Kılıçdaroğlu’nun yolculuğu ya da ‘Dûr bî nur e’

Kılıçdaroğlu kaskatı Kemalist CHP’lilerden farklı olarak iktidar olabilmek için “vitrin düzenlemesi” yapmanın yeterli olmadığını gördü.

CAFER SOLGUN

19.11.2021

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu “Helalleşme yolculuğuna çıkıyorum” şeklindeki çıkışıyla siyaset gündemini bir parça karıştırdı. İktidar çevrelerinden bu çıkışın samimiyetini sorgulayan tepkiler gelirken, kendi tabanı da dahil özellikle ulusalcı kesimlerden “Geldik, geliyoruz derken helalleşme de nereden çıktı?” öfke ve şaşkınlığını yansıtan tepkiler aldı.

Belli ki Sayın Kılıçdaroğlu bu çıkışıyla, uzun süredir AKP seçmeninin omurgasını oluşturan müteddeyin seçmenin ilgisini çekme çabasını yeni bir boyuta taşımış oluyor. Bu seçmen kitlesine yönelik pompalanan “CHP iktidara gelirse…” korku, kaygı ve endişelerini gidermek istiyor. İyi niyetli düşünelim: İzleyen günlerde daha somut ve net vaatlerle bu tutumunu sürdüreceğini öngörmek mümkün. 

Eğriye eğri doğruya doğru: Kılıçdaroğlu aslında CHP Genel Başkanı koltuğuna oturduğundan beri bu yönde bir çaba içerisinde. Düşünün ki İslamcı kimlik ve duyarlılıklarıyla bilinen Mehmet Bekaroğlu, Cihangir İslam gibi isimler uzun süredir CHP’lidir ve CHP’nin ulusalcı, laikçi kesimlerinden gelen tepkileri göğüsleyen de Kemal Kılıçdaroğlu olmuştur. 

Bu, Deniz Baykal dönemi CHP’si gibi sağ-muhafazakar seçmenden oy almak maksadıyla vitrine Süleyman Demirel’in birkaç adamını koyarak başvurulan bir siyasi “taktik” midir yoksa Kılıçdaroğlu gerçekten de “yeni” bir anlayışla mı hareket etmektedir? 

Anladığım şu: Kılıçdaroğlu kaskatı Kemalist CHP’lilerden farklı olarak iktidar olabilmek için sadece “vitrin düzenlemesi” yapmanın yeterli olmadığını gördü. “Kurucu parti”, “Devlet partisi” edasında siyaset yapmanın CHP’yi ezeli muhalefet partisi olmaya mahkum eden bir kaçınılmaz sonuç ürettiğini fark etti. Bu yönde attığı adımların Ortodoks Kemalist kesimler kadar, belki de daha fazla, iktidar bloğunu rahatsız etmesi, muhtemelen CHP’yi sokmak istediği mecranın “isabetli” olduğu sonucuna varmasına katkı sağladı. 

Genel Başkan koltuğuna oturduktan sonra telaffuz ettiği “yeni CHP” sloganı, 2019 yerel seçimlerinden bu yana ilk defa anlam kazanmaya başladı.

CHP iktidar olmak istiyor

Buradan hareketle denilebilir ki uzun yıllardan beri ilk defa CHP iktidar olmaya cidden istekli. 

Bilmeyen veya “bir siyasi parti, hem de ana muhalefet partisi tabii ki iktidar olmak ister ne var ki bunda” diye düşünebilir. Oysa söz konusu CHP ise durum pek de bu genellemenin ifade ettiği gibi değil. 

Çünkü CHP, ilk serbest seçimlerden bu yana (1950) iktidarını kendisini sağ, muhafazakar, milliyetçi olarak tanımlayan partilere teslim ettiğinden beri siyaset tarzını “devlet adına, müesses nizam adına muhalefet yapmak” şeklinde belirlemiş bir parti. “Kurucu parti”, “devlet partisi” misyonuyla askeri vesayet odaklarının açık veya örtülü desteğini de alarak hep bu rolü oynadı. Yürüttüğü siyaset, genellikle “rejim elden gidiyor”, “laiklik elden gidiyor”, “tehlikenin farkında mısınız” olarak özetlenebilecek, toplumu sürekli “tetikte” olmaya davet eden bir siyaset oldu. Darbe dönemlerinde, darbecilerin “Siyasiler Atatürk ilke ve inkılaplarından saptılar, o yüzden müdahale ettik” şeklindeki gerekçe ve izahatlarıyla düşünsel manada bir sorunu olmadı. Seküler çevrelerin desteğini “yeterli” gördü ve bu tabanını genişletmek yönünde kayda değer bir çabası, açılımı olmadı. 70’li yıllar Ecevit döneminde “ortanın solu”, “hakça düzen” gibi sloganlar etrafında ilgisini çektiği emekçi, Kürt, Alevi yurttaşların desteği hiçbir zaman istikrarlı bir ilişki veya siyasi zemini sağlam bir bağlılığa dönüşmedi (Kürtler açısından 90’lı yıllardan itibaren dibe vurdu). Kazandığı yerel yönetimlerde bir tür “dükalıklar” oluşturdu. Parti bünyesinde yarattığı “partili” tipolojisi, rant, ihale, belediye başkanlığı, vekillik, delegelik hesapları etrafında oluşan hizipler koalisyonu gibiydi. 

Bilgi olarak aklımızda bulunsun: Türkiye 1950 seçimlerinden günümüze yaklaşık 65 kez genel seçimlere gitti. Bu seçimlerin hiçbirinde CHP tek başına hükümet kuracak bir çoğunluğu elde edemedi. Azınlık hükümetleri kurdu, koalisyonlarda yer aldı ve bu sürenin toplamı, 4 yıl 9 ayı koalisyon hükümetleri, 14-15 ayı da azınlık hükümeti olacak şekilde, sadece 6 yıl. 

CHP’nin iktidara gelmeye “istekli” oluşu ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” çıkışıyla bu istekli olma halini yeni bir boyuta taşıma çabası, sanırım CHP’nin bu gerçekliği ile birlikte okunursa asıl anlamını buluyor. 

Şunu da eklemek gerek; Kılıçdaroğlu ve CHP sözcülerinin sıklıkla yakındıkları AKP’nin kutuplaşma siyasetinin mimarı da, en azından dün kadar yakın bir geçmişe değin, CHP’den başkası değildi. Misal, CHP “laik-anti laik” kutuplaşması veya bağlantılı olarak başörtüsü yasağı uygulamasının bir “tarafı” iken…

Helalleşmek için yüzleşmek gerek

Sayın Kılıçdaroğlu bazı tepkilere cevaben “helalleşme” ve “hukuk” kavramlarının birbirine karıştırılmaması gerektiğini söyledi. Doğru elbette. Helalleşme, birbirine karşı taşıdığı önyargılar ve bunların neden olduğu sorunları, hata ve yanlışları karşılıklı olarak bağışlamayla ilgili İslami bir davranış kalıbı. Hukuk ise yasa, suç, ceza kavramlarıyla ilgili bir hassasiyet. Kanımca asıl önemli olan ise, yüzleşme… Çünkü helalleşmeye gerek duymanıza neden olan sorunlar var. Bu sorunlarla yüzleşmeden kimden nasıl “helallik” isteyebilirsiniz?

Kılıçdaroğlu’nun “helalleşeceğiz” derken örneklendirdiği “yaralar” üzerinden gidelim.

“28 Şubatçıların açtığı yaraları kapatıp helalleşeceğiz” ne demektir mesela? Ne 28 Şubat ne de diğer darbe ve müdahaleler birtakım “kötü” kişilerin kafalarına göre hareket etmesiyle yaşanmıştır. Bir ideolojik, düşünsel temeli vardır bunların. Bu zihniyet ve yol açtığı sorunlar bir bütün olarak yüzleşme konusudur… Darbecilik yoluyla, devlet gücü eliyle toplum mühendisliği yapmayı kesin biçimde mahkum etmeyi gerekli kılar…

“Roboski ile helalleşeceğiz” demek, o insanların acılarını paylaşmak, anlamlıdır, kıymetlidir tabii ki ama yetmez. Çünkü bu katliamın temelinde de Kürt sorunu vardır. Devletin Kürtlere, Kürt sorununa bakış açısı vardır. Şeyh Said’ten, Seyit Rıza’dan, Zilan’dan günümüze yaşanmış katliamlar vardır. Roboski ile helalleşmek, Kürt sorunuyla yüzleşmeyi ve beraberinde köklü bir zihniyet devrimine açık olmayı gerektirir… Aynı şekilde “Diyarbakır hapishanesi mahkumlarıyla helalleşmek” de… Diyarbakır 5 Nolu Hapishanesini 12 Eylül’de bir işkencehaneye çeviren Esat Oktay Yıldıran ve diğer işkenceciler, kişi olarak kötü insanlar olmaları bir yana esas olarak bir “görev” ifa ettiklerine inanıyorlardı ve bu yüzden Diyarbakır hapishanesine “Türkleştirme okulu” adı vermişlerdi…

“Sivas, Maraş mağdurlarıyla helalleşmek” belki de Kürt sorunundan daha köklü, daha kapsamlı bir toplumsal yüzleşme konusudur. Çünkü temelinde varlıkları, inançları, ibadetleri yok sayılan Aleviler ve onların eşit yurttaşlık sorunları, talepleri vardır. Yüz yıllar içerisinde şekillenmiş, kökleşmiş, güç odakları tarafından istismar edilmiş, “kaos” senaryolarına konu edilmiş bir sorundur söz konusu olan…

“Varlık vergileri altında inim inim inleyen azınlıklar, 6-7 Eylül mağdurlarıyla helalleşmek” için de Ermeni, Rum, Yahudi, bir bütün olarak “gayrimüslim” yurttaşlara ve Kürtlere yönelik düşmanlık üzerinde bina edilen, bu coğrafyanın doğasına aykırı Türk milliyetçiliği, ırkçılığı ile yüzleşmek gereği vardır…

Ali İsmail Korkmaz ve diğer Gezi’de hayatını kaybeden gençlerimizin aileleriyle “helalleşmek” için de, her muhalif toplumsal hareketi “ezmeye” koşullandırılmış “devlet aklı” ile yüzleşmek gerekir…

Soma ile “helalleşmek” de, devlet himayesi altında kar hırsını her şeyin üzerinde tutan azgın kapitalist sistemin insanlık dışı “hukuku” ile yüzleşmek gerekir…

Bu “yaralar” açık, evet. Kılıçdaroğlu’nun deyişiyle, “Ülkemizin makus tarihini kırabilmek” tabii ki mümkündür ve bu da sahici, işleyen bir demokrasiden yana ilkeli, kararlı bir duruş gerektirir…

‘Dûr bî nur e’

Kılıçdaroğlu bir adım attı. Anlamlıdır, kıymetlidir. Ama gerekleri vardır. Kendisini bir sorumluluk altına sokmuştur ve bundan böyle attığı bu adımın sahibi olup olmamakla sınanacaktır.

Çinli düşünür Lao Tzu, “En uzun yollar bile bir ilk adımla başlar” demiş. Eğer girdiğin yoldan geri dönmeyeceksen…

Kürtler de “Dûr bî nur e” derler, zorlu ama yürünmesi gerekli bir yola çıkarken. “Uzak, ışıklıdır” demek. Uzakları yakın eden ise, yürüdüğün yolun doğruluğuna duyduğun inancın verdiği güçtür…