaktayken baskına uğradığını ileri sürmüştü.

 

El-Bağdadi’nin kıstırıldığı yer soru işaretleri yaratıyordu. DAİŞ lideri burada bir zamandır kalıyordu, yanındakiler uzun süreli barınmaya göre ortamı ayarlamış, düzen kurmuşlardı. Bu yüzden Türkiye sınırına doğru kaçmakta olduğunu düşündürecek işaret yoktu. Ancak bize söylenenlere göre, öldürüldüğü operasyona katkıda bulunan Türkiye’nin dibinde, Ankara ile arası -mecburen- gayet iyi olan HTŞ’nin yönettiği İdlib’te barınması tuhaf değil miydi? Zira başta bugün HTŞ’nin belkemiğini meydana getiren El-Nusra kökenliler olmak üzere, İdlib’teki bütün öbür örgütlerle DAİŞ’çiler kıyasıya savaşmış, DAİŞ bölgeden zor bela kovulmuştu ve ancak yeraltında faaliyet gösterebiliyordu. Bağdadi’yi ele geçirseler, ABD’den önce HTŞ’ciler öldürürdü. Hayatın olağan akışına göre makul olan buydu.

 

Ancak DAİŞ’in lideri, işte, Türkiye sınırının dibinde, kendisini bir kaşık suda boğmaya hazır örgütlerin diyarında barınabilmişti.

 

El-Kureyşi de benzer adreste

“Bak şu Allah’ın işine!” mi demeliyiz? Zira Bağdadi’den sonra DAİŞ’in başına geçen/geçirilen ve makama yakışsın diye Ebu İbrahim el-Haşimi el-Kureyşi gibi afilli bir isimle anılan zat da İdlib’de barınırken bulundu ve öldürüldü. Daha doğrusu, kendini öldürdü, intihar yeleğini patlatarak.

 

El-Kureyşi de, çeşitli düşmanlarla çevrili bir köydeydi. Sadece köy civarında daracık yörede etkin olan, El-Kaide bağlantılı, HTŞ muhalifi radikal Huras el-Din örgütünün “gayriresmî” himayesi -ki, bu bile şüpheli- dışında güvenebileceği hiçbir şey yoktu. İdlib’te faaliyet gösteren bilumum cihatçı örgütlerle kanlı bıçaklı olmuş, elemanları teşhis edildikleri anda ya öldürülen ya hapsedilen ya kovulan bir örgütün başındaki adamdı.

 

Ama oradaydı! DAİŞ liderinin barındığı ev, Atme’ye çok yakındı, Atme de Türkiye sınırının dibinde. Sayısı anca tahminlerin konusu olabilen (1-1,5 milyon kişi) bir iç göçmen kitlesi buradaki kampta, feci koşullar altında hayatını sürdürmeye çalışıyor. Her türlü örgüt, kıytırık çadırlarda, çamurlar içerisinde, yardıma muhtaç, hayatta kalmaya çalışan göçmenlerden umutsuz, geleceksiz, öfkeli gençleri devşirme peşinde.

 

El-Kureyşi’nin kaldığı evi önce ABD helikopterleri ateş altına aldı, sonra Özel Kuvvetler operasyona girişti. El-Kureyşi kendini patlatarak dördü çocuk, üçü kadın on üç kişiyle birlikte öldü.

 

Her iki DAİŞ lideri de Suriye’nin Şam, Moskova ve Tahran tarafından denetlenemeyen bölgesinde barınabilmişlerdi. Buradan Ankara sorumluydu. Ama DAİŞ liderlerinin burada barınışıyla ilgili olarak Ankara suçlanmadı. İki olayda da sorun yokmuş gibi davranıldı. Hatta ilkinde, aktardığım üzere, TSK’nın katkısı, TC Cumhurbaşkanı tarafından daha oturaklı, ABD Başkanı tarafından daha laubali ifadelerle, ortaya kondu. Ancak ikinci operasyonda TC’nin katkısından söz edilmedi.

 

Bu defa “Şam valisi”

Şimdi üçüncü olayla karşı karşıyayız. DAİŞ’in “Suriye valisi” Mahir el-Agal, çok daha kritik bir yerde, Afrin’de öldürüldü. Türkiye sınırına 11 km mesafede, Cinderes kasabası yakınında. ABD SİHA’sı, el-Agal ve muhtemelen koruması-rehberi olan Ahrar el-Şarkiye militanını motosikletle giderlerken vurdu; el-Agal öldü, öbürü ağır yaralandı. ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM), ağır yaralanan kişinin de örgütün “üst düzey yöneticisi” olduğunu ileri sürdü, ancak kimliğini ve konumunu açıklayamadı. Başkan Joe Biden, önceki operasyonlardaki istihbarat işbirliklerine benzer bir durumdan, müttefiklerin” istihbarat veya lojistik desteğinden vs. söz etmedi, hava operasyonunun ABD silahlı kuvvetlerinin “kararlı ve özenli istihbarat çalışması”nın ürünü olduğunu söyledi.

 

Mahir el-Agal’in öldürüldüğü yer niye özellikle kritik? Afrin, Ankara’nın 20 Ocak 2018’de başlattığı ve “Zeytin Dalı” adını verdiği harekâtla denetimine aldığı bölge. Suriye’nin kuzeybatısında, Türkiye sınırına bitişik, bol zeytinli, bol yeşillikli ve ağırlıkla Kürt nüfuslu yer. TSK’nın, Ankara tarafından eğitilen-donatılan, personeline maaş ödenen milisleri de kullanarak yürüttüğü harekât, YPG ağırlıklı SDG güçlerinin buradan sürülmesini hedefliyordu. Onlarla birlikte yüz binleri bulan Kürt nüfus da sürüldü. Afrin fidye, haraç ve ganimet mevzularında sık sık birbirleriyle çatışan cihatçı örgütlerin oyun sahası haline geldi. Fiilen TSK’nın denetiminde sayıldığından, Heyet Tahrir el-Şam ve onun sivil icraat organı Selamet Hükümeti’nin buradaki duruma hakim olması, düzen sağlaması da beklenmiyor.

 

Ancak bu yöre Rusya, İran, Suriye başta, ilgili herkes nezdinde Türkiye’nin denetimi ve sorumluluğunda. Böylece ilk iki operasyonda ortaya atılan ama üzerinde durulmayan soru bir defa daha ortaya çıkıyor: Kendilerini boğazlamaya hazır bunca disiplinsiz, denetimsiz hasım örgüt de gemi azıya almışken, DAİŞ’in böyle üst düzey elemanları buralarda nasıl dolaşabiliyor? Kendilerini nasıl güvende hissedebiliyorlar?

 

Üstelik ABD, radikal cihatçıların sığınağı olarak gördüğü İdlib vilayetinde zaman zaman SİHA’larla isabetli suikastlar düzenlerken. Sadece DAİŞ’liler değil, Huras el-Din gibi radikal-uzlaşmaz görülen örgütlerin -Ebu Hamza el-Yemeni gibi- önemli elemanları da ABD SİHA’larının hedefi olabilirken.

 

Kimlik

Mahir el-Agal, hâlihazırda DAİŞ’in “El-Şam (Suriye) valisi”. Fakat İdlib’de barınamayan örgüt militanlarının toplaştığı çöl bölgeleri yerine, kendisi açısından son derece riskli yerde, Afrin’de takılıyordu. ABD askerî yetkililerinin el-Agal’ın öldürüldüğü operasyonla ilgili olarak paylaştığı fotoğraf, bunun geçici bir konaklama, “arkadaşa bakıp çıkma” durumu olmadığına işaret sayılabilir. Zaten burnumuzun dibindeki olay da böylece daha yakınımıza taşınıyor. Fotoğrafta bir kimlik görüyoruz. 1 Mayıs 1985’te doğduğu yazılı Halid Sübeyh (“Kişi no”: 67307572963) adına düzenlenmiş. “Kayıt Bürosu” olarak “Afrin” denmiş; yani belge Afrin’den verilmiş. Sağ üst köşesinde Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) zamanından beri kullanılan, yeşil bantlı “alternatif” Suriye bayrağı yer alıyor. Peki bu kimlik ne? Üzerinde Türkçe ve Arapça yazılı olana bakılırsa “Afrin Mahalli Meclisi Tanıtım Kartı”. Bu satırlar yazılırken, kimliğin el-Agala ait bir sahte kimlik mi olduğu yoksa ona eşlik eden Ahrar el-Şarkiye üyesine mi ait olduğu kesinleşmemişti.

 

Kimlik DAİŞ “Suriye valisi”ne TC denetimindeki topraklardaki gezintisinde eşlik eden Halid Sübeyh’e ait olabilir, zira Sübeyh’in mensubu bulunduğu Ahrar el-Şarkiye örgütünün DAİŞ “vali”si el-Agal’a buralardaki “tetkik ve incelemeleri” için yardımcı olduğu genel kanı.

 

DAİŞ’çilerin İdlib’de, Afrin’de fink atabilmesine anlam verebilmek için, Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) aracılığıyla el-Agal hakkında ulaşabildiğimiz bilgilere göz atabiliriz.

 

Rakka’dan Türkiye sınırına

DAİŞ Rakka’yı “İslâm Devleti ve halifelik başkenti” ilan ettiğinde Mahir el-Agal oradaki komutanlardan biriydi. Şehir 2017 Temmuz’unda Uluslararası Koalisyon destekli Suriye Demokratik Güçleri’nce (SDG) alındıktan sonra bir süre saklandı. Sırf DAİŞ komutanı olmasından ötürü değil, doğrudan cinayet suçundan da aranıyordu. Rakka’nın ilerigelenlerinden, aşiret reisi El-Şeyh Beşir Faysal el-Hüveydi’nin öldürülmesi eylemine katıldığı söyleniyordu. El-Hüveydi, Şam’a muhalif, DAİŞ’e de karşı, muhtemelen SDG (YPG) otoritesinden de hoşnut olmayan güçlü bir yerel liderdi.

 

Bu cinayetten ötürü yerel Arap aşiretleri, SDG ve onun denetimindeki Rakka Sivil Meclisi’ni suçlamış, hatta taziyeye giden meclis eşbaşkanı ile SDG mensuplarını kovdukları yolunda haberler çıkmıştı. Buna karşılık, SDG ile birlikte davranan bazı Tabkalı aşiret liderleri de, suikastın arkasında SDG denetimindeki bölgeyi istikrarsızlaştırmaya çalışan Ankara’nın bulunduğu yollu iddialar öne sürmüşlerdi. 2018 sonbaharında, bir yanda bunlar olurken, öbür yanda DAİŞ cinayeti üstlenmişti.

 

El-Agal da SDG’nin denetimindeki bölgeden kapağı Tel Abyad’a atmıştı. Burası, Ekim 2019’daki “Barış Pınarı” harekâtından bu yana TSK yönetimindeki “Suriye Millî Ordusu”nun bölgesi, aynı zamanda Mahir el-Agal’ın memleketi. Doğum yeri Silûk, Akçakale’ye yaklaşık 20 km mesafede. Silûk’un bağlı bulunduğu Tel Abyad (Kürtlere göre Girê Spî), Akçakale’nin sınırın öbür tarafındaki karşılığı. Dipdibeler. Yani 2020’de Mahir el-Agal için Türkiye toprakları yürüyüş mesafesindeydi. Daha önce de buralarda dolaşmış, sınırın öbür tarafında kanlı marifetler sergilemişti zaten.

 

Süleyman el-Agal

Tel Abyad TSK’nın denetiminde, el-Agal de Ahrar el-Şarkiye örgütünün himayesi altındaydı. Ahrar el-Şarkiye, çoğunlukla eski El-Nusra ve Ahrar el-Şam militanlarından meydana geliyor. Eski DAİŞ’çileri bünyesine katmakla sık sık eleştiriliyor. Kürt siyasetçi Hevrin Halef’i, arabasının yolunu kesip katleden örgüt bu. Harekât yapıp komşu ülke topraklarında denetim kurmuş ordunun sözünü dinlemeleri ve disiplinli davranmaları beklenir; ama işte, bunlar da “öfkeli çocuklar”…

 

Mahir el-Agal’ın Afrin’e geçişi bu örgütün organizasyonuyla oldu. SOHR’a bilgi veren aktivistlere göre, ona sahte kimlik çıkarttılar, hareket serbestisi kazandı. Rakka’nın kuzeyindeki kırsal bölgeden çıkma DAİŞ komutanının doğum yeri, sahte kimliğinde Humus kırsalındaki el-Rasten olarak gözüküyordu.

 

El-Agal, kısa süre önce, 16 Haziran’da, Uluslararası Koalisyon güçlerinin Cerablus kırsalındaki El-Hemire köyüne düzenlediği hava indirme operasyonundan kurtulmuştu. Yine SMO aracılığıyla TSK’nın denetlediği, Halep’in kuzeydoğusundaki bu ufak yere baskın, DAİŞ’çilerin oradaki varlığına ilişkin istihbarata dayanılarak yapılmış, öndegelen DAİŞ komutanlarından birinin oğlu burada ele geçirilmişti.

 

Ortadoğu örgütlerinde akrabalık mühim. Mahir el-Agal’ın çeşitli akrabaları DAİŞ’te çeşitli mevkilerde bulunuyor. Bunlardan Süleyman el-Agal bize hayli aşina. Çünkü Türkiye’de karıştığı eylemlerden ötürü yakalandı ve Mahir’in Suruç Katliamı’nda başrolde olduğunu ileri sürdü. 2015’te “Sınır Emiri”ydi, talimatı verdi, bombayı sınırdan geçirdi, dedi onun için. Emniyet’e göre, Agal ailesinden DAİŞ’e katılıp örgüt saflarında savaşanların sayısı altmışı buluyor. Bu ailenin bazı fertlerinin halen Urfa’da yaşadığı da polis kayıtlarında yer alıyor. (Süleyman el-Agal’ın yargılanması sırasında cereyan eden lagarlıklar ve kendisine çekilen kıyaklar konusunda şu habere göz atabilirsiniz.)

 

Bazı meslektaşlarımız, DAİŞ’çiler için, “Bizim elimizdeki yerlerde cirit atıyorlar, MİT bunları niye tespit etmiyor, TSK niye yakalamıyor?” gibi gerçeküstücü sorular soruyorlar. Mevcut iktidarın Türkiye’yi “Ortaçağ karanlığına”, Suriyeli ve Afgan mültecileri ülkeye sokmasına fena halde itiraz eden, fakat orduyu Suriye’ye sokmasını alkışlayan siyasî muhaliflerse bu kadarını bile sormuyorlar.