CHP, 19 Nisan Cumartesi günü, Cumhur İttifakı’nın kalelerinden biri olarak bilinen Yozgat’ta “Millet İradesine Sahip Çıkıyor” mitingi düzenledi. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, miting alanına traktör konvoyunda geldi.

Kopukluk ve “Anadolu Kırılması”

Ekonomik krizin uzatılmış biçimde sürüp gitmesi ve hatta dişlerini sürekli daha sert biçimde halkın geniş kitlelerine geçirmesi, kötü yönetime yönelik algıların artması ve faturanın başkanlık sistemi ile sistemin odağında Cumhurbaşkanlığına kesilmesi, Yozgat’ta su yüzüne çıkan “Anadolu Kırılması”nı yaşattı

SEZİN ÖNEY

21.04.2025

CHP’nin Yozgat Mitingi, birçok açıdan “ezber bozucu” oldu: CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, traktör üzerinde kadın ve erkek çiftçilerle görüntüsü, çiftçi Abdullah Ceylan’ın miting alanına hitaben yaptığı konuşmadaki “Turbilen, şalgamilen devlet yönetilmez” sözleri, siyasi tarihimizde dönüm noktası oluşturacak nitelikteydi.

Yozgat Mitingi sahasında, Ankara Araştırma’nın yaptığı çalışma, bize oradaki kitle ile ilgili bazı ipuçları sunuyor:

– Mitinge katılanların yüzde 52’si Yozgat’ın merkezinden; ancak, %29’u Yozgat’ın taşrasından mitinge katılım sağlamış. Öte yandan, %10’luk bir kesim İç Anadolu’nun diğer yerlerinden ve yaklaşık %5’lik bir grup da Karadeniz’den Yozgat’a gelmiş.

– Katılımcıların %6,2’si kendisini “muhafazakar” ve %3’ünün ise, kendisini “İslamcı” olarak tanımlıyor.

– Yüzde 18,2’lik bir grup da, daha önce AK Parti ve/veya Erdoğan’a oy verdiğini ifade ediyor.

– Yüzde 11,6’lık bir grup, Mayıs 2023 seçimleri Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci turunda Erdoğan’a oy verdiğini söylüyor.

– Yozgat’taki CHP mitingi kitlesinde ağırlıklı olarak, erkekler (%57,1), eğitim seviyesi düşük olanlar (ilkokul ve altı %36), yaş ortalaması 55 ve üstü (toplamda yaklaşık %40), emekliler (%43,2) gibi, Türkiye genelinde AK Parti ve Cumhur İttifakı tabanı kitlesinin “belkemiğini” oluşturan demografik grupların yer alması kutuplaşmanın kırılması ve siyasi statükoda yaşanan değişim açısından önemli bir gösterge.

Öncelikle, Türkiye ölçeğinde, siyasi bir mitinge katılmayı politik katılımın “en partizan eylemi” olarak niteleyebiliriz. Diğer bir deyişle, parti aidiyeti ve bağlılığının yüksek seviyede olduğu; buna karşılık, demokrasinin siyasete katılım açısından sunduğu imkânların kısıtlı olduğu Türkiye’de, seçmenler mitinglere, “politik renklerini açıkça ortaya koymak için” giderler. Bu açıdan da Yozgat Mitingi, Türkiye’de kutuplaşmanın kırılması ve hatta çözülmesi yönünde işaretler veriyor.

Ekonomik krizin uzatılmış biçimde sürüp gitmesi ve hatta dişlerini sürekli daha sert biçimde halkın geniş kitlelerine geçirmesi, kötü yönetime yönelik algıların artması ve faturanın başkanlık sistemi ile sistemin odağında Cumhurbaşkanlığına kesilmesi, Yozgat’ta su yüzüne çıkan “Anadolu Kırılması”nı yaşattı.  Yozgat gibi, tarıma dayalı bir ekonomisi olan İç Anadolu kentinin sadece merkezi değil; taşrasından kendi imkânlarıyla CHP mitingine katılım sağlayan yaklaşık %30’luk bir kitle olması, bu kırılmanın önemli bir dışavurumu. Mitinge katılım, kişisel çaba ve net bir kararlılık gerektiren bir eylem olduğundan, Yozgat’ta ortaya çıkan “Anadolu Kırılması”nda gözlenen, siyasi statükonun çözülmesinde “buzdağının ucunu” oluşturuyor olabilir. Başka bir ifade ile, mitinge katılanlar kadar; katılmayıp niyet ve zihinsel bakımdan “orada olanların” da olduğunu öngörebiliriz. “Dışarıdakileri”, miting alanındakileri görmek, zihin dünyalarında orada olanlar açısından da, siyasi statükonun çözülmesini hızlandıracaktır.

Aslında, CHP açısından hep söylediğimiz oluyor: “karşı mahalleye” ulaşmaya çalışmadan önce, kendi çatınızı çekici hale getireceksiniz ki; “ben de o çatı altında yer alabilirim” düşüncesi oluşsun ve kuvvetlensin.

1+1

Yozgat’tan yaklaşık 670 kilometre ötede, İstanbul’un merkezinde ise, aynı saatlerde adeta bir paralel evren söz konusuydu. Müthiş bir güvenlik ablukasına alınmış, birkaç kilometre çevresinde kuş uçurtulmayan Taksim Meydanı’ndaki Atatürk Kültür Merkezi’nde bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı da, Anadolu’dan bahsediyordu; ama şöyle:

“Anadolu’daki nüfus azalıyor. Bu bir beka sorunu. Bu ülkemiz için savaştan daha büyük tehdittir…Pek çok aile 25-30 yaşına gelen çocuklarını evlenmeye ikna edemiyor.”

Cumhurbaşkanı, bu konuda da muhalefeti suçluyor; hatta muhalefet belediye belediyelerini sorumlu tutuyordu. Ve ekliyordu; “Batının bile kurtulmak için yollar aradığı cinsiyetsizleştirme politikalarının ülkemizdeki savunuculuğunu muhalefet yapıyor.” Cumhurbaşkanının konuşmasında bir de, “1+1” vurgusu vardı: “İnşaat sektörümüz artık 4 artı 1, 3 artı 1 evler değil stüdyo tipi 1 artı 1 evlere yöneldi.” diyerek, nüfus artışının düşüşü ile ilgili, inşaat sektörüyle de bir bağ kuruyordu. 2017’de stüdyo daireler, imar yönetmeliğindeki düzenlemelerle zaten devre dışı bırakılmaya çalışılmıştı; ama ofis ruhsatı ile hâlâ bu tür daireler de yapılıyor. Zaten, Yozgat gibi Anadolu kentinde de, evliliklerin azalması ve nüfus artış hızının düşüşüne yönelik sorular sorulsa, alınacak yanıtlarda “ekonomik kriz” başlıca sorumlu olarak gösterilir.

Türkiye’nin Anadolusu ve en büyük metropolündeki iki ayrı siyasi dünya, birbirinden çok farklı evrenler, bize başka bir şeyi de gösteriyor: İktidarın, halktan kopukluğunu…

Toplumsal değerler skalasında, siyaset bilimci Ronald Inglehardt’ın sunduğu çok klasikleşmiş bir tez vardır: endüstrileşmiş ve zenginleşmiş post-materyalist toplumlar, maddi değerlerin öncelenmesinden daha soyut değerlerin benimsenmesine geçerler. İstanbul’da Cumhurbaşkanı’nın konu ettiği, “toplumsal değerler”, bugünkü muhafazakâr tabanının yaşadığı materyal değerler ve bununla bağlantısı kurulan âhlaki değerler konusundan nasıl da kopuk… ABD başta olmak üzere endüstrileşmiş, zenginleşerek kültürel değerler dönüşümü yaşayan ve bu değerler üzerinden yaşanan sosyal kutuplaşmaları, bugünün hızla yoksullaşan ve ekonomik krizin dişlerini geçirdiği Türkiye toplumunun büyük çoğunluğuna yansıtmaya çalışmak bu… Ancak, ekonomik kriz ve dahası olduğundan “azalma”, toplum genelinde bir ortaklaşma yaratıyor: sebep-sonuç ilişkilerinin kurulmasında, algı ayarlamaları ile verilmek istenen mesaja değil; kendi gördüğüne, yaşadığına ve kendi kafasına güvenme…

“Anadolu Kırılması”, aynı zamanda derin bir güvensizlik meselesi: iktidara olan derin güvensizliğin yarattığı, siyasi kutuplaşmadan “siyasi defrosta” bir yolculuk…