Kıbrıs’a da dokanmayacan

Bugünün gönlü militarist iktidarının esas partisi barışçı çözüm aradığında şimdi demokrat rolündekiler “Vatanı satıyorlar” diye karşı çıktı.

ÜMİT KIVANÇ

17.02.2022

Kıbrıs’ın YENİDÜZEN gazetesi, 1975 yılının bitmesine iki buçuk hafta kadar kala ilk sayısını yayımladı. Gazete, kendi editoryal ifadesiyle, “Kıbrısta barışa ve demokrasiye inanan Cumhuriyetçi Türk Partili [CTP] kadroların, seslerini ve soluklarını duyurma mücadelesinin” ürünüydü. Gazeteyi çıkaranlar, ilk sayılarının basılıp dağıtılışını, “bir teksir makinesiyle başlayan mücadelenin, geniş kitlelerle buluşmak adına doruk noktası” olarak görüyorlardı. 

İlk sayıda, “Niçin çıkıyoruz?” başlıklı, YENİDÜZEN imzalı bir başyazı yeralmıştı. Yazıyı kaleme alan Naci Talat (Usar), gazetenin “anti emperyalist, anti faşist, anti militarist, yurtta ve dünyada barışı savunan, ezilen, sömürülen dünya halklarından yana bir politika izleyecek” olduğunu duyurmuştu. Ancak gazetenin Kıbrıs siyasî hayatındaki konumunu ve rolünü esas belirleyecek olan, başka motiflerdi. Kıbrıs Harekâtı’nın başlangıcının üzerinden bir buçuk yıl anca geçmişken gazete, “Kıbrıs sorununun barışçıl yollardan çözümünden yana” olduğunu bildiriyordu: “YENİDÜZEN bağımsız, bloksuz, emperyalist üstlerden arınmış, federatif bir Kıbrıs Cumhuriyetini sonuna kadar savunacaktır.” Bu tavrın, Ankara’nın gerek gazeteye gerekse etrafındaki CTP’lilere bakışını şekillendirdiğini, sanırım eklemem bile fuzulî.

Ancak işler o kadar kolay, Kıbrıs’ta ilişkiler o kadar basit değil.

 

Naci Talat ve Erenköy

Naci Talat, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okurken, öğrenimine ara verip, Erenköy Direnişi’ne katılmış bir gençti. İki yıllık silahlı mücadele döneminin ardından Ankara’ya okula döndü, 1971’de mezun olup ertesi yıl Kıbrıs’ta avukatlığa başladı. 1968’de, Kıbrıs Türk Ulusal Öğrenci Federasyonu’nun kuruluşuna öncülük edenler arasındaydı, federasyonun ilk başkanı da olmuştu. 1976’da milletvekili seçilince avukatlığı bıraktı. Partisine genel sekreter seçildi. Birçok yerde CTP’nin “efsanevî genel sekreteri” diye anılan Talat, 1975'te Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) ve 1983'te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Kurucu Meclis’lerinde bulundu. İşte, orada işler öyle basit değil. Çünkü arada hakkında davalar da açıldı. 1991’de, erken yaşta hayatını kaybedene kadar Kıbrıs siyasetinin önemli figürlerindendi.

Dönelim Erenköy’e. Naci Talat “1964te Erenköye örgütlü biçimde çıkan üniversiteliler arasında, daha sonra Erenköy Mücahitleri olarak anılacak grup”taki gençlerdendi.

Özel Kuvvetler okulunda İç Güvenlik ve Gerilla Harekâtı öğretmenliği, Özel Kuvvetler Alay Komutanlığı yapmış, Stratejik Düşünce Enstitüsü Savunma ve Güvenlik Koordinatörü E. Kd. Albay Mithat Işık, Kıbrıs’ın kuzeybatısındaki “Erenköy’ün stratejik bir yer olarak öne çıkması”nın “Türk Mukavemet Teşkilatı’nın [TMT] kurulduğu 1 Ağustos 1958 tarihine rastladığını”  söylüyor: Bu tarihten itibaren, Erenköy “Anavatan’a açılan tek pencere” oldu, diyor. Ancak burasının pencereden çok kapı işlevi gördüğü biliniyor; zira “1963 olaylarından önce ve sonra Erenköy ve Anamur Kıbrıs Türkleri için bir köprü olmuştur. Silah ve mühimmat ikmali ile Türkiyede eğitim gören öğrenciler de kutsal mücadeleye katılmak için bu güzergâhtan yavru vatana gitmişlerdir.” Mersin/Anamur’dan Erenköy’e aktarılan silah, mühimmat ve elemanlar sayesinde bu “pencere” 1974 çıkarma harekâtında da kritik rol oynamış, Işık’a göre. Naci Talat’ın katıldığı silahlı direniş, bu “pencere”yi tıkamak için taarruza geçen EOKA’cı kuvvetlere karşı yapılıyordu (EOKA: Ethniki Organosis Kyprion Agoniston: Kıbrıslı Savaşçılar Millî Örgütü).

2021 Ağustos’unda, Erenköy Direnişi’nin 57. yılı dolayısıyla Türk Ajansı Kıbrıs’ın (TAK) görüştüğü Erenköy Mücahitleri Derneği Başkanı Mustafa Arıkan, “Erenköy mücahitleri”nin hazırlanış ve yola çıkış öyküsünü anlatmaya şöyle başlamıştı: “Temmuz ayında bizi çağırdılar, Zir Kampı’nda 10-15 gün eğitim aldık. Anamura sahile gittik orada Rauf Raif Denktaş ve TMTnin kurucusu Rıza Vuruşkan bizi bekliyordu. Hep birlikte gece askeri hücumbota bindik, Erenköye gittik.”

 

1958 ilkbaharı ve yazı

Zamanda sıçrıyor, yukarıda aktardığım manifestomsu başyazıyla neredeyse yarım asır önce yayın hayatına başlayan YENİDÜZEN gazetesinin 24 Mayıs 2015 tarihli sayısına göz atıyoruz. Bizi tekrar eskiye götürecek olan Niyazi Kızılyürek’in yazısına:  “TMT ve Siyasal Cinayet Tarihinden Bir Kesit”. Bunu niye yapıyoruz? Çünkü Halk TV’deki programında TMT hakkında sarf ettiği sözlerden ötürü hem gazeteci Ayşenur Arslan hücuma ve hakarete uğradı hem de RTÜK bu televizyon kanalına “yüzde 5 idari para cezası ve 5 kez de program durdurma cezası” münasip gördü. Şöyle demişti Arslan: “Türk Mukavemet Teşkilatı, Ada’da ve yakın hinterlandında suikastlarla bilinen bir, illegal diyelim, yarı resmî bir oluşumdu.” 

Tepkileri aktarmama gerek yok; herkes fazlasıyla biliyor. Niyazi Kızılyürek’in sözkonusu köşeyazısında ortaya döktüklerini de aslında bilmesi gerekenler biliyor. Hap haline getirerek -araya azıcık bilgi katarak- aktarıyorum:

22 Mayıs 1958. Tüm Kıbrıs İşçi Federasyonu (PEO) Türk Bürosu Başkanı, sendikacı Ahmet Sadi Erkurt, maskeli adamlar tarafından kurşunlandı, yaralı kurtuldu. Kıbrıs’ın Mart 1942’de Dr. Fazıl Küçük tarafından kurulmuş olan ve kısa istisnalar dışında o günden bugüne yayın yapan popüler gazetesi Halkın Sesi, Erkurt’un azılı komünist ve Rum solcu sendikasının elebaşlarından” olduğunu, 1 Mayıs günü Rumlarla beraber birkaç satılmışın yaptıkları yürüyüş ile ilgisi”nin bulunduğunu yazdı.

24 Mayıs 1958. İnkılâpçı gazetesi yazıişleri müdürü Fazıl Önder’i kurşunladılar, öldüremeyince bıçakla öldürdüler. Halkın Sesi, onun için de bir komünist uşağı olmakla tanınmıştı” dedi.

26 Mayıs 1958. Lefkoşada TMT Merkez Komitesi” imzalı bildiri dağıtıldı; vatan haini ve komünist uşağı” Ahmet Sadi Erkurt ve Fazıl Önderin hak ettikleri cezayı buldukları” ifade edildi. Bildiride ulusal birliği bölen, parçalayan ve zayıflatan herkesin beynine kurşun sıkılacağı” tehdidi de yeraldı. Bildiri Kıbrıs Türklerine” hitaben yazılmıştı: Teşkilatımız tarafından öldürülen vatan hainleri senin en büyük düşmanındır…” Kızılyürek, Ayrıca,” diye ekliyor, “ada sathında TMTnin vurucu timlerinin hazır beklediğivurgulanarak halka gözdağı veriliyordu.”

27 Mayıs 1958. Pırlanta Dikimevi sahibi Abdurrahman Candaş ile Mustafa Ali silahlı saldırıya uğradılar, yaralandılar. Bu defa hedef şaşırtma da vardı. Halkın Sesi, olay yerinde “üzerinde EOKA kelimesi bulunan bir levha”nın ele geçirildiğini yazdı. 

29 Mayıs 1958. Sendikacı Ahmet Yahya, uyurken öldürüldü. Bir gün önce Kıbrıs Rum sendikaları ile ilişiği kalmadığını” açıklamış, yine de kurban edilmişti.

31 Mayıs 1958. Başka bir TMT bildirisinde, gerçek Türk olmayan bir hain daha vurucu timlerimiz tarafından yok edilmiştir” ifadesi yeraldı. 

5 Haziran 1958. İnşaat İşçileri sendikası yönetim kurulu üyesi Hasan Ali silahlı saldırıya uğradı, yaralandı. Halkın Sesi’ndeki haber şöyleydi: “İsmi Hasan Ali olan şahıs mütecavizler tarafından ağır surette dövülmüş ve neticede yaralanmıştır. Bir vatan haini ve AKELin üyesi olmakla itham edilen Hasan vücudunun muhtelif yerlerinden çeşitli yaralar almıştır.” (AKEL: Emekçi Halkın İlerici Partisi. Kıbrıs’ın güçlü komünist partisi. 1960’ta %35 oy alabiliyordu.)

30 Haziran 1958. Kıbrısta Türklerle Rumlar barış içinde birarada yaşayabilir” diye konuşan berber Ahmet İbrahim vuruldu, öldü.

30 Haziran 1958. Silahlı saldırıya uğrayan Arif Hulusi Barudi, yara almadan kurtuldu.

 

Herkes kendi solcularını öldürdü

Kızılyürek, böyle bir dehşet süreciyle, Kıbrıslı Türkleri uzun yıllar gölge gibi izleyen” bir korkunun yaratıldığına dikkat çekiyor. Yazısından bir paragrafı olduğu gibi alacağım; tablo böylece tamamlanıyor: Bitirirken bir noktanın altını çizmek istiyorum: 1958 yılında EOKA da ‘vatan haini’ ilan ettiği Kıbrıslı Rum solcuları hedef almıştı. Aynı tarihlerde solcu Kıbrıslı Rumlar, solcu Kıbrıslı Türkler gibi, peşpeşe katledildiler.” Söyledim, mevzu basit değil. 

Şimdi de 1979 yılında Birikim Yayınları Broşür Dizisi’nden çıkmış bir ufak kitapçığı elimize alalım: Kıbrıs. Yazarları: Karolos Zahariadis ile Yusuf Alp. EOKA, Ocak 1958de AKEL üyelerine karşı saldırılara başlar,” diye yazmışlar. “Solcu ögeler, hain ve İngilizlerle işbirlikçi oldukları gerekçesiyle EOKA tarafından idam edilir. Birkaç aşırı sağcı gazete dışındaki tüm gazeteler Kıbrısta halkı birliğe çağırır. Bütün bu çağrılara rağmen AKEL ve EOKA arasındaki çarpışmalar Mayıs ve Ağustos aylarında yeniden başgösterir.” Yani Türklerin de yeraldığı komünist partiyle Rum faşistlerin örgütü arasında.

EOKA kurucusu faşist Georgios Grivas, Komünist tehditlere, öteki hainlerin tehditlerine karşı koyduğum şekilde karşı koymak niyetindeydim,” diye anlatır, Zahariadis ile Alp’in aktarımıyla. Ve yakınır: Tabiî sorun o kadar basit değildi, çünkü her komünist hainin öldürülmesini, Adadaki İngilizlerin koruyuculuğu altında, AKEL komünistlerinin yaptığı dinamik gösteriler ve tehditler takip ediyordu.”

Kızılyürekin 1958 ilkbaharı ve yaz başı için sıraladığı seri suikastleri Zahariadis ile Alp azıcık daha ileri taşımış görünüyorlar: Eylül ayına gelindiğindeyse, iki toplumun birleşmesi yönünde düşünce ileri süren Kıbrıslı Türk solcular da öldürülmeye başlanır. TMT örgütü yaptığı açıklamayla bu olayların sorumluluğunu üstlenir.”

Kıbrıs sorunu, Türkiye’de hep siyaset dışı tutuldu. Bu konuda kimsenin farklı ses çıkarmasına izin verilmedi. Fakat izin isteyen de pek olmadı. Bugünün savaşçılığa hevesli, gönlü militarist iktidarının esas partisi barışçı çözüme doğru adım atmaya kalktığında hâlihazırda demokrat rolüyle seyirciden bol alkış alanların çoğu, “Vatanı satıyorlar!” diye ayağa fırladı. Solun da Kıbrıs diye mühim derdi olmadı. Buna karşılık bir gün birdenbire, herkesin “Vay! TMT’ye laf edildi!” diye huzuru kaçtı.

Kıbrıs da öyle güzel yerdir ki… Üç-beş bişey bilsek bari, atıp tutmadan.


Tepedeki fotoğraf: Niyazi Kızılyürek