Kılıçdaroğlu’nu, CHP’yi aşan dava küçücük bir adliyeye sığıyor
Linççilerin hedefi, Türkiye’nin demokrasi hayaliydi, hukuk devletiydi, bir arada yaşama umuduydu; dolayısıyla hepimizdik.
01.12.2020
Ankara’nın Çubuk İlçesinin küçük adliyesinde, fazlasıyla büyük bir dava görülüyor bu günlerde.
Dava gerçekten çok büyük.
Ama muhtemeldir ki, davanın sahipleri bile önlerindeki “işin” ne kadar ağır, ne kadar utanç verici ve Türkiye’nin ne denli kadim bir sorununa işaret ettiğinin farkında değiller.
***
Bu dava, 21 Nisan 2019’da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara’nın Çubuk ilçesinde katıldığı bir şehit cenazesi sırasında maruz kaldığı linç girişimini konu alıyor.
Linççilerin hedefi, Türkiye’nin demokrasi hayaliydi, hukuk devletiydi, bir arada yaşama umuduydu; dolayısıyla hepimizdik. Ama bu linç girişimi en başından beri sadece CHP’nin sorunuymuş gibi algılandı; dava bile Türkiye sivil toplumunun, insan hakları camiasının geniş kesimlerine mal olmadı.
***
Fotoğraflarda öne çıkan yüzleri nefretle çarpılmış üç beş köylüye bakıp, birilerinin de istediği gibi, bu linç girişimini bir öfke patlaması gibi görebilirsiniz.
Hâlbuki, biraz daha dikkatli baktığınızda, önünüzdeki resmin baş döndürücü bir derinlik kazandığını görüyorsunuz.
Başka başka yerlerden getirilen tosuncuklar; son derece organize bir şekilde “kitleyi” ateşleyip, onları bir “hedefe” yönlendiriyorlar.
Taşlar, sopalar hazırlanmış. Küçük tekneleri üzerinde tepiniyormuş gibi görünen balıkçıların, ürküttükleri balıkları ağlara doğru sürmeleri gibi, bu provokatörler de, savruk, sakınımsız gibi görünen hareketleriyle, bütün bir kitleyi istedikleri yere sürüklüyorlar.
***
Her zaman olduğu gibi yolları açık.
Bir anda devlet ortadan kayboluyor.
Cenaze kortejinin arkasında olması gereken devlet erkanı başka bir yere gitmiş; kortejin arkasında bir tek CHP Genel başkanı var.
Kortejin ardında olması gereken “güvenlik koridoru”, ne tesadüfse o gün yok.
***
Sonra o hep bildiğimiz canavarlık.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun sığındığı evin yakılmasını istiyor kalabalığın içinden bazıları.
Biz onları çok iyi tanıyoruz; onlar 1993’te Sivas’ta Madımak otelinin önünde ellerinde gaz bidonlarıyla dolaşanlar; onlar 1978’de Maraş’ta Çiçek sinemasına ses bombası atıp katliamın fitilini ateşleyenler. Onlar 1934’te Yahudi vatandaşların dükkânlarını; 1955’te Rum vatandaşların evlerini yakılsın, yıkılsın, yağmalansın diye gösterenler.
***
2019’un Nisan ayında Çubuk’ta Türkiye barbarlık tarihinin mümtaz sayfalarından birisi daha yazılacakken, linç için ortaya atılan civalı zarlar, hesapta olmayan bazı koşullar nedeniyle düşeş gelmedi.
Ama gelebilirdi.
Ve bu ülke ana muhalefet partisi liderini linçle öldürmüş bir memleket olabilirdi.
O linç girişiminin ardındaki iradenin, ölmüş veya kanlar içinde bir ana muhalefet partisi lideri fotoğrafının kamuoyuna yansımasını istediğini düşünüyorum.
O fotoğrafın yaratacağı zincirleme provokasyonlarla, demokrasinin son kırıntılarını da silinip süpürüleceklerdi.
***
Bu denli dehşetengiz bir komployu didik dik etmesi gereken bir dava, her zaman olduğu gibi, üç beş çapulcunun yargılanmasına dönüşüyor.
Belli ki, bu tür pis işlerde her zaman olduğu gibi, onların da kulaklarına cezasızlık müjdesi fısıldanmış; sırtları sıvazlanmış.
O güvenle, o rahatlıkla, elimdeki sopayı köpek kaçırmak için aldım, elimdeki taş değil kum tanesiydi, diyebiliyorlar.
CHP de ta en başından beri, bu davayı dünyada ve Türkiye’de insan hakları ve demokrasi için mücadele veren herkese mal etmeye çalışmak yerine, kendi iç işiymiş gibi ele alıyor.
Ve maalesef, Türkiye’de demokrasiye kastetmek için girişilmiş bu büyük provokasyon, CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun kişisel bir davasına dönüşüyor.
***
Çubuk’ta bir dava görülüyor.
Küçük bir adliye için çok büyük bir dava bu.
Ama ne o adliye, ne davanın tarafları, ne de kamuoyu farkında bu davanın.
Türkiye linç tarihinin karanlık sayfalarından birisi daha, kapanmak üzere çevriliyor.
Yeni bir cezasızlık sayfası açılıyor.
Sessiz, sakin ve usulca…