Kelimeler beyhudeyse…
Beyhude, bazen bu topraklarda iliklerde hissettirilen bir hâldir. Tarih sürekli tekerrür eder, tekerrür eden zulüm de sürekli inkâr edilir
18.06.2021
Tecrübenin kendisi yok olup gidince mi daha az duymaya başlarız bir kelimeyi, yoksa kelime tedavülden kalkar gibi olunca mı silinir yaşananlar? Dil gibi hayata organik olarak bağlı bir şey söz konusu olduğunda, buna yanıt vermek zor. Ama ölmeyen kelimeleri ruh çağırır gibi hayata davet etmek diye bir şey var sanki. Daha öğretecekleri çok şey olduğundan. Beyhude misali.
Tevekkül dolu bir kelime beyhude. Öyle “gereksiz, anlamsız, boşuna” demekle bitmiyor kapsadığı alanın tasviri. İç bilgiye sahip bir kere. Bir şeyler denenmiş ve artık bunun işe yaramadığı anlaşılmış. Çaresiz bir kabulleniş var sonrasında. Sonuca teslim oluş. Hayatın usulca öğrettiği derse gülümsemek ve anladım demek gibi. Ne demek istediğini anladım. Ağırdı epey ama yine de sağ olasın.
Elbette böylesi bir hisse tercüman şarkılar da olacak. Hem de bir sürü. Hümeyra’nın sesinden akan ‘Beyhude’yi seçtim, konu başlığına da bire bir uyan ismi, Y. Usmanova’ya ait beste ve Mehmet Teoman’ın sözleriyle.
Şah desen, kul desen beyhudedir beyhude
Bu dünyanın işleri beyhudedir beyhude
Zengin olsan, fakir olsan aşkın yeri bellidir
Sen sen ol seven ol, başka âlem yok
Dünya yalan dünyadır, üstü altı riyadır
Özü, aslı hayatın aşka olan yolundur
Çul desen, altın desen beyhudedir beyhude
Yok desen, tamam desen beyhudedir beyhude
Hayatın gelip geçiciliği, aldığımız ilk nefesin ömrün geri sayımını başlatışı, anlam bulmayı çoğu zaman zorlaştırıyor. Sanki ölümsüz olsak, her şeyin sırrına erecekmişiz gibi. Oysa verili zaman her şeye yetendir özünde. Faniliği anlamak ve önceliği bulmak için yeter de artar. İş ki hazır olasın. Çünkü kendini meşgul etmek kolay, özgür kılmak zor bu dünyada. Buna yeltendiğinde, düzene çomak sokmuş oluyorsun. Eşlik edemediğin oyunların, talip olamadığın konumların beyhudeliği çıkıyor ortaya. Ne etsen de bir türlü dahil olamadığın oyunları bir bir ifşa etmiş oluyorsun.
Beyhude, bazen bu topraklarda iliklerde hissettirilen bir hâldir. Tarih sürekli tekerrür eder, tekerrür eden zulüm de sürekli inkâr edilirken, yılmadan mücadele edenler bile bir an gelir beyhude hissine kapılır. Hiçbir şeyin değişeceği yok işte. Bu, hep o aynı fasit daire.
Ama beyhude inattır da. Yılgınlıkla eşitlenmeye gönlü elvermeyendir. Önce mecbur salacaksın kendini. O bütün öğretilmiş koşulların senin kudretini tanımlamaya yetmeyeceğini anlayacaksın. Sen hep daha fazlasısın. Tam tersine inandırılmış olsan da. Hatta tam da tam tersine inandırılmaya çalışmandan anlayacaksın tekinsizliğini. Coşkunu kimselerin tekeline bırakmayacaksın. “Beni vazgeçirmeye çalışmak mı, ne kadar beyhude bir çaba” diyeceksin gülümseyerek.
Pişman bir duvar
Öbür türlüsü pişmanlık olur çünkü. Pişmanlıksa ruh duvarını içten içe çürüten küflü nem. Beyhude yaşamış olamazsın. İzin veremeyeceğin tek beyhude bu olmalı. Hümeyra’nın bu kez de ‘Gidemediklerimiz’ şarkısında anlatılan duygudur o; korkacaksın.
Görüyor musunuz denizin gerisinde
Kumsaldan hayli uzakta bir ev var
Tek pencereli bir ev
İçerde bir iskemle
Üzerinde gençliğim
Bir yatak, bir yorgan, bir kırık masa
Bir ip sallanır boynumda
İhtiyarlamak yaşla ilgili değil ya hani, ruhun uçabildiği sürece senden özgürü yok. Ama olur da düzenin öngördüğü “işlevsellik takvimi”ni benimsersen, vay hâline. Ne zaman mezun olacağın, hangi koşullarda kaç yıl çalışacağın, evinin kredisini ödeme tarihin, illa ki evliliğin, derken emekliliğin her şeyin işaretli o lanet takvimde. İyi de madem bu kadar uyumluydun neden şimdi posası çıkmış gibi hissediyorsun yıllar sonra? Neden o parlak ışıklı, bol gülüşlü reklamlardaki gibi akmıyor hayat? Bu sorulara gelmişse vakit, çok geç demektir. Dilerim çok çok önce uyanırsın.
O beyhudelik kendi ölüm fermanındır zira. Eşyanı çoğalttığın ölçüde azalırsın. Allahtan gözünü açmak bir saniyelik iş. Her an yapabilirsin bunu, belirsizliği göze aldığında. Korkudan değil heyecandan titrediğinde. Beklenmedik serinlikte bir yaz akşamı ince hırkanı üzerine çeker gibi ürperdiğinde. Oh be, dersin tuttuğunu bilmediğin bir nefesi derin derin verirken. Oh be.
Odama sımsıcak iklimlerle geldiniz
Gözleriniz kararlıysa sevmeye sevilmeye
Bu gece sabaha kadar ipi siz çekeceksiniz
Sımsıcak deniz gidemediklerimiz
Öbür türlüsü yaşarken ölüm. Geriye kalan bütün o yapamadıkların. Iskalanan ihtimaller. Bıçaklanan hayaller. Kendine itirafındır böylesi bir beyhudelik. Sen gel hiç pişman olma, e mi. Hiçbir zaman almayacağın bir ders olsun hataların. Yine olsa, öyle yapardım inadında ol. Neden böyle oldu sorusundan vazgeç. Öyle işte deyiver. Eyvallah diye ekle. O ki sımsıcak denizlere gidemiyorsun pek. Ama o ki, merhametli güneşi hiç ama hiç unutmadın.
Peki ya dil boşa düşerse?..
Dil, anlaşmak için var hesapta. Derdini söylemek, derman bulmak için var. Ama bazen dil de aciz kalır. Senin içinde başka bir kainat vardır da, dil içi çevirisini yapamıyorsundur sanki buradaki dünyalılara. Call Me By Your Name (Adınla Çağır Beni) filminde, on yedi yaşındaki Elio’nun yazlık eve misafir öğrenci olarak gelen ve yedi yıl yaş farkıyla başka bir dünyaya aitmiş hissettiren Oliver’ı bütün bir gün ve gece boyu acıtan bir özlemle bekleyişi var. Filmin sayısız unutulmaz karesinden sadece biri. İşte o sırasında işitiriz bu şarkıyı. Elinde okumadığı bir kitap, aklında tek bir tanesine dahi odaklanamadığı düşünceler ve kalbinde henüz ne edeceğini bilemediği bunca hisle bir kaygı yumağına dönüşen Elio’nun geceye doğru tel tel çözülüşünün şarkısıdır ‘Futile Devices’.
Yüzünü ezberleyeli çok zaman oldu
Dört saat oldu mekânından geçeli
Kanepende uyurken nasıl da güvendeyim
Getirdiğin battaniyelerle örtüyorum yüzümü
seviyorum seni
seni seviyorum
sen gitar çaldığında
tellerin vızıltısını dinliyorum
Metal, parmaklarının altında titreşiyor
ve onlara vurduğunda
büyüleniyorum gururla
Ve seni sevdiğimi söyleyecek gibi oluyorum
Ama yüksek sesle söylemesi zor
Ben de hiç söylemiyorum
Uzun da kalmıyorum yanında
Ama işte hep ihtiyaç duyduğum o hayatsın
Kardeşim gibisin hem
Böyle demesi saçma gelse de kulağa
Ve kelimeler pek beyhude kalsa da anlatmaya
Tercüme de insan hayatına ve deneyimine dahil. Ruh olmadan doğru karşılık bulunmuyor anlam için.
Otomatik çeviride “yakıtlı aletler” demişler şarkının ismine. Güldüm epeyi kendi kendime. Sonra da özüne sadık kalıp serbestçe çevirmek istedim. Böylesi daha uygun olduğundan şarkının ruhuna. Ve benim ruhuma da aynı zamanda.
Kelimelerin beyhude olması o meşhur klişeye, “sözün bittiği yer”e denk düşmüyor. Hapsedildiği kalıplar içerisinde onların, yaşadığın şeyi anlatmakta aciz kaldığını ifade ediyor sadece. Sanki başka bir dil var. Kelimeleri müzikten oluşan, kokusu, tadı, dokusu olan bir dil. Unutulmaz anlara, hatırlanacak anılara dair bir dil. Sarıp sarmalayan. İşte o dilden anlaşmak gerekiyor kelimeler yetmediğinde. Kelimelerin yetmediği bir şeyleri yaşıyor olmanın mucizesini bilerek öncelikle.
Varsın en büyük çaresizliğin bu olsun. Hissettiklerini anlatmaya aciz kalan bir dil, anlaşılmaya dönük beyhude bir çaba. Yalnız değilsin, biliyor musun? Bir yerlerde tam da senin gibi boşluğa bakıp neler neler konuşan ama ağzını açıp tek kelime etmeyen birileri daha var.
Hem hayat yüzümüze de bakar bazen. Çıkar gelir karşılaşırız tesadüf niyetine hiç beklenmedik bir günde. Ve gülümseriz biri birimize.
Tek kelime yok. Anlaşmak bizim için başka türlü bir macera, sessizce yapılan bir şey. Usulca. Sessizliğin dilinde… Susmak bazen en yüklü kelime.
—
Tepe görselindeki tablo Hümeyra'nın eseridir.