Küresel riskler, varoluşsal tehditler ve gelecek

Gelelim, insanlık açısından “varoluşsal tehdit”lere. İlk sırada “kitle imha silahları” var.

ÜMİT KIVANÇ

23.04.2021

Bugünkü haliyle insan varoluşunun karşısındaki küresel tehlikeler neler? Kısa vadede, uzun vadede…

Çıkarsamadan çıkarsamaya atlayarak varılacak sonucu baştan belirtmekte fayda var: Kendimize dair yanlış algılar ve hükümlerle, yanlış bir varoluş tarzı içerisinde yaşıyoruz. Hele örgütlenmiş toplumlar olarak kendi aramızda kurduğumuz ilişki tarzları, güç sahibi bazılarımızın ille de korumayı ve daha da kötüleştirmeyi hayat memat meselesi gördüğü, çünkü insan varoluşundan yalnız kendi ayrıcalıklarını ve başkalarına hükmetme kapasitesini anladığı düzenlerimiz, hayatımızı tehdit ettiğini pekâlâ görebildiğimiz büyük risklerin kaynağı. Her şey, insanlığın mevcut idrak ve değerleriyle, bu nüfusu ve bu ilişkileriyle, bugünkü düzenini ve hayatını uzun boylu sürdüremeyeceğini gösteriyor. Kovit-19 salgınını belki de, şüphesiz uzun zamandır bizi dürttüğü halde bir türlü gerekli şuura ulaştırmayı başaramayan iklim krizine ilaveten, daha dobra ve acımasızca uyarıların ilki saymalıyız. Birden değişen iklim koşullarına bağlı felaketler ya da nükleer santral patlamaları, radyasyon yayılmaları gibi insan marifeti facialar şimdilik zaman zaman, dünyanın ayrı yerlerinde meydana geliyor ve acı sonuçları bizi köklü değişikliklere sevk etmiyor. Kovit-19 böyle olmadı. Muhtemelen salgın sona erdiğinde o kadar çok şey değişmiş olacak ki, bu değişimlerin zamanlaması hep bu salgını barındıran ifadelerle anılacak.

 

“Toplumsal parçalanma” tehlikesi

 

Bugün için neleri ne kadar, nasıl riskler olarak gördüğümüze gelelim. Dünya Ekonomik Forumu (WEF), meşhur Davos toplantılarıyla tanınan uluslararası vakıf. Merkezi Cenevre’de. Biliyorsunuzdur, işi dünyanın “seçkinleri”yle. Ekonomi ve siyaset dünyasının karar alıcıları, güç sahipleriyle. 

WEF’in 2021 tarihli raporu, “küresel riskler” konuluydu. Rapor bu yılın Şubat ayında yayımlandı. Bugüne kadar göz atmamıştım, doğrusunu isterseniz. Şimdi başka vesileyle gözüme ilişince, özellikle istatistikleriyle ilgilenip, size de aktarma gereği duydum. Bu gecikmeli aktarma yüzünden bana eksi puan yazabilirsiniz.

Singapur Ulusal Üniversitesi, Oxford Üniversitesi’ne bağlı Oxford Martin Okulu ve Pennsylvania Üniversitesi’nin Wharton Risk Yönetimi ve Karar Alma Süreçleri Merkezi’nin akademik danışmanlığında yürütülen çalışmanın önsözünü okuyan, WEF’i bir sosyal-demokrat sivil toplum kuruluşu sanabilir. “İnsan sağlığına yönelik kalıcı ve yeni ortaya çıkan riskler, artan işsizlik, yaygınlaşan dijital ayrışma ve gençlerin hayal kırıklığı”, önsözdeki ifadeyle, “büyüyen toplumsal parçalanma”ya yolaçıyor. Önsözde, vakfın kurucusu ve yürütücü başkanı Klaus Schwab ile direktörü Saadia Zahidi, “ekonomik, çevresel, jeopolitik ve teknolojik risklerin birarada bulunduğu”bir dönemde bunun “çok ciddî sonuçları olabileceği”ne işaret ediyorlar. Yani aslında, dünyanın karar alıcılarına, “böyle sürdüremeyiz” diyorlar. Salgın dönemi kısıtlamalarının da olumsuz etkisiyle, birçok şirket ve işçiyi devre dışı bırakabilecek ekonomik-teknolojik gelişmeyi başlıbaşına tehlikeli bulan Schwab ve Zahidi’nin “toplumsal parçalanma” ihtimalini ciddî endişeyle vurguluyorlar. 

Burada dile getirilmeye çalışılan, “düzenin bozulması”nın yanısıra, nâçizâne bendenizin de sık sık işaret etmeye çalıştığım -artık kısmen gerçekleşiyor da sayabileceğimiz- somut tehlike: insanlığın bir kısmının ekonomik bakımdan “gereksiz” hale gelmesi. Bu bir defa yerleşik-olağan tesbit haline geldiğinde olabilecekleri tasavvur etmek bile kötü. Bugün insanlığa hakim olan hoyrat bencillik, empati yoksunluğu, ayrıcalık düşkünlüğü, oyuncaklarla kandırılıp insanlıktan çıkarılmayı, sürüleşmeyi kanıksama halleriyle birlikte düşünüldüğünde. Böyle bir süreçte meydana gelecek toplumsal ayrışma, artık birbirine sadece koşullar ve imkânlar bakımından değil, fiziksel olarak bile yaklaşma ihtimali bulunmayan egemen ve yoksul-yoksun sınıflar yaratır. 

Görünüşe bakılırsa, WEF elitleri henüz bu çapta bir hunharca ayrışmanın gereklerini hazırlamaya gönüllü değiller. Bütün dünya adına sorumluluk taşıma havasından vazgeçmemiş gözüküyorlar. WEF’in -çoğunluğu ABD, Birleşik Krallık, İsviçre, Almanya ve Hindistan’dan olan- üyelerinin 650’sine sorular sorarak yürüttüğü Küresel Risk Algılaması Araştırması’nda ulaşılan sonuçlar, iklim krizinin yolaçabileceklerinden -gerektiği gibi- çekindiklerini gösteriyor. Raporun başındaki “yönetici özeti”nde, Kovit-19 salgınının iyice körüklediği toplumsal ayrışma sorunlarıyla birlikte ilk sözü edilen riskler arasında, iklimdeki aşırı-ânî değişimler, insan eliyle çevre tahribatı ve iklim krizine karşı tedbirlerin yetersizliği yeralıyor. İşsizlik artışı ve gençlerin -burada böyle ifade edilmese de- gelecek duygusundan kopuşunun kalıcı olgu muamelesi görmeye başladığı dikkat çekiyor. WEF’in başındakiler bunlarla ilişkili olarak yeniden “toplumsal parçalanma”yı vurguluyorlar.

WEF araştırmasına katılan güç sahipleri, hattâ sadece toplumsal düzenlerde değil, uluslararası ilişkiler ve dünya düzeninde de parçalanma tehdidi görüyorlar, devletlerin çökebileceğine ihtimal veriyorlar.

 

Şimdi, orta vadede, hep!

 

Küresel Risk Algılama Araştırması, insanlığın karşısındaki riskler olarak sıralananları üç grupta topluyor: Varolan veya kısa vadede karşılaşılacak riskler, bunların etkisiyle orta vadede ortaya çıkabilecek olanlar ve, üçüncü kategori, varoluşsal tehditler. 

İlk grupta, güncel vaziyete uygun olarak, salgın hastalık başta yeralıyor. Şaşırtıcı görünebilir, ama kendileri geçim sıkıntısından uzak yaşayan “seçkinler” ikinci sıraya yoksulluğu yerleştirmiş, mevcut riskler-tehlikeler grubunda. Sonra iklimdeki aşırı-beklenmedik değişimler geliyor. Onu siber âlem güvenliğindeki çuvallama izliyor. Hack’leme ve veri hırsızlığı işleri özellikle ekonomi ve devletin tepesindekiler için hayatî mesele; bunu en başa da koyabilirlerdi. Ancak aynı ayrıcalıklı insanların bunun hemen ardına “dijital eşitsizlik”i koymuş olmaları bu bakımdan fazlasıyla ilginç. Dijital teknolojideki gelişmeden yararlanıp yararlanamamalarına göre toplumsal grupların, halkların, devletlerin keskin şekilde ayrışması ve ayrı dünyalarda yaşar hale gelebileceği, ne vakittir dile getirilen bir tehlike. Uzun süreli ekonomik durgunluk, altıncı sıradaki risk. “Terörist saldırılar”, onun ardında; “gençlerin hayalkırıklığı”, bundaki rolüne işaret edercesine, hemen altında. Bunları, “toplumsal kaynaşmanın çözülmesi” ve, tuhaf bir şekilde, iklimdeki değişimle yanyana değil, burada, “insan eliyle çevre tahribatı” izliyor. 

İkinci grupta, orta vadede karşılaşacak riskler yeralıyor. Bunlar arasında, “varlık balonu patlamaları”“fiyat istikrarsızlığı”“borç krizi” gibi ekonomik olguların yanısıra, devletler arası ilişkilerin bozulması, devletler arasında çatışmalar, kaynaklara ilişkin jeopolitik meseleler yeralıyor. Teknolojik gelişmenin yarattığı riskler burada da üç ayrı kalem halinde bulunuyor: “Bilişim altyapısının çökmesi”nden korkulduğu gibi, siber âlem güvenliğinde çuvallama, “teknoloji yönetiminde başarısızlık” ile birlikte, bu kategoride de risk kimliğini koruyor.

Gelelim, insanlık açısından varoluşsal tehdit”lere. İlk sırada “kitle imha silahları” var. Şu anda dünyada gerçekten de, üçü beşi birarada yaygın şekilde kullanılsa sırf insanlığı değil, hayvanıyla bitkisiyle yeryüzündeki hayatın önemli kısmını mahvedecek kadar kitle imha silahı var ve bunların kısıtlanması, yok edilmesi için kayda değer gayret yok. Önemsenmiyor, konu edilmiyor bile. İkinci sıradaki varoluşsal tehdit, “devletlerin çökmesi”! Dünyanın elitlerinin bunu varoluşsal tehdit diye sözünü edecek kadar elle tutulur tehlike olarak görmeleri, doğrusu ilginç. “Sanayinin çökmesi”ihtimalini adlı adınca saymalarıysa, ilginç ötesi. Uluslararası işbirliğinin de çökebileceğinden endişe duyuyorlar. Hepsi birarada, dünyanın şimdiki düzeni çökebilir, demek. Belki de endişenin büyüklüğü, burnundan kıl aldırmayanlar grubundan insanları gerçeğe yaklaşmaya yöneltiyor. “Biyolojik çeşitliliğin yok olması”“doğal kaynak krizleri”“iklim krizine karşı eylemsizlik” riskleri kadar, “sosyal güvenliğin çöküşü”nü da ortaya koymaktan kaçınmamış, WEF üyeleri. Bu kategorideki en ilginç başlık, “bilime karşı tepki”! Popülist iktidarların yükselişine eşlik eden “alternatif gerçeklik” saçmalıkları sahiden de insanın problemleri akıl yoluyla çözebileceği inancına darbe vurdu. Bu, milyonlarca insanın akla mantığa sığmayan, tutarlılığı, bütünlüğü olmayan, sadece birkaç basit olguyla kolaylıkla aksi kanıtlanabildiği halde inatla inanılan bir sürü saçmalığın peşine takılıvermesine yolaçabiliyor. WEF mensuplarının bunu insanlığın karşı karşıya bulunduğu varoluşsal tehditlerden sayması kayda değer.

Dünya Ekonomik Forumu’nun 2021 raporuna göre mevcut ve orta vadeli risklerle varoluşsal tehditler böyle. Risklerin, bir bölümünü bizzat yaratanlarca ortaya konmalarına sadece riyakârlık diye de bakabiliriz, sorunların niteliğinin ve çapının mecburen yaşayan bütün insanları aynı problemlere yöneltmesi diye de. Bütün bunlarla nasıl başa çıkılacağı şüphesiz sınıfsal konumlara, uluslararası ve toplum-içi eşitsizliklere, ayrıcalık veya hak kavgalarına bağlı olacak. Haklı veya sudan sebeplerle çatışan insanlar olarak, patronuyla işçisiyle hep beraber batmamız da pekâlâ olası, görüldüğü üzre. Her hâlükârda, yüzyıllar değil, birkaç onyıl sonra insanlık bugünkünden çok farklı hayat sürecek. Bunu daha adaletli, daha eşitlikçi, daha özgür bir hayat yapabilecek olanlar başarmanın yolunu bulabilse keşke.