Kuzey İrlanda’nın sonuna doğru mu?
HDP ile diyalog Sinn Féin ile diyalogdan çok daha kolaydı. Sinn Féin “bir el silahta, diğer el sandıkta” diyerek şiddeti savunmuştu
02.04.2017
Bir çatışma ne kadar uzarsa, açtığı yaralar da o kadar derin oluyor. Çatışmalar bitse de, siyasi gerilimden uzak durulabilmekte zorlanılıyor. Kuzey İrlanda politikası, Brexit sonrası, barış döneminde yaşanılan en ağır siyasi krizle cebelleşirken, Türkiye’de barışın ertelenip ötelenmesinin gelecek nesillere bedelini düşünmeden edemiyor insan.
Kuzey İrlanda’nın “ayrılıkçı” partisi, Sinn Féin, 1905’te kuruldu; ancak, bugünkü politik çizgisinin ve mirasının, 1970’lerden itibaren şekillenmeye başladığını söyleyebiliriz. Bu dönemde, silahlı çatışmaya mı yoksa siyasi mücadeleye mi ağırlık verileceği, Sinn Féin içinde tartışma konusu oldu. Bu tartışma en sonunda, 1970’in başında partinin bölünmesine neden oldu. “Resmî Sinn Féin” (Official Sinn Féin) ve “Geçici/İhzari Sinn Féin” (Provisional Sinn Féin) olarak ikiye ayrılan partide, bölünmeyi getiren kavga; “Birleşik Krallık Parlamentosu’nda sandalye kazanmak ve kazanılan milletvekillikleri ile etkili siyasi mücadele yürütülmesine” destek verenlerle, vermeyenler arasında çıktı. Sonunda, “Resmî Sinn Féin” giderek “İşçi Partisi” (Workers’ Party) adıyla, sol politikayı savunan bir çizgiye kayarken, “Geçici” olan Sinn Féin kalıcılaştı ve bugünkü haliyle bildiğimiz partiye dönüştü. “Geçici” Sinn Féin, bu ayrılık dönemecinde kendisi için öncelikli olanın Kuzey İrlandalı Katoliklerin kimlik hakları olduğunu da açıkça ortaya koymuş oldu.
Aslında bu tartışmalar, Türkiye’de Halkların Demokrasi Partisi’ne (HDP) yönelik tartışmalardan çok da uzak değil. Ne var ki, Sinn Féin’in 1970’teki kopuş döneminde de, daha sonrasında dönüştüğü hâlinde de, bilfiil silahlı örgütün içinde yer almış; yani şiddet eylemlerine katılmış kişiler, politikacı olarak bulundu. Martin McGuinness’in profilini çizerken belirttiğimiz gibi, sadece silahlı örgüt Irish Republican Army (İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu-IRA) üyeleri değil, örgütün yöneticileri de, Sinn Féin’in üst düzey politikacıları olarak ön plana çıktılar. Bu açıdan, aslında Türkiye’de, HDP’nin temsil ettiği siyasi çizgi ile diyalog kurmak, Kuzey İrlanda’daki Sinn Féin örneğinden çok daha kolaydı. Unutmayalım ki, barış dönemine kadar Sinn Féin, “bir el silahta, diğer el sandıkta” diyerek, açıkça şiddeti savunmuştu. Dahası, Sinn Féin’in, Martin McGuinness ve Gerry Adams gibi en üst düzey isimleri de, hiçbir zaman şiddet kullanmanın yanlış olduğuna ilişkin “pişmanlık” ifade eden veya şiddeti tamamen reddeden ifadeler de kullanmadılar. Ama, Türkiye’de bu yol seçilmedi; HDP’nin, ülke siyaseti genelinde yaratabileceği denge potansiyeli göz ardı edildi ve parti, tamamen kriminalize edilmeye çalışıldı.
Kuzey İrlanda politikasına ve oradaki bugünkü siyasi tabloyu oluşturan döneme geri dönersek; belirleyici rol oynayan 1970’ler, aynı zamanda, Democratic Unionist Party’nin (Demokratik Birlik Partisi-DUP) kurulduğu zamandı. Protestant Unionist Party de (Protestan Birlik Partisi), Ian Paisley ve Desmond Boal tarafından, Protestanların kendi içlerinde yaşadıkları kırılmaların sonucu kuruldu. Bu açıdan, DUP’un kurulması ve Sinn Féin’in bölünmesi, aynı politik ve sosyolojik ortamın tüm Kuzey İrlandalılara yansımasının sonucuydu. Nasıl Sinn Féin kendi içinde radikalleştiyse, Protestanların siyasi çizgisi de, varolan parti Ulster Unionist Party’ninkini (Ulster Birlik Partisi-UUP) “fazla ılımlı” bulacak biçimde sertleşmişti. DUP da, selefi UUP’den çok daha keskin biçimde İngiltere ile birliği savunuyordu.
Sinn Féin ve DUP, bugün de, Kuzey İrlanda politikasının başlıca iki aktörü. Kökenleri ve günümüzdeki mirasları 1970’lere dayanan bu iki parti, o zamanların ağır mirasını hȃlȃ yaşıyor ve güncel sorunlara da bu mirası sürekli yansıtıyor. “Ağır miras” diyorum çünkü, 1960’ların sonu, Kuzey İrlanda’nın “Troubles”, yani “Na Trioblóidí”-“Sıkıntılar” döneminin başladığı zamandı. Bu çatışmalı dönem, yani “Sıkıntılar”, “Good Friday” (Hayırlı Cuma) Anlaşması ile noktalanacak kanlı süreçten başkası değil…
Sıkıntılar zamanı, Katolikler de, Protestanlar da, giderek daha fazla silȃhlanmaya yöneldi. 1966’da IRA’ya zıt kutup olarak Ulster Volunteer Force (Ulster Gönüllü Gücü) kuruldu. 5 Ekim 1968’de, Derry’deki haklar ve özgürlükler yürüyüşündeki şiddet olayları ve 12 Ağustos 1969’da da Derry’nin yoksul mahallesi Bogside’daki çatışmalar, gerginliği iyiden iyiye tırmandıran dönüm noktaları oldu. 14 Ağustos 1969’da ise, İngiliz birlikleri Kuzey İrlanda’ya konuşlandı.
1970-72 dönemi de, Kuzey İrlanda’da şiddetin en çok tırmandığı yıllar oldu. 1972’de zirve yaparak, 500 insanın canını alan bu şiddet dalgasının izleri, şimdiye değin geçmedi; o kanlı dönemin travması bir türlü atlatılamadı. Bugün de, konu ister çevre ile ilgili bir mesele olsun, ister Brexit; konu dönüp dolaşıp bu iki partinin, daha doğrusu Protestan ve Katolik kesimlerin yaşadıkları çatışmaların yarattığı bölünmüşlüğün uçurumuna takılı kalıyor.
Brexit krizi: İskoçya’yı da, Kuzey İrlanda’yı da ayrı sarsıyor
Britanya’nın kendi politikası bir karmaşa içine girince, Kuzey İrlanda’dan İskoçya’ya, zaten sıkıntılı olan “bağlar” iyice gerilmeye başlıyor. İskoçya Parlamentosu, 28 Mart’ta yaptığı oylamada, ikinci kez bağımsızlık referandumuna gitme kararı aldı. İskoçya Parlamentosu Holyrood’da onaylanan karara göre, 2018 sonbaharı ve 2019 baharı arasında bir tarihte, İskoçya halkı, bağımsız olup olmamayı bir kez daha oylayacak. 18 Ekim 2014’te yapılan ilk bağımsızlık referandumunda, yüzde 55,3’lük bir oranla Birleşik Krallığın bir parçası olarak kalmak tercih edilmişti. O zaman, bağımsızlık yanlılarının oyunun yüzde 44,7’de kalmasının en büyük sebebi olarak, İskoçyalı seçmenlerin, Avrupa Birliği’nin bir parçası olarak kalmayı riske etmek istememeleri gösterilmişti. Brexit ile beraber, o dönemkinin tam tersi bir manzara ortaya çıktı. Şimdi İskoçya, kendi başına AB’nin bir parçası olarak kalmak istiyor ve İskoç siyasetçilerin bağımsızlıkla ilgili kararlılıkları artıyor.
İskoçya’da Brexit’in yansımaları böyleyken, Kuzey İrlanda’da da siyasi sular elbette durgun değil. Neticede, zaten bahsettiğim gibi, Kuzey İrlanda’daki politik ve toplumsal fay hatları, barışa rağmen hep sarsıntıya açık oldu. Bir çatışma ne kadar uzarsa, bıraktığı izler de o kadar derin oluyor. Brexit gibi, tüm Birleşik Krallık politikasını altüst eden bir durum da, Kuzey İrlanda’da Good Friday (Hayırlı Cuma) Anlaşması sonrası kurulan ve Protestanlar ile Katolikler arası siyasi güç paylaşımına dayalı hükümet modelinin çökmesine neden oldu. Ocak 2017’de, Sinn Féin, DUP lideri Arlene Foster’ın, Kuzey İrlandalı vergi mükelleflerine 500 bin Pound ek yük getiren ve DUP’un projesi olan hatalı bir uygulama soruşturulurken istifa etmemesini gerekçe göstererek, hükümetten ayrıldı. Hayırlı Cuma Anlaşması gereği, hükümet ortaklığının sürdürülmesi gerektiğinden de, seçimlerin yenilenmesi gerekti. Oysa, sadece 10 ay önce genel seçimler yapılmış ve yeni hükümet kurulmuştu. Ve üstelik, her ne kadar Sinn Féin gerekçe olarak, Foster’ın istifa etmemesini gösterse de, aslında asıl mesele, Brexit’in yarattığı gerilimdi.
Hayırlı Cuma Anlaşması’na göre, ağırlıklı olarak Sinn Féin’in temsil ettiği İrlanda milliyetçisi çizgi ile ağırlıklı olarak DUP’un temsil ettiği İngiltere yanlısı Protestanların beraber bir hükümet oluşturması gerekiyor dedik. Bu model şöyle işliyor: Başbakan (First Minister) ve Başbakan Yardımcısı (Deputy First Minister), seçimlerde birinci ve ikinci gelen partiden oluyor. Ve beraberce, bir kabine belirliyorlar. Hukuki yetki bakımından, Başbakan ve Başbakan Yardımcısı’nın birbirinden farkı yok. Görüldüğü gibi bu modelle, tamamen eşitler arası bir politik diyalog zemini yaratılmaya çalışılmış.
Tabii, Kuzey İrlanda politikasında sadece DUP ve Sinn Féin yok; daha merkezde bir çizgisi olan Social Democratic and Labour Party (Sosyal Demokrat ve İşçi Partisi-SDLP) ve gene daha merkezdeki Ulster Unionist Party (Ulster Birleşimci Parti-UUP) de Katolik ve Protestan seçmenlerin yüksek oranda destek verdiği partiler. Ama, Sinn Féin ve DUP’un yeri, çatışmalı geçmiş dolayısıyla, Kuzey İrlanda politikasında hala ayrıcalıklı. Buna karşılık, özellikle Protestan seçmenler, UUP ve hatta İrlanda milliyetçiliği çizgisindeki SDLP’ye kaymaya başladı.
Mart başında yinelenen seçimlerde, DUP hâlâ en çok oy alan parti olarak sandıktan galip çıktıysa da, Sinn Féin de oylarını yükseltti ve 10 sandalye daha kazandı. Şu an, Kuzey İrlanda’da hâlâ hükümet kurulamamış vaziyette; zira, DUP ve Sinn Féin anlaşamıyorlar. Sinn Féin, DUP’un liderinin istifa etmesini talep ediyor; DUP da bunu reddediyor.
Şimdi top, Britanya Başbakanı Theresa May’de: May’in önünde de üç seçenek var. Ya seçimlerin bir kez daha yinelenmesini isteyebilir. Ki bu da, Kuzey İrlandalı seçmenlerin son 12 ayda üçüncü kez sandık başına gitmesi demek. Ya, Londra, Kuzey İrlanda yönetimini ele alma hakkını, yani “Direct Rule” (Doğrudan Yönetim) seçeneğini kullanır. Ki bu durum da, Hayırlı Cuma Barış Anlaşması’nı çökertecek bir sürece bile gidebilir. Kastım, çatışmaların yeniden başlaması değil; Kuzey İrlanda’nın da, İskoçya benzeri bir ayrılık referandumuna yönelmesi…
Üçüncü seçenek ise, May’in topu taca atması. Yani, “Brexit ile çok meşgul olduğu” gerekçesi ile, Kuzey İrlanda konusunda bir karar almayı mümkün olduğunca geciktirmesi. Ve bu arada da, Sinn Féin ve DUP’un bir anlaşmaya varabilmelerini ümit etmesi… Ne var ki, Kuzey İrlanda’da, Katoliklerin ve milliyetçi siyasi çizginin, İrlanda ile birleşme projesini ortaya atarak, eski defterlere geri dönmesi, bir anlaşma çıkmasından da daha mümkün gözüküyor. Bir kez daha tekrar edeyim; Kuzey İrlanda’nın Türkiye’ye verdiği ders, çatışma ne kadar uzarsa, barış dengelerinin de o kadar zor kurulduğu ve yürütülebildiği.