Kavala için kendini doğrulayan kehanet
“Sen şiddet kullanıyorsun,” dediğiniz birinin “sen neden bahsediyorsun,” deyip kafanıza sopayla vurması gibi bir şey bu yaşananlar
25.02.2020
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin meşhur bir 18. maddesi var.
Maddenin yazılış biçimini okuduğunuzda herhangi diğer bir madde gibi görünüyor.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde düzenlenen hak ve özgürlüklerin, Sözleşme tarafından öngörüldükleri amaçlar dışında kısıtlanamayacağını söylüyor bu madde.
Maddenin bu nötr diline rağmen AİHM, bu maddeden mahkûmiyet vermek için kılı kırk yarıyor.
Ancak, çok ekstrem bulduğu durumlarda bu maddeden mahkûm ediyor.
On binlerce kararı olan ve bu kararlarda sözleşmenin bütün diğer maddelerinden ülkeleri sayısız defa mahkûm eden AİHM bugüne kadar sadece bir düzine davada 18. maddeden mahkûmiyet verdi.
Hangi ülkelerin mahkûm olduğuna bakınca yavaş yavaş bir perspektif ediniyorsunuz:
Rusya, Ukrayna, Moldovya, Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye.
18. madde bir tür erken uyarı sistemi gibi.
Bu maddeden mahkûmiyet o ülkenin artık şirazeden çıkmak üzere olduğunu gösteriyor.
Demokrasi kulvarından açığa düşmeden önce son çıkışı işaret ediyor.
Çünkü, maddedeki soğuk ifadelere rağmen bu madde altında mahkûmiyet, ilgili ülkede gücün suiistimal edildiği anlamına geliyor.
Ülkenin yasalarını iktidara muhalif kişileri caydırmak, onları iş göremez hâle getirmek, köşeye sıkıştırmak için kullanma durumunda AİHM bu maddeden ihlal kararı veriyor.
Bu bel altı vuruşlar, o rejimin artık otoriter ve totaliter bir yönseme içinde olduğunu gösteriyor.
İşte AİHM bu kadar ağır bir tespiti sık sık yapmak istemediği için bu maddeden mahkûmiyet vermeden önce kılı kırk yarıyor.
Türkiye bugüne kadar iki dava ile 18. madde altında mahkûm edildi.
İlki Selahattin Demirtaş başvurusu, ikincisi de Osman Kavala davası.
Bu kişilerin gözaltına alınıp tutuklanmasının, gizli, ifade edilmemiş amaçları olduğunu söyledi AİHM.
Demirtaş için bu gizli amacın onu seçimlerden alıkoymak, Osman Kavala için ise, onu susturmak ve onun üzerinden insan hakları savunucularına göz dağı vermek olduğunu belirtti.
AİHM her iki davada da başvurucuların serbest bırakılmasını istedi.
Ama malum, Demirtaş için başka bir davada mahkûm oldu dediler.
Kavala için ise, başka bir davadan tutuklandı deniyor.
Demirtaş ve Kavala’nın salıverilmesi karşısında gösterilen dirence, bu uğurda hukuka atlatılan taklara bakarsanız AİHM’nin Türkiye’ye verdiği mahkûmiyetlerin bir tür kendini doğrulayan kehanete dönüştüğünü görebilirsiniz.
“Sen şiddet kullanıyorsun,” dediğiniz birinin “sen neden bahsediyorsun,” deyip kafanıza sopayla vurması gibi bir şey bu yaşananlar.
AİHM’nin Türkiye’ye, muhalifleri susturmak için yasaları zorlayarak uydurma suçlamalar getiriyorsun dediği davalarda, yasalar daha da fazla zorlanarak söz konusu kişiler içeride tutulmaya devam ediliyor.
Bir mahkeme salarken diğeri ya yeniden tutukluyor, ya da alelacele cezayı yapıştırıyor.
AİHM’nin Türkiye hakkındaki kehaneti katmerlenerek doğrulanıyor.
Şimdi Kavala’nın Gezi davasından beraat ettiğini ama darbe davasından tutuklandığını söylüyorlar; ama bunlar nafile çabalar.
AİHM Türkiye’yi mahkûm ettiği başvuruda Kavala için hem Gezi davasındaki iddiaları ve hem de darbe soruşturmasına ilişkin delilleri inceledi, bunların hiç birinin bir suça işaret etmediğini altını çizerek söyledi.
Kavala ikinci kez tutuklanırken gerekçe olarak gösterilen, Henri Barkey’le irtibatları meselesi, AİHM kararında zaten ayrıntılı olarak incelenip, iki telefonun aynı baz istasyonundan sinyal vermesinin iki kişi arasında bir irtibat olarak görülemeyeceği söylendi.
Aslında mahkûm edilen, son yıllarda giderek yaygınlık kazanan, insanları suçlu ilan etmek için uygulanan tümdengelim mantığıdır.
İlk önce kişi suçlu ilan edilir; ardından alakalı alakasız bütün deliller o kişinin suçunu ispatlamak için kullanılır. AİHM Kavala için bunun yapıldığını tespit etti, onu darbeye katılmak ve hükümeti devirmeye çalışmakla suçluyorsunuz ama delil diye ortaya koyduklarınız, Kavala’nın bir sivil toplum mensubu olarak irtibatlarından ibaret dedi.
Gazetecilere, insan hakları savunucularına açılan davalarda hep böyle yapıldı.
İlk önce kallavi bir suçlama getirildi. Ondan sonra attıkları twitler, kimlerle telefonla görüştükleri vd. suç delili olarak dosyaya eklendi.
Mesela, bylock kullanan birisiyle görüşmüşsün veya şu davadan yargılanan birisine para göndermişsin denildi.
Ortada gerçek bir suç soruşturması olsa, o bylock kullanan kişiyle konuşan veya o kişiye para gönderen herkes soruşturulur.
Ama bu tümdengelimci hukuk sisteminde, ilk önce suçlu ilan edilen kişi için sonradan suç izlenimi yaratan pek çok delil esas suçlamayla hiçbir şekilde irtibatlandırılmadan dosyaya konuluyor.
İşte bütün bunlar artık bir şekilde AİHM’nin de radarına girmiş durumda.
Şimdilik sadece Demirtaş ve Kavala davalarında 18. maddeden mahkûmiyet verdi.
Muhtemelen bunların arkası da gelecektir.
Demirtaş ve Kavala davaları için en önemli konulardan birisi “derhal bırakılmaları gerektiğini” söyleyen AİHM kararlarının boşa düşürülmüş olmasıdır.
İşte bu durumda bir başka şey daha devreye giriyor, Sözleşmenin 46. Maddesine göre bir “ihlal” prosedürü başlıyor.
Bugüne kadar sadece Azerbaycan için, İlgar Mammadov’u AİHM kararlarına rağmen serbest bırakmaması nedeniyle bu süreç işletildi.
Ucu Avrupa Konseyinden çıkarılma veya üyeliğin askıya alınmasıyla sonuçlanabilecek bir usul bu.
Kavala’nın tutukluluğunun ısrarı durumunda Türkiye’nin AİHM tarihinde bu usule tabi tutulan ikinci ülke unvanına kavuşacağına şüphe yok.
Türkiye’de çok yaygın hâle gelen öz kandırmacalar, ülke sınırları dışına çıkıldığı vakit bambaşka bir şekilde görünüyorlar…
Kavala için ise, bu yeniden tutuklamanın, AİHM’nin önceki tespitlerinin ne kadar doğru olduğunu bir kere daha ve hararetle teyit etmekten başka bir anlamı yok.