Lanetli avı dur durak bilmez

“Lanetli” yaratma pratiği ruhları buruşturuyor.

ÜMİT KIVANÇ

26.01.2022

Yaklaşık bir ay önce, Şili’de genç solcu aday Gabriel Boriç devlet başkanlığı seçimini kazandı. Şili gibi simgesel bir yerde öğrenci hareketinden gelme genç adamın, rakibine bir milyon oy fark atarak (~4.621.000’e 3.650.000; % 56’ya % 44) başkan seçilmesi çok önemli, yeryüzünde adalet mücadelesi veren herkes için çok sevindirici olay. Hele haberlerde hep “aşırı sağcı” sıfatıyla anılan rakibinin sayım başladıktan kısa süre sonra yenilgiyi kabul edip Boric’i tebrik etmesi, bu seçim zaferine bir nevi “her şey çok güzel olacak” esintisi de ekledi. Seçim sürecinde gösterilen olgunluk ülkenin demokratikleşme umutlarını büyütüyor haliyle. Nitekim 22 Ocak günü Boriç yirmi dört bakandan on dördü kadın, altısı kırk yaşından genç, bazıları on yıl öncesinin öğrenci hareketi liderleri olan yeni kabinesini dünyaya takdim ederken bu kadronun verdiği fotoğraf, başlıbaşına umut kaynağı. 

Biz bir ay önceye döneceğiz. Şili’de sandıklar kapanıp da oyların yarısı sayıldığında sonuç belli olmuştu. Ajanslar “Şili’de genç solcu aday kazandı” haberini geçmeye başladıklarında, Boriç’in rakibi José Antonio Kast, bizdeki gibi şaibeli olmayan bir “adam kazandı” açıklaması yapmış, Boriç’e tebrik telefonu açmıştı. Bizim burada, benim gibi gececilere göre gecenin ileri saatleri, mâkûl insanlara göre “sabaha karşı”ydı.

 

Hafızamızda Şili

Şili deyince akla öncelikle, çoğunluğun oyuyla iktidarı almış Marksist siyasetçi Salvador Allende ve onu deviren, ülkeyi kanlı, karanlık, tekinsiz bir diyara, düpedüz işkencehaneye çeviren ABD destekli faşist darbe ile katiller cuntasının lideri General Augusto Pinochet geliyor. Oysa bizim gençliğimiz bir yandan da Şili’den esen şahane melodiler ve ritmlerle şenlenmişti. Hani şu faşist cuntacıların toplama kampı yerine kullandığı stadyumda ellerini keserek öldürdükleri ozan Victor Jara’nın, muhteşem müzik grubu Inti Illimani’nin parçalarını kana kana su içer gibi dinlerdik. Victor Jara sıkı besteci, kendine özgü müzisyen ve şarkıcıydı. Inti Illimani de dünyanın başka yerlerindeki devrimci müzisyenleri kıskandıran, karmaşık, kaliteli, zengin bir müzik yapardı. Hem yerel müziklerini geliştiren hem evrensel müziğe katkıda bulunan, çok özgün ve değerli sanatçılardı.

Allende’nin iktidara gelişini ve sonra o korkunç darbeyle devrilip öldürülüşünü, ardından azdırılan dehşet dalgasını yaşamış enternasyonalist insanlar için Şili, bir yandan zaferin mümkün olduğunu gösteren, üzerine başa çıkamayacağı kadar büyük kuvvetle saldırılarak anca bastırılmış bir isyan aleviydi. Böyle alevlerin, zorla söndürülseler bile alttan alta ısı yaymaya devam edeceğini, günün birinde beklenmedik yerde beklenmedik şeyleri tutuşturabileceğini biliyorduk. Bu özellikleriyle Şili umut kaynağıydı. Nitekim, darbenin karanlığı azıcık aralanır aralanmaz, kaderine sahip çıkma talebini özümsemiş bir halkın hak mücadelelerini nasıl caddelere sokaklara yayıverdiğini izledik.

Yine de, demokratik özlemleri ve bunlar için mücadele etme enerjisi tükenmeyen bir halkın bu enerjiyi her yeni kuşakla yenileyebilmesine rağmen, Şili’nın adı geçer geçmez, zamanında omuzlarımızı çökertmiş hüsranın kalıcılaşmış hali hüzün bünyemizi sarar. Bu his, sevimsiz haber okumuş insanın üzerine çöken, ama sayfayı çevirdiği -ya da ekranı kaydırdığı- anda yerini başka hislere bırakacak eğreti sıkıntıya benzemez. Sahici hüzündür. Kaynağı, hoyrat definecilerin yaşam alanlarını delik deşip edip hayat damarlarını paraladığı bitkileri andırır. Kökünün kazınmamış olduğu yerde kimseye belli etmeden yaşamayı sürdüren, fırsatını bulsa serpilecek olan ağır yaralı bitkilerin, bu ölüm döşeğinden sessizce dışarı uzanan, bazen kırılıp atılmış dala -ve hayata- tutunan, bazen yoluna çıkan taşın üzerinden aşmaya çabalayan filizleri gibi bölük pörçük bir hissiyattır: Ayıptır söylemesi, bizim kuşakta sahiden enternasyonalist insan çoktu. Kendini anti-emperyalistlik kostümleriyle gizleyen milliyetçilik türlerinin hegemonyasına rağmen, birçoğumuz dünyanın başka yerlerindeki hadiseleri içindeymişiz duygusuyla, genç yaşımızın bize bedelsiz olduğunu düşündürdüğü dizginsiz cüretle, sorumluluk da üstlenerek, üstümüze vazife sayarak yaşardık. 

 

Sevinç gecesi: Kursaklara hücum!

Şili’deki tazelenme ve değişim sevincini başkalarının da paylaştığını görünce, tam anlamıyla gaza geldim. Sevincini sosyal medya mesajlarıyla ifade edenlere ufak hediyeler niyetine Inti Illimani linkleri göndermeye koyuldum. Sevinç paylaşmak fazlasıyla hasret kaldığımız bir hal olduğundan, kendimi bayağı bayağı iyi hissetmeye başladım.

Fakat o da nesi!..

Birileri karşıma dikilmiş, “sana sevinmek haram” diyor, beni oradan kovmaya çalışıyorlardı. Orak-çekiçli görseller barındıran üç ayrı hesaptan birbiri ardına aşağılama mesajları geldi. Hepsinin mealini birleştirerek özetleyecek olursam, kabaca şöyle diyorlardı: “Hele şu Yetmez Ama Evet’çiye bak! Ulan sen ne hakla seviniyorsun, kes sesini!” Anlayabildiğim kadarıyla, biz Allende ve Victor Jara için ağlarken henüz dünyaya gelmemiş olan kimselerdi bunlar. Ve beni Pinochet’nin yaptığı darbeden de sorumlu tutuyor olmalıydılar!

Bunların ceza-infaz elemanları için herhangi bir önemi olmadığını anlamam zor değildi. Çünkü başka birçok benzer olaydan bildiğimiz durum: lanetlenmene yolaçacak günah işlediysen, hayatının gerikalanında ne halt ettiğinin anlamı kalmaz; senden talep edildiği üzre haysiyetini ayaklarına sersen bile, yapacağın herhangi bir hayırlı iş takdir gördüğünde derhal orada bitiverecekler, gömleğini açıp göğsüne dağladıkları lanetli yıldızını herkese göstermeye çalışacaklardır. 

Aşağılama-dışlama pratiklerini, ağza alınmaz küfürleri, tınmasan da bir yolunu bulup içine işleyen hakaretleri, iftiraları ne kadar kanıksamış olsam da, bu defa gafil avlandım: Öylece kalakaldım. Çünkü hem saldırı hiç beklemediğim yerden gelmişti hem de onca sosyal medya saldırısı tecrübeme rağmen bu kadarını hakikaten hafsalam almıyordu. 

Aklım azıcık çalışmaya başladığında, eprimiş, tüyleri yolunmuş, ıslak, süflî bir keder sardı her yanımı. Belli ki Şili’de yaşananla ilgilenen birileri, dünyanın her tarafındaki solcuların pek az yakalayabildiği topluca sevinme fırsatının tadını çıkarabileceği anda, hep beraber sevinme imkânına falan sırt çevirmiş, sanal sopalarıyla bana girişmeyi yeğlemişlerdi. Yüksek bir tepede ateş yakmış, etrafa bakınıyor, uzak tepelerde başka ateşleri gördükçe duygudaşlığın sıcaklığı0yla gülümsüyor olabilirdik. Oysa yanıbaşımda birileri, ateşi dağıtıyor, korların üzerine işiyordu. Ben de ısınınca ateş mundar olmuştu anlaşılan.

Seçimle, bileğinin hakkıyla -milyonlarca insanın gayretiyle- oturduğu koltuktan kalleşçe öldürülerek kaldırılan Salvador Allende’nin hatırasını, Pinochet ve pislik faşistlerine öfkemizi, yıllardır biber gazı ve plastik mermilere rağmen sokaklarda hak mücadeleleri yürüten gençlerin direncinin seçim zaferiyle taçlanmış oluşunu, bu devirde öğrenci liderinden devlet başkanı çıkarabilmiş (o gençlerden de bakanlar çıkaracak) hareketten kapabileceğimiz moral ve umudu terazinin bir kefesine koyduğunuzda, ben ya da sevmedikleri herhangi biri, öbür kefeyi bir milim bile yerinden oynatabilir miydi? Oynatması pek tuhaf olmaz mıydı?

Fakat bu insanlara göre oynatıyor. 2010’daki referandumda evet oyu verdiği için hain ilan edilmiş kırk-elli kişinin görüldükleri yerde ezilmeleri, solun seçim zaferinden de, Boriç’ten de, öğrenci hareketinden de, Şili’den de, e, bu durumda haliyle Türkiye’deki herhangi bir hadiseden de daha acil ve “yakıcı” görev sayılıyor.

 

Ölçü, izan

Sahiden oturup düşündüm, sabaha yaklaşırken. Şunlara yazayım, kardeşim, diyeyim, neden şu anda Inti Illimani dinleyip şu seçim zaferinin zevkini çıkarmıyorsunuz? Neden bunun belki de dünyada bir rüzgâr dönümünün işareti olabileceğini hayal etmiyorsunuz? Neden belki bizim ülkemizde de benzer rüzgârların esebileceğini gönlünüzden geçirmiyorsunuz? Yahu ben neyim ki şu yaşananın yanında? Benim ya da bir başkasının şu veya bu hadisede aldığı tavır o sırada akla gelecek, mevzu edilecek şey mi? Mikroskobik zerrecik bu, Şili’deki köklü dönüşüm ihtimalinin bile nokta kadar yeri zor kaplayabildiği kainatta. Ben de seviniyorum diye siz sevinemiyor musunuz? Mesele bu mu? Yoksa maksat yalnız kötülük mü? “Bu herif sevinmesin!” Böyleyse daha feci değil mi? Şili’de solcu bir genç adamın devlet başkanı seçilmesiyle yanyana koyduğunuzda, ilginizi, dikkatinizi vereceğiniz şey mi bu?

Burada apaçık hastalıklı bir durum var. Virüs belki. İnsanları felç eden. Düşünce-duygu mekanizmalarını bozan. Patolojik hallere yolaçan. Mantık sistemlerini işlemez hale getiren ya da çarpık çurpuk çalıştıran. “Lanetli” yaratma pratiği ruhları buruşturuyor. Lanetliler, bizim örneğimizde, doğuştan, ten rengi ya da akılları ermeden üstlerine giydirilmiş fakat şimdi içlerinde, “özlerinde” kabul edilen din, ırk, milliyet vs. gibi özelliklerle değil, bir tarihte bir ülkede yapılmış referandumda öyle değil böyle oy vermiş olmakla tanımlanıyorlar. Ve hayatlarında bunun dışında yaptıkları bütün eylemler, bütün ilişkileri, eğer üretiyorlarsa bütün ürettikleri aynı lanetle bezeli, lekeli. 

Aforoz kültürü bu, düpedüz. Sezen Aksu’nun dilinin koparılmasına dair fetva verildiğinde bile bu aforoz kültüründe gedik açılmadı. Ayrıca aforozda bazı bedeller ödeyip cemaate tekrar kabul edilme yolu açıkken burada o da yok. Bir defa o günahı işlediysen, artık her şekilde dışlanacak ve aşağılanacaksın. Mümkün olduğu kadar yanına yaklaşılmayacak, birtakım yerlere yanaştırılmayacaksın, seninle samimi görünmekten kaçınılacak, olur ya, birilerinin yanında kendini rahat hissedersen hemen gördüğün kabulün geçici ve lütuf işi olduğu, her an iptal edilebileceği hissettirilecek. Vebalı gibisin. Kovitli demiyorum, çünkü maske takmak da lanetliyi kurtarmıyor. Zira başka herkes zaten maskeli. Lanetli yaratmanın siyasî mücadelenin temel kurumlarından sayıldığı yerde kimse maskesiz gezemiyor ki. Maskeleri çıkarmayı istemek haliyle en büyük günah. Oysa bizim virüsün davranışı ters: maskeliyken bulaşıyor.

Şili’deki genç yöneticilerin başarı haberlerini büyük hevesle ve Zamâne Ruhunda pek yeri olmayan bir özlemle bekleyeceğim. Neyse ki en azından heves ve özlemi uzaktan tesbit edip ceza-infaz elemanlarının tepeme çökmesi mümkün değil. Hem Inti Illimani falan paylaşmaz, sessizce beklersem fark etmezler. Benden duyacak birkaç kişi de haberdar olmayıversin o müzikten.

Şifa dilerim.