Komşumuz Taliban / 3 • Cihat sahası
El-Kaide liderinin halefi ve vekili, Türkiye’de nasıl bir “ofis” açmayı tasarlıyordu?
13.08.2022
El-Kaide temsilcisi Ebu el-Hayr el-Masri, örgütlerin birleşme sürecinin gidişatından memnundu. Liderleriyle bir araya geldi, Zevahiri’ye rapor yolladı. Fakat merkezi temsilen sürece daha fazla katılamadı, çünkü öldürüldü. Oysa Zevahiri’den sonra El-Kaide’nin başına geçeceği düşünülen adamdı.
“Kompleksleri var”
Suriye’deki mücadele koşullarına âşinâ, Nusracıların projelerini onaylayan Ebu el-Hayr ve Ebu el-Ferec’in öldürülmeleri, Nusracılarla El-Kaide merkezi arasındaki mesafeyi daha da açtı. Atun, Suriye gibi günlük, bazen saatlik değişimlere ânında tepki vermek gereken savaş ortamında, merkezle bağlantının kopması, bilgi verilememesi, talimat alınamaması, basit bir haberleşmenin bazen aylar sürmesi gibi hallerden yakınıyordu ki, bunda haklı olduğu açık. Ama bunun yanı sıra, El-Kaide magazin dünyasının kapılarını bize açan şeylerden de bahsediyordu: mesajları götürenlerin bunları açıp okuduklarını, başkalarına da iletebildiklerini ileri sürüyor, haberleşme sistemindeki çarpıklığa dikkat çekiyordu: Zevahiri’den Colani’ye gelen bir mesaj, meselâ, ondan önce başkasına gitmişti. İkinci bir mesaj, yine Colani’den önce Deraa’daki cihatçılara ulaşmıştı.
HTŞ’nin oluşum sürecinde, El-Kaide’den kopulup kopulmayacağı keskin ayrımlara yol açıyordu. Nusracılar, daha sonra tamamen ayrılıp Huras el-Din’i kuracak radikal kadroları baskı altına almaya giriştiler. Gözaltılar başladı.
Zevahiri’nin kaydedildikten iki ay sonra yayınlanan mesajı, “zamanlaması mânidar” bir müdahale girişimi oldu. Zevahiri, Nusracıları El-Kaide adını işlerine geldiği gibi kullanmakla suçluyordu: “Bir de her şeyi El-Kaide’nin onayıyla yapıyorlarmış gibi davranıyorlar.” Buna tepesi atmıştı, çünkü eski El-Kaideciler, örgüte sadık kalanlara baskı yapıyorlardı: “El-Kaide’ye biatına bağlı kalanları da gözaltına alıyorlar!”
Atun haliyle, “O yüzden değil, mesele çıkardıkları için tutukluyoruz,” diye savunuyordu kendilerini. Bu kötü niyetli kimseler, El-Kaide “adını kullanarak saflarımızı bölmeye” çalışıyorlardı. Aralarındaki anlaşmazlıkların kökü bizzat HTŞ’cilerin El-Kaideci olduğu zamana uzanmaktaydı. Atun’a göre, “onların kişisel hesapları ve psikolojik kompleksleri var”dı.
“Kilitli kara sandık” ve Türkiye’de “tanıtım ofisi”
Üç yıla yakın süre bağlantı kurulamayan El-Kaide lideri ortada yokken, bu örgüte biat etmiş Suriyeli cihatçılar, şartların hızla değiştiği savaş ortamında kime başvuracaklardı? Zevahiri bir vekil tayin etmişti: Şeyh Ebu Beşir. Ancak El-Hayr el-Masri İran’dan, hapisten kurtulup Suriye’ye gelince vekilliği o devralmıştı.
Colani, el-Hayr’a Nusra Cephesi’nin başına geçmesini teklif etti. El-Kaide liderinin vekili ve halefi olarak, El-Kaide’nin yerel kolu konumundaki örgüte de liderlik etmesi gereken en kıdemli kişi oydu. El-Hayr kabul etmedi. Colani, merkezden gelen kıdemli kişi ile yerel örgüt lideri olarak kendisi aynı yerde bulunduklarına göre ilişkilerini nasıl düzenleyeceklerini sordu. Atun’un anlattığına göre, el-Hayr gülerek, “Aramızda anlaşmazlık olmayacak,” dedi ve Zevahiri’nin talebini aktardı: “Türkiye gibi devletlerle bağlantılar ve ilişkiler için bir ofis açmamızı istedi ki, devletler hakkımızda bilgi sahibi olmadıklarından bizi kilitli bir kara sandık gibi görüp dehşete kapılmasınlar.” Nasıl bir düşünceydi bu? El-Kaide liderinin halefi ve vekili, Türkiye’de nasıl bir “ofis” açmayı tasarlıyordu?
El-Hayr ayrıca, Suriye’deki cihatçıların ülkeleri dışında eylem yapmalarını anlamsız bulduğunu belirtmiş, yani “yerelcilik”le suçlanan Nusracılara arka çıkmıştı. Topluma yönelik örgütlenme çalışmaları için de daha geniş ufuklu ve kapsayıcı bir tasavvur önermekteydi: “Bir akademisyeni, bir hekimi, bir mühendisi ‘haydi gel, biat et’ diye çağırıp bir örgütte toplayamazsınız,” diyordu.
Atun, şeyhin hep örgüt mensuplarıyla birlikte bulunduğunu, sahayla, cihatçı gruplarla ilgilendiğini, Suriye devrimi için çalıştığını, ona baktıklarında hepsinin “tutku dolu bir baba” gördüklerini söylüyor. El-Hayr öldürülmeseydi El-Kaide’nin başına geçecekti. Bu yaklaşımla, binlerce insan öldürmüş şiddet örgütünü sivil toplum kuruluşuna mı dönüştürecekti acaba?
Görünenin ardındaki çatışma
El-Kaide’nin kıdemli liderleriyle Nusracılar arasındaki anlaşmazlık zamanla berraklaştı. El-Hayr, İran’ın ülkeden çıkmalarını yasakladığı öbür iki El-Kaide lideriyle haberleşmiş, Zevahiri’ye bir şey olursa yerini almak veya bağlantı kesildiğinde liderliğin işleyebilmesi için üçlü komite önermişti. Yedi ay süren müzakereler sonucunda, bir Liderlik Komitesi ile bir Danışma Konseyi kurulmasında anlaşmışlardı. Her ikisine de el-Hayr başkanlık edecekti. Eğer Zevahiri rahat bağlantı kurulabilecek konuma yeniden gelirse, üçlü komitenin görevi sona erecekti.
Nusracılar, üç şeyhin kararlaştırdıkları örgütlenmeye karşı çıktılar. Liderlik komitesinin iki mensubu bir düşman devletin, İran’ın elindeydi. Komite 2’ye 1’le karar alabiliyordu; bu sakıncalıydı. Danışma Komitesi’nin çoğunlukla karar alabilecek oluşu da, Liderlik Komitesi kararının Danışma Komitesi’ni bağlayıcı nitelik taşıması da sakıncalı ve geciktiriciydi. Yerel örgütlerden biri bir işe kalkıştığında, Liderlik Komitesi’nin toplanmasını mı bekleyecekti? Ayrıca komitedeki iki kişinin şu anda herhangi bir faaliyet alanına bizzat gelmesi imkânı yoktu ki, bu El-Kaide’nin temel ilkelerine aykırıydı: Bu kadar uzun süre sahada olmayana bu kadar büyük yetki verilmesi uygun değildi.
Nusracılar değişiklikler önerdiler. Liderlik Komitesi, kararları çoğunlukla alacaksa üçten daha çok üyesi olmalı, üç kişi kalacaksa karar çoğunlukla değil, başkanın istediği yönde alınmalı, Danışma Komitesi için de bağlayıcı olmalı… Ayrıntısına daha fazla girmeyeyim, yeterince girdim zaten. Tartışmanın özü, yerel inisiyatif (Nusra, Colani) ile merkez otoritesinin çatışmasıydı; Nusra ne yapacağına kendi karar vermek istiyordu.
“Kötülüğün yüzde biri…”
Atun, yazısının ikinci bölümünde Zevahiri’nin mesajından cümle cümle, paragraf paragraf bölümler alıp hepsine doğrudan cevaplar veriyordu. “Şeyh dedi ki” diyerek Zevahiri’nin sözünü aktarıyor, ardına kendi görüşünü ekliyordu. “Sevgili şeyhimiz”, “değerli şeyhim” hitaplarını asla ihmal etmeden, “Allah Şeyh Zevahiri’yi korusun”u tekrarlayarak.
Orada Atun, bunca lafın yaratamadığı aydınlığı yaratan -bu yazı dizisinin kaleme alınmasına da yol açan- bir söz etti. “Bağlantımızı koparmış olmamız ideolojik programımızı değiştirdiğimiz anlamına gelmez,” dedi! Ve “cihat kavramını tek ülkeye hapsediyorsunuz” eleştirisine karşılık, şunu ekledi: “Sadece faaliyet gösterdiğimiz bölgeyle kendimizi sınırladığımız görüşünü reddediyoruz. Gerçek şu ki, daha geniş bir cihat projesine bağlıyız.”
“Şeyh dedi ki”lerden birinde, Zevahiri, “Düşman her gün ilerlerken,” diye konuşmuştu, “göçe zorlama sürüyor, Türkiye işgali tehlikesi büyüyor, Amerikan projesi Suriye’ye her gün biraz daha yayılıyor ve İranlılar ile Hizbullah bölgeleri ele geçiriyor.”
El-Kaide lideri, o sırada, yakın zamana kadar sözünü dinleyen Suriye El-Kaidecilerinin HTŞ haline geldikten sonra Türkiye ile askerî ve siyasî kısmının yanı sıra epeyce ticarî de olan işbirliğini geliştirdiğinden habersiz olmalıydı. “Türkiye işgali”ni tehlike olarak görüyor, Türkiye’den geliş-Türkiye’ye geçiş kapısı Bâb el-Heva’dan (TC tarafındaki karşılığı Cilvegözü) HTŞ’nin ne muazzam gelir elde ettiğini belli ki hesaba katmıyordu.
“Türk işgali” konusunda Atun da söz söylüyordu: “Olması bekleniyordu,” diyordu. “Ama Allah kullarını korudu, bir işgalin ve sonuçlarının getirebileceği kötülüğün yüzde biri kadar bile olmayan kötülük ortaya çıktı.” Yani Türkiye’nin Suriye’deki icraatından Nusracılar memnundu. Atun bu konudan bahsederken, HTŞ’nin “her hatasını, kusurunu dine ve menhaca saldırma bahanesi yapanlar”a da dokunuyordu.
“Hemen döneriz”
Zevahiri “Suriye’deki cihat yalnız sizin meseleniz değil, bütün ümmetin meselesi” diye çıkıştığında, Atun, “sisteme katılmak”, “kabul görmek” için uğraşan örgütünü zora sokacak sözlerle onaylıyordu bunu: “Elbette böyle. Biz bölgeci değiliz. Sadece şu anda Suriye cephesine odaklanıyoruz. Yoksa tabiî cihadın sahası bütün dünyadır.” Net ve kesin ifade bu.
Zevahiri, ülkelerini bırakıp başka yerlerde cihada katılmış şahsiyetleri sayıp dökerek iddia ediyordu: “Bizim bombalanmamıza yol açıyorsunuz” diye yabancı savaşçıları kovuyormuşsunuz! Atun, “ayıp ediyorsunuz, yapar mıyız öyle şey”den öteye gitmeyen bir şeyler söyleyebiliyordu ancak. Çünkü “meşrulaşma” hesapları icabı bunu her yerde ve uluorta değilse de, en azından göstermelik olarak yapmış olabilirlerdi.
Zevahiri, “paktı dağıtmanın büyük günahından” söz ediyordu. Allah’a doğru dürüst kulluk edin, her yakınmaya, şüpheye, propagandaya kapılıp doğru yoldan ayrılmayın, diyordu. Atun cevaben, Zevahiri’yle aynı yolun yolcusu olduklarını bir defa daha vurguluyordu: “El-Kaide’ye tâbilik onursuzluk değildir, utandırıcı, itibar kaybettirici durum değildir. Suriye’deki cihadın çıkarına olduğuna inansak El-Kaide’ye hemen döneriz.”
Eğreti dostluk
İdlib’de TSK’nın mevzileri HTŞ güçleriyle çevrili. Bu örgütün liderleri, pragmatik gerekçelerle El-Kaide gömleğini çıkardılar. Hâlihazırda Ankara ile arayı bozma lüksüne sahip değiller. Peki ya herhangi bir başka durumun “Suriye’deki cihadın çıkarına” olduğuna inanırlarsa? Ya bir kısmı inanırsa? Ki şu anda bu kısmı fazla kalabalık değil, ama yarın öbür gün Rusya Hava Kuvvetleri İdlib’de onlara bıraktıkları alanı daraltma gereği duyarsa?
Sorulacak çok soru var. Ancak tek muhataba değil. Colani’ye, Şubat 2021’de Frontline kamerasının karşısına çıkarken, 2022 Ocak ayında katıldığı karayolu açılış töreninde niye takım elbise giydiği, Abdürrahim Atun’a da, meselâ, 15 Eylül 2021’de İdlib şehrinde “Selamet Hükümeti”nin düzenlediği konferansa niye bildik cihatçı kostümüyle değil, “modern kılıkla” geldiğinden başlanarak, neden Taliban’la kendi örgütü arasındaki benzerlikleri vurguladıkça vurguladığı sorulmalı. Konferansın başlığı şuydu: “İslâm Dünyasında Cihat ve Direniş: Taliban Modeli”. Çok açık ki, HTŞ önderliği, sahiden riskli manevraların üstesinden gelerek, küresel cihat fikrini terk ettiğini ilan etmeksizin, Suriye’de -yani ülkenin bir parçasında- Taliban benzeri rejim kurmaya odaklanmış bulunuyor. Şöyle sorabiliriz: “Fakat acaba HTŞ’nin bundan haberi var mı?” Koca örgütü sadece liderlerinden ibaret saymayacaksak ve bu liderlerin büyük kısmının henüz birkaç yıl evvel El-Kaide’den sahici kopuşa karşı çıktığını unutmayacaksak bunu böyle sorabiliriz pekâlâ.
Böyle bir durumda, Zevahiri’ye ağıtlar yakan bir silahlı topluluk, kendisini son ferdine dek yok etmeye niyetli Suriye ve Rusya orduları karşısında, Talibanvârî muhayyel devleti için kimin desteğine güveniyor olabilir?
Bu konuda fazla seçeneklerinin olmadığı ortada. TC’nin 2014 Mayıs’ında Nusra’yı “terör örgütü” olarak sınıflandırmış olmasına rağmen, Nusra çekirdekli HTŞ’nin civarda güvenebileceği tek ciddî kuvvet, TSK. Ama ilişki sorunlu. Havuç-sopa politikasıyla, açıkça kapışmadan boyun eğdirme niyeti içeriyor. 2017 sonbaharında iki ay içinde HTŞ’nin tam otuz beş ileri gelen mensubunun kurban gittiği faili meçhul suikastların muhtemel faili olarak gösterilenlerin başında, HTŞ’cilerin sınır kapısından muazzam gelir sağlamasına meydan veren Ankara geliyor. Örgütle açıkça cephe cepheye gelmeksizin onu zayıflatıp eritme politikasına bağlanıyor bu cinayetler.
Öte yandan, herhalde TC yetkililerinin fikir ve izlenimlerinden pek uzakta kaldığını düşünemeyeceğimiz bir SETA raporunda şu sözleri okuyabiliyoruz: “(…) Nusra Cephesi zaman zaman Suriye devriminin söylemlerine yakın (…) bir dil kullanmaktadır. Fakat Suriye devrimine yakın olan söylemi örgütün maslahat anlayışı kapsamında konjonktürel olarak kullandığını söylemek mümkündür. Hatta örgütün Suriye devrimi söylemlerini kendini sahada tahkim etmek ve kendi nihai hedeflerine ulaşmak için bir kılıf olarak kullandığına yönelik işaretler mevcuttur.”
2017 tarihli bu SETA raporu, şu cümlelerle sona eriyor: “(…) mevcut konjonktürde örgütün ‘muhalifler’i dış dünyadan izole ederek İdlib ve çevresindeki muhalif saflarda güç temerküzü sağlamayı hedefleyen uzun vadeli stratejisine devam ettiği görülmektedir. Ancak Türkiye’nin İdlib’de artan etkinliği HTŞ’nin diğer muhalifleri yutmasını engelleyecektir.”
2017’deki temenni buymuş. 2022’deki sanırım Colani’nin takım elbiselerini İstanbul’dan alması.
—–
Kapak Görseli: HTŞ lideri Muhammed el Colani, Şubat 2021’de Frontline’a verdiği söyleşiye takım elbiseli olarak katılmıştı.