Laiklik, yaşam tarzı tartışmaları ve Bangladeşleşmek
Yılbaşının ilk saatlerinde gerçekleşen Reina saldırısı bana, Bangladeş’te yaşanan bir terör eylemini hatırlattı

06.01.2017
Laiklikle siyaseten kavgalı, laikliğin anayasal güvence altına alınması konusunda sürekli bir siyasi çekişme ve laiklik üzerinden toplumsal bir kutuplaşma yaşayan, çok kültürlü tarihi göz ardı edilerek sürekli “yüzde 90’ı Müslüman” olarak tanımlanan ve son dönemde köktendinci terör saldırılarının arttığı ülke hangisidir?
Bangladeş…
Ama aynı tanımlamaları, Türkiye için de yapmak mümkün…
Dahası…
Yılbaşının ilk saatlerinde gerçekleşen Reina saldırısı bana, Bangladeş’te yaşanan bir terör eylemini hatırlattı.
1 Temmuz 2016’da, Bangladeş’in başkenti Dakka’da, diplomatik misyonların bulunduğu, yabancıların ve kalburüstü Bangladeşlilerin yaşam alanı Gülşan semtinde bir lokanta-kafeteryaya bir saldırı düzenlenmişti. Müşteri kitlesi, daha çok kentteki yabancılardan oluşan kahve-fırın Holey Artisan Bakery’yi basan yedi IŞİD militanı, mekânda 22 kişiyi öldürdü. Ve IŞİD’lilerin kendilerinin hepsinin Bangladeşli zengin ailelerden olduğu, yüksek eğitim sahibi kimseler oldukları bildirildi.
Bu eğitimli, “seçkin”, köktendinci radikaller, bu kahveyi bastıklarında, üzerlerinde ateşli silahların yanı sıra bombalar ve bir de kılıç vardı.
Önce rehin aldıkları kahve müşterileri ve personelinin din bilgisini sınamaya kalkıp, Müslümanlıkla ilgili sorular sordular. Ve sonra, cevap veremeyenleri, hattâ cevap verirken yabancı aksanı olanları; yani ülke dışında eğitim görmüş Bangladeşlileri öldürdüler. Öldürülen 22 kişi arasında polisler de vardı; yani, hedef sadece yabancılar değil, onlarla beraber yaşamakta beis görmeyen ve Batılı yaşam tarzını benimseyenlerdi. Ölenlerin çoğu kılıçtan geçirilerek katledildi.
Bangladeş ile Türkiye’yi benzeten, iki ülkeyi karşılaştırmalı düşünmemizi aydınlatıcı kılacak koşullar ve şartlar var. Her iki ülkede de, “modernleşme”, “yaşam tarzı”, “dindarlık”, “laiklik” konuları, kısa vadeli siyasi çıkarlar uğruna politize edildi, ediliyor. Bu konular politize edilip, siyasi malzeme olarak kullanıldıkça da, sosyal bakımdan gerçekten de sorun alanları yaratır hâle geliyorlar. Ve köktendinci terör örgütleri de, bu mayınlı alanı diledikleri gibi sömürüyor.
Ne oluyor? Nedir bu Ortaçağ ve öncesine dönme merakı? Nedir bu modernite ile bitip tükenmeyen hesaplaşma? “Batılı yaşam” tarzı nedir, “Doğulu yaşam tarzı” nedir?
Laiklik, Bangladeş’te onlarca yıldır politize ediliyor; ülkenin neredeyse kuruluşundan beri sekülerlik üzerinden tartışma yürüyor. Ancak, son yıllarda, bu tartışmalar bambaşka bir boyut aldı. Zira, “küresel cihat” fikri ile, El Kaide’nin IŞİD’a metamorfozuna neden olan
Bangladeş aynı zamanda, 2013’ten beri, koyu İslamcı olanlarla olmayanlar arasında ciddi tansiyonun yaşandığı bir ülke. 170 küsur milyonluk ülkede, 1998’de kurulan ve 2005’te yasaklanan Cemaat-ül Mücahiddin ile beraber Ensar El İslam gibi El Kaide ile ilintili örgütler faaliyet gösteriyor. Ülkede tam olarak kaç radikal örgüt faaliyet gösteriyor; o da kesin olarak bilinemiyor. Bu örgütlerin sayısının 10-15 kadar olduğu öne sürülüyor. Bu radikal dinci örgütler arasında IŞİD’a bağlılık yemini edenler de var.
Bangladeş’te…
Kaç örgüt var…
Kaçı IŞİD’a bağlı…
Bunlar muallakta ama apaçık olan gerçek şu:
2013’ten bu yana da, bu gibi radikal İslamcı örgütlerin, seküler/laik kesim, özgürlükçü blog yazarları, radikal olmayan Müslümanlar, dinî azınlıklar, ülkedeki yabancılar ve “Batılı yaşam tarzını benimsediğini düşündükleri münafıklar” diye adlandırdıkları her kesime karşı gerçekleştirdikleri saldırılarda, yaklaşık 50 kişi öldürüldü. Saldırıların kurbanları, bıçak, hançer ve kılıçlarla doğrandı.
Türkiye’de IŞİD’ın 2015’te HDP Diyarbakır mitinginden Suruç’a 10 Ekim Ankara bombalı katliamlarına, Türkiye’de sosyal medyada ve sokakta son dönem yoğunlaşan saldırgan köktendinci söylemlere, Reina saldırısını, bir de Bangladeş örneği akılda olarak yorumlamak lazım.
Bangladeş’te saldırılar önce, “marjinal” sayılan kesimlere yönelik olarak başladı ve bugün artık iktidar dahil, bu örgütlerin üyesi ve sempatizanı olmayan herkes hedefte.
Bangladeş’te Ocak 2013’te, görüşlerini internet üzerinden paylaşan ve kendini “militan bir ateist” olarak tanımlayan Asıf Muhiddin, ilk bıçaklı saldırıya uğrayan ilk kişi olmuştu. 2012’de Deutsche Welle’nin en iyi blog ödülünü de kazanan Asıf Muhiddin, bu saldırıdan yaralı kurtuldu. Bir sonraki saldırının kurban, yine ateist bir blogcu Ahmed Racib Hayder o kadar şanslı değildi. Şubat 2015’te, cansız bedeni tanınmayacak hâle gelmiş biçimde bıçaklanmış bulundu. O gün bugündür, kurbanların profili giderek geniş bir kapsama yayılıyor; eşcinseller, dinî azınlıklar, akademisyenler, öğretmenler, entelektüeller, sivil toplum çalışanları, ülkede ikâmet eden yabancılar, köktendinci Müslüman olmayan ve/veya modern yaşam tarzını benimsemiş sıradan veya seçkin insanlar…Özetle, artık köktendinci olmayan herkes kılıçla doğranabilir…
“Münafık”, “mürtet” diye damgalanması yeterli birinin; âniden hedef haline getiriliyor ve sinsice öldürülüyor. Nisan 2016’da kılıçtan geçirilerek öldürülen Rızaul Kerim Sıddık’ı ele alalım; bir üniversite profesörü. Yakınları, Sıddık’ın hayatının akademik hayat ve kültürel faaliyetlerden ibaret olduğunu, yaşamını eğitime adadığını dile getiriyor. “İlerici ve laik bir insandı” diye tanımlıyorlar kendisini…Sıddık, bu profil ile tanımlanan ve köktenci İslamcı örgütler tarafından öldürülen dördüncü profesördü…
Peki, bu saldırılara karşı hükümet ne yapıyor?
İktidardaki, Bangladeş Halk Birliği (AL), geçmişteki “Müslüman gömleğini” çıkarıp, “sekülerleştiğini” öne süren bir hareket. Ve bu saldırılara karşı yaptıkları özetle şunlar:
-Ülkede, IŞİD’ın faaliyet gösterdiğini yadsımak.
-Kendilerinden olmayan herkesi tehdit eden İslamcı hareketleri, oy deposu olarak görerek, onlara karşı ciddi bir tedbir almamak.
-Saldırıların sorumlusu olarak İsrail ve MOSSAD’ı göstermek.
-Saldırıların mağdur kesimlerinden olan yazar-çizer, LGBTT, dinî azınlıkları tutuklamak. Ve bu bahsettiğimiz mağdur kesimleri sorumlu tutmak.
-Ana muhalefet partisi, Bangladeş Ulusal Partisi’ni (BJD) saldırılardan sorumlu tutmak. BJD’nin kurucusu, aynı zamanda ülkenin kurucu lideri Ziaur Rahman idi; bunu da anımsatalım.
Yani, ülkedeki laik-İslamcı kutuplaşmasından herkes sorumlu, bir tek iktidar değil.
Elbette, AL veya BJD, Türkiye’de tam olarak hangi aktörlere denk düşebilir tartışılır. BJD’nin de, AL’nin de zayıf karnı, İslamcı tabanlara şirin gözükmek, onları popülist politikalar ve söylemlerle tavlamak…Oy olsun da, gerisi boş olsun anlayışı ile, Bangladeş’in açık fikirli veya sadece İslamcı olmayanları, kimsenin umursamadığı “canı kıymetsiz” hedefler haline, bilfiil politikacılar tarafından dönüştürülüyor.
İlginç biçimde, Bangladeş’in köktendinci gruplarına Türkiye’den de ilgi ve şefkat var; sosyal medyada, bu sempatinin popülarize edilmeye çalıştığına ben tanık oldum.
Peki, Bangladeşleşmek ister mi gerçekten Türkiye?
Laiklik prensibi ve seküler yaşam tarzı, 365 gün alttan alta tabana gaz vererek, İslamcı olmayan kesimler hedef gösterilerek, politikacıların-kamu görevlilerinin satır aralarında karalamasına maruz kalarak yıpratılırsa… 365. günde de bu durumu kullanan bir şiddet örgütü elbet çıkar: çünkü, bütün yıl boyu terörün zehirli tohumlar ekilmiş, serpileceği zemin hazırlanıp durmuştur.