Küçük bir Sezen sorunu
Bunlara verilecek cevap, “bizim sevgimiz dağları aşar, Sezen Aksu Ceylan Önkol’a şarkı yazdı” değil.
26.01.2022
Malum, Sezen Aksu’nun son bir haftadır başına gelen saçma sapan şeylerin hukuk adı altında yürütülüyor olması mı, yoksa bunun birçokları tarafından savunuluyor olması mı, konunun Âdem'le Havva efendilerimize kadar vardırılması mı, hangisinde daha büyük sıkıntı var, açıkçası ben işin içinden çıkamadım. Bu arada hep birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin millî görevlerinden bir tanesinin de Hz. Âdem efendimize ve validemiz Havva’ya uzanan dillerin yeri geldiğinde koparılması ve bu kişilere hadlerinin bildirilmesi olduğunu da öğrenmiş bulunduk, bunu da artık sefamızdan mı cefamızdan mı saysak, ya da cumhuriyetin vergileri neden Hz. Âdem ile Valide Havva’nın kurtarılma operasyonlarına sevk ediliyor, bunların cevabını da ben tam olarak bilemiyorum. Devlet büyüklerinin hukuk topunda bu konuda edeceği daha çok kavga, toplayacağı daha çok vergi var belli ki; ondan, bana düşmez zaten.
Kendime naçizâne düşürdüğüm bir kısım var yalnız, orası da Sezen Aksu’nun açıklamalarının sonrasındaki özellikle entelektüel kesimde "Avcı" şiirinin bulduğu yankı ve daha doğrusu üzerinde çok da düşündüğüm bir konu: Affetmek. Fazlaca çalıştığım için uzak kalmıştım, bütün yazılıp çizilenleri bir anda okudum ve her zaman yaptığım gibi okumaya Zehra Çelenk’in yazısıyla başladım. Çünkü Zehra Çelenk’in yazıları her zaman derler toplar, konunun damarını bulur, kimsenin tam söyleyemediğini bulur çıkarır, onu tam orta yere koyar, bırakır. Onunla baş başa kalırsınız.
Zehra Çelenk’in Sezen Aksu ve Sezen Aksu’nun tüm bu saçma sapan kampanyaya cevap mahiyetindeki şiiri "Avcı"yla ilgili yorumlarının bir tanesi, şiirin 77 dile çevrilmiş olması. Şiiri benim bilfiil takip ettiğim çok değerli hocalarım da çevirdi, ki içlerinde Ferda Keskin, Bülent Somay da var ve her biri çok güzel çeviriler yaptı. Çelenk’in diğer yorumu, Sezen Aksu’nun Cumartesi Anneleri için yaptığı şarkılar ve Diyarbakır Newroz meydanında söyledikleri gibi şeyler varken, bazı şeylerin sanırım hoş görülebileceği. Diğer bir değindiği nokta ise, alıntılamak gerekirse, sevgimizin ne kadar koşullu ‘ne kaşıkla verip kepçeyle almacı, sevgisizliği ne çok andırıyor yer yer’ olmacı hâli. ‘Doğuştan kırılmaya hazır gibi, sevdiğimiz kişi bir banka soymuş da bundan bir tek bizim haberimi varmış gibi seviyoruz… Bir hata yapsın da tüm tarihi silelim diye bekleyerek.’ Böyle demiş Zehra Çelenk.
Ve devam etmiş. Tüm diğer literatüründe kendisini çok severek okumamın nedeni olan, tam da yapmadığı için onu okumayı çok sevdiğim, itinayla yapmaktan çekindiğini tekrar tekrar gördüğüm bir şeyi yapmış bu sefer: ‘Sevginin ne olduğunu bize anlatmış. Demiş ki: Sevgi görmezden gelmek değildir ama bütünlüktür, cümle değil hikâye. Sevdiğini iyi kötü tüm halleriyle görmeyi ve hatalarına, zaaflarına, bize elbette uymayan ve uymayacak yanlarına rağmen, o olduğu için, mükemmel değilse de onu bir araya getiren şey güzel, iyi olduğu için sevebilmeyi gerektirir. Yoksa harcamak kolay, sevmemek zaten bedava, en kolayı.’
Şimdi, tabii bir Ağır Roman’a gitmeyeceğim sevginin çeşitlerini anlatmak için, lakin Zehra Çelenk benden kat kat daha iyi biliyordur sevginin türlü hâllerini, ve o anlattığı süslü, tektip kalıpların, o ‘bize uymayanlara rağmen sevmeliyiz’ gibi birtakım beklentilere hapsedilmeyecek kadar farklı tipte sevgilerin, paralel sevgilerin, zaafların ve hatta zaafsızlıkların varlıklarını. Bir Sevan Nişanyanvari anlamsız aşağılamasına girmek gibi bir niyetim kesinlikle yok, ama şu sevgi tanımı, tamamen her kelimenin içi boşaltılmış, kesinlikile altı ve aslı astarı düşünülmemiş, art arda sıralanmış kelimelerden ibaret sadece. Kimse kimsenin sevgisinin ne olduğunu kimseye anlatamaz, anlatmamalı, kimse kimsenin sevgisinin ne olduğunu -dır, -dir ekleriyle boyunduruk altına alamaz, bunu da en iyi Zehra Çelenk bilmeli, bir -dir varsa ortada, Zehra Çelenk bilmeli-dir. Bu bir.
İkincisi.
Bakın. Sezen Aksu "yetmez ama evet" demiş midir, demiştir, buna karşı çıkan var mıdır, vardır, onaylayan var mıdır, o da vardır. Politik bir tartışmadır. Bu politik tartışmada, "yetmez ama evet" dememiş olan kesim, Sezen Aksu "yetmez ama evet" demiş olduğu için, habire vuruyor kadına, beklendik bir şey.
Benim derdim "bizden" olanlar. "Yetmez ama evet" demiş olan kesim, Sezen Aksu da "yetmez ama evet" demiş olduğu için normal olarak arka çıkıyor, bu da beklendik bir şey. Ama bunu biz neden bir kampçılık üzerinden yapıyoruz tam olarak? Neden bunu "sevgi bu demek değil!" üzerinden yapıyoruz ve politik söylemin içini boşaltıyoruz? Biz kampçı mıyız? Başkaları bunu yaptığında, biz "aman zaten bunlar…" demiyor muyuz, "aman zaten bunlar birbirlerini ne olsa tutarlar" demiyor muyuz? O zaman sevgiden bahseden oluyor mu aramızda? Belki o da sevgidir? Sevginin türlü türlü hâlleri vardı ya hani, bizim anladığımız tektip sevgi değildir, herkesinki sevgidir, sevgi tek kişinin boyunduruğu ve düsturu altında değildir. Ayrıca, sevgi varsa her şey tamam mıdır? Tam olarak bunun sınırı nedir?
Neden, bunları tane tane anlatmıyoruz, tek tek, tekrar tekrar? Neden vicdana, sevgiye oynuyoruz? Vicdan, sevgi, duyar, bunlar bir politika aracı değildir. Sivil direniş ve sivil itaatsizlik bir pembe dizi değildir. Evet -dir kullanıyorum, çünkü burası akademik bir bilgiye giriyor artık.
77 dile çevrilmiş bir şiir, apaçık bir kolektif protesto biçimidir ve çok meşrudur. 77 dile çevrilmiş bir şiir üzerinden oluşturulmuş bir protesto, bir vicdan aracı, bir sevgi dili değildir. İsyanın kolektif olarak kendini ilmek ilmek göstermesidir ve ciddi bir emek, ciddi bir saat ve önemli bir adanmışlık vardır orada.
Bakın, vicdan muhalefeti, vicdan düsturu, vicdan politikası yapanların ve bu retoriği kimlerin kullandığına bir bakın lütfen. OdaTV’de yazanlara bakın, Sinem Çalışkan’ın 2014’te "Bizi Kandıramazsın Sezen Aksu" yazısındaki sakilliğe açın bir bakın lütfen, Barış Yarkadaş’ın çok psikanaliz biliyormuş gibi baba üzerinden daha geçenlerde yaptığı Korkusuz’daki Sezen Aksu değerlendirmelerini açıp okuyun lütfen, Yılmaz Özdil’in 2017’de "İbret-i Evet" yazısını okuyun mesela Sözcü Gazetesi’inde. Bunların hepsi internette var, bir bakın nasıl vicdana oynuyorlar. Merdan Yanardağ demişti yanlış hatırlamıyorsam, "Sezen Aksu bu ülkedeki en kirli yetmez ama evetçilerden biridir," diye.
Bunlara verilecek cevap, ne yazık ki, "bizim sevgimiz dağları aşar, Sezen Aksu Ceylan Önkol’a şarkı yazdı" değil. Çünkü ne yazık ki, dört iyilik bu dünyada bir kötülüğü silmiyor. Dört doğru bir yanlışı götürmüyor, götürmesin diye biz her şeyi izlemeye, görmeye, göstermeye çalışıyoruz hem kendimizi denetlemeye hem başkası bizi denetlesin diye uğraşmaya çalışıyoruz. Eğer Sezen Aksu’nun beş doğrusu ve bir yanlışı varsa, beş doğrusunu helal etsin, ama bir yanlışının hesabını paşa paşa öder, hepimiz gibi. Tam da bu yüzden, "bunları bunları yapmıştı, şimdi nasıl bir kalemde silelim" gibi bir düstur, bir sevgi, ancak kendimizi temizi çekmemek için bir bahaneye yarar. Bu bir metodoloji problemidir. Bu bir Sezen Aksu problemi değildir. Bu bir kampçılık problemidir. Bu bir ‘kinship’ problemidir.
Nereden nereye getirdin demezseniz—ki umarım demezsiniz, çünkü metodoloji aynı—özellikle kadına şiddet ve tecavüz vakalarında aşağı yukarı aynı tip meselelerle karşılaşılıyor bu ‘memleket’te. Memleket kelimesini tırnak içine aldım çünkü aslında dünya çapında böyle. Davalarda her nedense erkeğin karakterine tanıklık etmek diye bir şey var. Çok iyi, aile babası, çok süper bir karakter. O yapmaz. Yapası da yok zaten, zaten parası yok, ihtiyacı yok, zaten etrafında bir sürü kadın var, niye yapsın? Tanıklar erkekler ve kadınlar—kişinin o suçu işleyip işlemediğini bilmiyorlar, yine de tanıklık ediyorlar. Ya da daha yakından anlatayım size, akademiden. Öğrenciler arasında oluyor. Öğrencilerden biri geliyor, diyor ki falanca kız, erkek arkadaşının şiddet gösterdiğini söyledi, ama hiç inanmıyorum, o çok iyi çocuktur, babam da babasını tanıyor—kesin yapmaz. Zaten ailecek seviyoruz biz onları. Hep de görüşürüz. Bilmemkimler de seviyor. Sevgiye itimat ediyorlar yani.
Tabii ki Sezen Aksu örneğiyle bu öğrencilerle ilgili verdiğim örnek çok kontrast oldu, ama iki ekstremi göstermek istedim, çünkü her ikisinde de sevgiye itimat ediliyor, her ikisinde de sevgi bir temel dayanak olarak kullanılıyor. Politik bir mevzu varken ortada, birinde kullanılıp birinde kullanılmaması benim gücüme gitti açıkçası. Bilemiyorum sizin de gider mi. Belki de gitmez. Benim için metodolojik bir tutarlılık problemi var. Ama tab,i insan dediğin, tutarlılık aranan bir canlı mıdır, orası bambaşka bir tartışma konusu.