Küçük şeylerin hikâyesi
Noel pazarı aslında bir kitschler diyarı. Ama bin bir çeşit ülke mutfağının birbirine karıştığı bu geçici cennetlerin mutlulukla ilgisi var
22.12.2019
Hayatta neyi öğrendiğim için minnet duyduğumu sorsalar, küçük şeylerden mutlu olmak derim. Sevincin bahaneye bakması… Günün ve ömrün sonunda anılar hep küçük şeyler üzerine kurulu. Hafıza dediğin bir küçük şeyler deposu.
Aralık ayı, kış kasvetinin içinde derin bir nefestir benim için. Rakam değişti diye kaderin dönüştüğü yok elbette ama bu ay, ışığı getirir bana her seferinde. Ağaç kurmak da aslında yanıp sönen ışıklara, el yordamı bulunmuş, yoktan yaratılmış güzelliğe bahanedir. Dalıp gider, ânın içine geçmişin izlerini geleceğin hayallerini çağırırım.
Küresel ısınmanın esamesinin okunmadığı çocukluk yıllarımda dört mevsim diye bir şey vardı. O yüzden misal, bahar temizliği yapılır, yazlık ve kışlıklar yer değiştirirdi. Ve bir de karlı kışlar olurdu. Bir keresinde yarıyıl tatili kar yağışı yüzünden iki hafta daha uzamıştı. Tatilin fazlası olmaz çocuklukta ama bir noktadan sonra arkadaşlarımı özlemiştim. Okunacak kitaplar, yapılacak ödevler, yenecek yemekler, oynanacak oyunlar bitmişti sanki. Derken yurtdışında yaşayan bir akrabadan hediye çikolata geldi. Çikolatanın kendisinden çok paketi ilginçti benim için. Kapak açılıyor ve üç boyutlu olarak Kırmızı Şapkalı Kız masalından bir sahne beliriyordu. Tam iki hafta boyunca o karton parçasıyla oynadığımı ve masalı kerelerce yeniden yazdığımı hatırlıyorum çocuk aklımla. Mutluluk bu kadar basit, bu kadar yalındı.
Pencereden dışarı bakarken henüz hiç görmediğim dünyayı hayal ederdim. Atlastaki o yabancı isimli ülkeleri. Bu paketin geldiği yerin nasıl göründüğünü merak ederdim. O yıllarda üzeri bazen simlerle kaplı Noel Babalı kartpostallar vardı. Bugün kitsch deyip geçenler olur belki. Benim içinse hiç ucuzlaşmadı o manzaralar çünkü çocukluğumu kapsıyordu. Tombul yanaklı, sıcacık gülümseyen Noel Baba, renkli hediye paketleri, karla kaplı ve süslü çam ağaçlarıyla dolu bir meydan, cıvıl cıvıl bir pazar yeri, kızak kayan, kahkahalar atan çocuklar, gürül gürül yanan şömine, şöminenin üzerine asılı, içi şekerleme ve hediye dolu çoraplar, yumuşacık battaniyeler, melekler, yıldızlar… O kartpostalları toplar, canım sıkıldıkça bakıp hikâyeler uydururdum. Tek dileğim bir gün Noel vakti oralarda olabilmekti.
Güzel dilek dilemişim. Çok çok uzun yıllar sonra yetişkin halimle Aralık sonunda oralarda olmak nasip oldu kerelerce. Dünya küçüldü, sınırları aşan arkadaşlıklarım oluştu. Eğri çatı camlarından yağmuru izlerken, o ağaçların canlılarını görürken hep küçüklüğümü de çağırdım. El ele dolaştık her yeri.
Noel pazarı maceraları
Noel pazarı da aslında bir kitschler diyarı. Ama kızartılmış bademlerin, sosislerin, patateslerin bin bir çeşit ülke mutfağının birbirine karıştığı, soğuğa karşı kakao ve sıcak şaraba hücum edilen bu geçici cennetlerin mutlulukla ilgisi var. Küçük şeylerin önemini anımsatıyor insana. Dünya bir süreliğine büyülü bir hale bürünüyor. Güvende, iyi ve umutlu hissediyorsun. Kimsenin kimseye yargılayıcı gözle baktığı yok. Sohbet edebilir ya da susabilirsin. Alanın var, nefesin daha bir ferah.
Hep arka plan şarkıları olmuş ama o haliyle de hafızana kazınmış müzikler çalıyor. Eşlik edebildiğini ve ettiğini fark ediyorsun. Sorsalar hatırlamazsın ilk dinlediğin zamanı. Bu şarkıların da hatrı var. Kimseler bir yere koşturmadığı için çocuk, yetişkin, yaşlı hiyerarşisi yok. Herkese mekân ve zaman var. Herkese küçük mutluluklardan bir pay…
O kartpostallardaki gibi atlıkarıncalar var mutlaka bir köşede. Ve sevinçle bağırışan çocuklar. Senin çocuğun olmalarına gerek yok eşlik etmen için. Hiçbir şeyi, hiç kimseyi sahiplenmene hacet yok. Sevmek de böyle bir şeydi, değil mi?
Sonra ama gerçeğe toslamak var, hani şu kartpostal dışındaki manzaraya. Berlin’de II. Dünya Savaşı yıkımının simgesi olarak bombalardan arta kalan haliyle ama mutlak bir vakarla duran Kaiser-Wilhelm-Gedächtniskirche Hafıza Kilisesi, ismiyle müsemma olarak unutulmaması gerekenleri anımsatıyor. 1 Eylül 1895 senesinde büyük bir seremoni ile halka açılan kilise Almanya imparatoru I. Wilhelm adına bir anıt olarak yapılmış. 1943 yılının Kasım ayında bir bombardıman sırasında büyük hasar gören kilise bugün o haliyle karşımızda.
İçinde yer alan ve çivilerden yapılma haç, Alman bombardımanı sonrası yerle bir olan İngiltere’deki 14.-15. Yüzyıldan kalma gotik Coventry Katedralinin külleri arasından çıkarılıp cemaat tarafından inat diye, inanç diye, umut diye yapılmış. Kaiser-Wilhelm-Gedächtniskirche 1987’de açılınca da barışın kıymetini hatırlatmak üzere bu kiliseye bağışlanmış.
Kilisenin dibinde kurulu Noel pazarında ise üç yıl önce bir 19 Aralık günü kamyonetle yapılan saldırıda hayatını kaybedenlerin anısına kurulu bir köşe var. Çiçekler taze, mumlar yakılı, acı ve isyan baki. Kötülüğün sınırsızlığı çarpıcı. İnsanın insana edebileceklerinin akıl almazlığı da. Bayram namazında cemaatin camilerde katledildiğini de biliyoruz, hastane ve okulların tarandığını da. Savaşın cepheleri yok. Korunaklı tek bir köşe de. Kendi bedenini intihar saldırılarına cephane edebilenlerin dünyasında kaçacak bir delik yok.
Politik bir eylem olarak sevgi
Bütün bu bilgiler küçük şeylerin önemini arttırıyor gözümde. Anda olmanın, büyük laflar etmek yerine, günlük hayat içerisinde bir insana ulaşmanın kıymetini. Sevmek politik bir eylem. Emek bir mücadele aracı. Birinin hayatına değdiğin, sebepsiz bir iyilikle bir anlığınla hayatı güzelleştirdiğin oranda bir savaşçısın artık. Hayatın hakkını verme azimlisi. Otomatik pilottan çıkıp yaşadığını fark etme ve bütün o küçük ama kocaman şeyler için şükran duyma gönüllüsü.
Biraz Bülent Ortaçgil’in “Küçük Şeyler” isimli güzelim şarkısı gibi hayat.
Hep küçük şeyler bizi usandıran
Küçük şeyler bizi utandıran
Hep küçük şeyler küçük şeyler bizi yarıştıran
Küçük şeyler bizi uzlaştıran
Küçük şeyler hepsi de küçücük şeyler
Bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren
Küçük şeylerin bu kadar bitimsiz hikâyelere sahip olması yaman çelişki. Ama düşündüğünde hayattan daha absürt bir kurmaca da yok. Kendini tanımakla, kim olduğunu anlamakla geçen yıllar içinde iz bırakan her şey görünüşte minicik. Bir önce ve sonra yaratan, milat olan anlar, hayat parçacıkları.
Hep kısa anlar, mutluluklar
Hayal görür uzun sananlar
Hep kısa anlar karar verdiğimiz
Sonra günler boyu neden diye düşündüğümüz
Kısa anlar hepsi de kısacık anlar
Bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren
Boşuna demiyoruz bardağı taşıran son damla diye… Ya da kafamızda telin attığı, kısa devre yaptığımız ânın kendisinde aslında bu denli büyük bir tepki gerektiren bir güç yok. Birikmişliğini fark ettiğin, artık görmezden gelemediğin, inkâr edemediğin an olduğu için biricik sadece. Deli cesaretinin geldiği, kudretini hissettiğin dönüm noktası. Oysa nasıl da sıradan bir gündü. Yapageldiğin bir şeyi yapmamaya karar verdin. Ya da hiç yapmadığın bir şeyi denemeye. Göze almaya, değişmeye, hayatla birlikte akmaya…
Hep büyük düşler, büyük düşler peşinde koştuğumuz
Sonra nerdeyiz diye içinde kaybolduğumuz
Hep büyük düşler elimle tutamadığım
Hiç görmediğim, yaşamadığım
Büyük düşler hepsi de küçücük şeyler
Bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren
Hayal kuramasak ne olurduk, bilmiyorum. Hayal dediğin, yaşanmamış gerçeklik. En az anılar kadar hakkı var üzerimizde. Neyi düşlediğimiz nasıl bir insan olduğumuzu anlatıyor. Ve ilk adımı atma cesaretini, dünyanın, içinde hareket ettiğimiz çemberden çok daha geniş olduğunu anımsatıyor usul usul.
Hep küçük şeyler bizi savaştıran
Küçük şeyler bizi barıştıran
Hep küçük şeyler seni sevdiğim
Küçük şeyler seni üzdüğüm
Küçük şeyler hepsi minicik şeyler
Bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren
Sevgide de küçük şeylerin hikmetinden sual olunmuyor. Ne kadar yakınsan birine, o kadar kırma, kırılma tehliken var. Ama o yakınlık olmadan da sahici bir bağdan bahsetmek mümkün değil. O yüzden açıyoruz ya kendimizi, kalbimizi. Küçük şeylerle çoğalmak adına. Kendi kartpostallarımızı yaratmaya.
Dünyanın ortasında gibi durduğum o Noel pazarında herkese yetecek sevgim var. İyi gelsin bu satırlar diye bir dilek içimde. Yazı dediğin de küçük bir şey nihayetinde…