Kendinin eşiğinde

İçin titrer eşikte dururken. Yepyeni ve bilinmez bir şeyin başındasın. Başka türlü bir hayatın arifesinde.

KARİN KARAKAŞLI

30.06.2022

Ne olduğunu, nerede olduğumuzu kesin olarak bilmek isteriz. Her dilde bir dolu soru kelimeleri olmasının ve her güne kim bilir bunların kaç kere, net yanıtlar bulma talebiyle sıralanmasının sebebi bu. Bilme ve emin olma ihtiyacı. Ama hayatın akışı farklı, bilmek bazen sadece akışa teslim olmak demek. Arada kalmak, beklemek de sürecin parçası. Ta ki ayakların sana yanıtını bildirene kadar.
 
Bazen tek yapabildiğin kararsız kalmaktır. En doğru olanı bilmediğini itiraftır. Hiç de kolay olmaz üstelik. Malum, düzen her daim kendinden emin, ne yapmak istediğini bilen ya da öyle görünen insanlardan müteşekkil. Oysa bu bir yanılsama. Çoğu zaman tam tersi geçerli. Bir bakmışız, hayatımız yine ve yeniden bir eşikte.
 
Eşikte durmanın kaçak göçek bir yanı var. Dışarıda değilsin artık ama içeri de girmemişsin. Her an iki yönden birine savrulabilirsin. O görece kararsız, belirsiz durum kendi içerisinde yepyeni bir alan açıyor oysa. Âraftayken her şeyi yapabilir, her kim olmak istiyorsan olabilirsin. İhtimallerin ta kendisisin.
 
Kapının önü, kapının ardı
Kelimenin gerçek anlamındaki eşik, metaforlara ilham veren somut bir ihtişama sahip. Tarihi kapıların aşınmış mermer eşiklerinden evlerin mütevazı girişlerine eşik bize hep kendini fark ettiren bir yer. O kadar ki pek çok insan için uğurlu şeylerin olması dileğiyle eşikten sağ ayakla geçmenin, içinden usulca bir dua mırıldanmanın günlük pratiğe dönüştüğü alışkanlıklar söz konusu.
 
Evin eşiğine nazar boncuğu, at nalı, sarımsak, muska asmanın ve ev halkını kem gözlerden koruması için çeşitli kristallerden, melekli, dini ya da mistik sembollerden, kişiye özel uğur nesnelerinden oluşan minik sunaklardan medet ummanın çokça rastlanılır olması, eşiğin önemine dair çok şey söylüyor. Eşiğe basmamak, oradaki koruyucu ruhu rahatsız etmemek çok farklı kültürlerde yaygın inanışlar arasında. Burası kamudan özele geçilen ya da tam tersi özelden kamuya çıkılan aralık. Korunaklı ve güvende hissetmeye en çok ihtiyaç duyduğumuz yumuşak karın.
 
Bir eşikten ilk kez geçiyorsak bir dilekte bulunmak, kendimiz için iyi olanı çağırmak mümkün. Tarihi mekânların görkemli, ürpertici eşiklerinde bir an için durup insanlığın gelmişini geçmişini hissetmek de öyle. Bizle başlayıp bizle bitmiyor hikâye ama bir yandan da biricik ve eşsiziz. Tam da şu eşikte dururken hissettiğimiz gibi istediğimiz her şeye muktediriz.
 
Hesaplaşma mekânı
Eşik âraftır ve kendi başına bir boyuttur. Uykuyla uyanıklık arasındaki ârafta en sahici itiraflarla gelir ruhun. Karar vermek ve harekete geçmek, hakkı verilmesi gereken edimler. Bazen emin olana kadar bir eşikte uzun uzun durmak gerek. Eşikte durmak, aidiyetlerden bağımsızlaşmayı beraberinde getiriyor. İçindeki yabanıl özü kucaklıyorsun ister istemez. Kimseyle başlamayan ve kimseyle bitmeyecek olanı. Dolayısıyla da hakikatinle yüzleşiyorsun. Kendinden kaçamıyorsun istesen de.
 
En büyük değişiklikleri, hatta toptan dönüşümleri beraberinde getiren hep bir eşik hâlidir. Kendinin eşiğinde durursun. Burası rüzgârlı bir bayırdır. Yaşlı ağaçlar seni gölgesine buyur eder. Oturur, toprağı, çimeni hissedersin ayaklarının altında. Kokuları içine çeker, çimenin kökünü dişlersin. Oyunbaz bulutlara dalar gözün. Akşam olur, yıldızlar belirir gökyüzünde. En son ne zaman yıldızları izlemiştin, hatırlamazsın bile. Hayat koşturması böyle geniş zamanlara ters ama bir yandan da geniş zaman yıldızlarına bakmadan o hayatta nereye gittiğini görmek imkânsız. Yola çıkmak için durmak gerek. Eşiğin hakkını vermek. Öyle yaparsın.
 
Bir de eşikte tutulmak var. Toplumsal olarak kenarda bekletilmek. İskoç etnolog Victor Turner'in, antropolojide ilk kez Arnold van Gennep tarafından ortaya atılan geçiş törenleri teorisini geliştirerek vardığı eşiktelik (liminality) kavramıyla tanımlamaya çalıştığı durum. Topluma hâkim olan, makbul ve uygun olanı belirleyen bir kesim bir diğerini kendinden ayırınca, berikinin kabul edilebilme ve reddedilme arasında belirsiz bir statüde kalması. Burası hiçlik duygusu doğurur, adeta görünmezmişsin gibi akar hayat. Ta ki yeni toplumsal statünü elde edinceye kadar. Çemberi ancak sen kırabilirsin, başkalarının belirlediği bir merkezin çeperinde olmak yerine kendi yörüngeni oluşturup ekseninde dönmekle.
 
Eşik denilen bir geçiş dönemi. En iyi tezahürü ergenlik olarak kabul edilir. Artık çocuk değilsindir ama yetişkin de sayılmazsın. Bazı ayrıcalıklar mazi olmuş, bazı haklar hâlâ tanınmamış. Bu âraf yerde ilk kez bütün dış sesleri susturma, kendi müziğinle baş başa kalma fırsatın olur. Sancılı olduğu kadar sahici bir zamandır. Korku ve umut at başı gider. Kendini bir an yetersiz, bir an her şeye kadir hissedersin. Bütün duyular keskinleşir. Dünya ayaklarının altındadır. Yalanı, riyayı yıkabilir, kendi gerçeğini inşa edebilirsin. Yeter ki eşiğinin kıymetini bilesin.
 
İlhan Berk ‘Eşik’ şiirinde bilinmezin ürpertici büyüsünü aşkın zaptedilmez gücüyle harmanlayarak anlatır bize.
 
Çok oldu, bir akşam beni sıkıverdi etin türküsü
Ön kapıdan bir adım attım doğru o karanlık
O kalemler, defterler, yalnızlıklar Edibe’nin koyduğu
Bir karanlık iyi günler diyor iyi günler durup baktık
Bütün o şehirler biraz önce yangından çıkmıştı sanki
O uyumalarını uyanmalarını ben bir güzel yaptım
Şimdi kimse dünyada senleyin güzel uyumaz uyanmaz senleyin
Aman o baktığın denizler anlatılır gibi değil
Sen bir şeye bakıyor musun o anlatılmaz artık
Böyle bir yaprağı bir suyu bir yolu yanın sıra geçiyorum
Bir sokaktan bin sokaktan rüzgârlar koyveriyorum
Bütün gün seni düşünüyorum da bir başkasıyla yatıyorum
 
Eşikten geçince eskisi gibi olamazsın. Aşkı saklayamazsın. Sanki dünyayı sen yaratmışsın. Oysa belki de doğrudan başına yıkılacak. Korkmaya fırsatın olmaz, cesareti düşünmeye vaktin de. Eşik sana görmen ve yaşaman gerekeni dayatır. Bir şehir yanar gözünün önünde. Bir şeyler yıkılır. Sen eski hayatına artık üzerine olmayan bir giysi gibi bak         arsın. Aynanın önünde çıplaksın şimdi. Soyunduğunu hatırlamıyorsun bile ve bir aynan olmadığına da yemin edebilirsin. Hiçbir önemi yok. Burası kendi mantığını dayatan bir diyar. Sadece bakmakla ve görmekle mükellefsin.
 
Bir şiirde bunları diyorum diyemediklerime geçiyorum
Ne güzel giyimlerini balıkları yolları alıp boyuyorsun
Yalnızlıkları, bir yapraksız ağacı, yukarki karanlığı çiziyorsun
O ala sevin senin şimdi hızlanan çoğalan o şehirlerde
Nice soğuk, kımıltısız gecelerimizden trenler geçiyor
Bu karanlığı ben indirdim bilmem biliyor musun
Sanki bir yaşamlar görmüştük, fukara soluğumuzu yitirmiştik
En çok insan bir yerimiz kopup gitmişti duyuyor musun
Yeniden o sokağa o ulu sıkıntımızın sokağına indik
Hani bir ışıkla başlar ya şiirler artık hep öyle başlıyorum
A’dan Z’ye bir karanlığı büyütüyorum
Şu kadınlar var ya şu kadınlar şu kadınlar yok
 
Bir kez kucaklayınca eşiğin getirdiklerini, dünyan genişler. Adını koyarsın bir şeylerin. Bilmekle özgürleşirsin. Canın sıkılmaz artık, canını yakmışları tek tek dize getirirsin. Teslimiyet, ödülüyle gelir. Kabulleniş şefkat getirir. Kendinden esirgediklerinle sarıp sarmalayacaksın artık bu ruhu. Hikâyeyi hep tam buradan, kendi şah damarından başlatacaksın.
 
Ahmet Hamdi Tanpınar gelir yanına sonra. Bir başka “          Eşik”le. Suskunluğun hazinesini döker önüne önce. Biriktirilmiş hatıraların hareli bilgisini. Doğayı dinlemeyi öğretir sana. Suyu, toprağı ve rüzgârı ruhuna yoldaş kılmayı.
 
Bir ses yavaşça der, bırak yalvarsın,
Hayat bu kapıda…ne çıkar varsın,
Nakışlar gülmesin beyaz taşında
Ölüme benzeyen bu susuzluğun
Çağlayan hayâller yeter başında…
Bir fikir, bir şekil dalında olgun
Bu ağır sallanan hazan meyvası,
Gurbet, mendillerin çırpınan yası,
Yüzler ki bir uzak müjdeye benzer,
Her türlü ışığa kapanmış gözler,
Her şey, hepsi, gülen, susan, kamaşan
Rengiyle toplanır bende ve akşam
Rüzgârla tarümar, mevsimle sarhoş
Gelir ta kalbimde düğümlenir…
                                    -Boş…
Boş ve ümitsizdir akşamın hüznü
Bu tenha çeşmede bir an yüzünü
Seyredenler altın sazlar içinde
Ruh muammasının ürperişinde
Kaybolmuş sanırlar kendilerini…
Bırak bu tesadüf bahçelerini…
Hakikat çok uzak, karanlık, derin
Bir dille konuşur, büyük köklerin
Toprakla ezelden karışmış dili!
Geceyle ölümdür asıl sevgili
Bu ikiz aynada toplanır yollar
Karanlık yaratır, ölüm tamamlar.
Kaçalım seninle biz de geceye
Ölümün kardeşi saf düşünceye…
Yeter büyüsüne aldandığımız
Güneşin…biraz da yalnızlığımız
Kendi aynasında gülsün, gerinsin
Güvercin topuklu sükût gezinsin.
 
Sessizce durursun. O “güvercin topuklu sükût”un ortasında. Eşik, başlangıç taahhüdü içerir. Dolayısıyla artık bir şeylerin bittiğini de bildirir. Eşikte duran geri dönemeyeceğini çok iyi bilir. Yeniye doğru o son adıma cesaret edemesen dahi, bir kez o yapageldiğinin dışına çıkmışsın. Artık başka bir noktadasın. İçin titrer bir şeyin eşiğinde dururken. Heyecan ve endişe, merak ve korku iç içe geçer. Yepyeni ve bilinmez bir şeyin başındasın. Başka türlü bir hayatın arifesinde.
 
Öte yandan eşik aynı zamanda sınırındır da. Dayanma, katlanma gücünü ilan eder. Neye tahammül edemeyeceğini. Acı eşiğin yüksek olabilir ama günün sonunda bir yerde dur dersin. Buraya kadar. Bir hat çizersin. Dünyayı hizalandırırsın karşında.
 
Bazen şansın yaver gider hayatta. Bir eşlikçin olur. Birlikte bir eşikten geçmenin tadına doyum olmaz. Yepyeni bir hayat müjdesini şarkı diye söylersiniz birlikte.
 
Sonra gün gelir, belki o eşlikçinden de ayrılman gerekir. Ölümle ve ayrılıkla sınar seni hayat ve yeni eşiklerin önüne fırlatır. Bazen bir eşiğin önünde olduğunu ancak adım attıktan sonra idrak edersin.
 
Eşikler ille de neon ışıklarla aydınlatılmış değil. Sessiz sakin de değişebilir her şey. Bir göz kırpımlık anda. Görünmez bir dip akıntısıyla. Değişiklikten korksan da, yeni olana dirensen de kaçamazsın.
 
Hayatımız hep bir eşikte. İyi ki öyle.
 
—–
Kapak Görseli: Victoria Art (Pixabay)