Kemal Kılıçdaroğlu'na linç girişimi. 21 Nisan 2019.

Linç Dosyası 1: Linç, Bir Suç Olarak Düzenlenebilir mi?

Linçi bir yere koymak zor. Fakat bu zorluk, kitlesel şiddete göz yummanın bir bahanesi olmamalı. Zira kitlesel şiddetin önüne, kanunda özel olarak düzenlenmeden de geçilebilir. En azından bunun için bir çaba görsek bile başlangıca sayarız

GÖKSUN GÖKÇE GÖNDERMEZ

25.12.2024

Linç kavramı, yüzyıllardır bilinen ve sözlüklerde de yazan anlamından bambaşka görüntülere büründü. Artık neredeyse her gün, sosyal medya hesabında kurduğu bir cümle veya paylaştığı bir görüntü sebebiyle, birilerinin yine sosyal medya üzerinden “linç edildiğini” görüyoruz. Linç dediğimizde aklımıza daha çok bunlar geliyor, arama motorlarına “linç” yazdığımızda karşımıza neredeyse hep bunlar çıkıyor ama sosyal medya linçi, aslında çok yeni bir tezahür.

Bu yeni tezahürün çeşitli kademeleri olabiliyor. Örneğin bir ünlünün sosyal medyada linç edildiğini duyduğumuzda, gayet usturuplu eleştirilerle en galiz küfürlerin aynı torbada olduğunu rahatlıkla varsayabiliriz. Bu kişinin paylaşımının içeriğine göre, belki birkaç işi iptal edilmiş veya projeleri ertelenmiş olabilir. Belki yatıştırıcı bir açıklama yaparak veya bir süre ortalarda görünmeyerek süreci bir şekilde toparlayabilir. Tepkinin şiddetine göre, alınacak önlemlerin niteliği de artabilir. Elbette, yine paylaşımın içeriğine ve harekete geçirdiği kitleye göre, öfkesi dinmeyen kişilerin gidip paylaşım sahibinin kapısına dayanması da mümkündür ve olmuşluğu da vardır fakat “sosyal medya linci” dediğimizde, bu son ihtimal – diğerlerine göre – düşük kalır.

Sosyal medya linçleri bazen siyasetçilere de yönelebilir. “Siyasi linç” aslında sosyal medyadaki saldırılardan daha geniş bir kapsama yöneliyor ama sonuç olarak, buradaki linç mağdurunun kaybı belki bir miktar oy, itibar ve siyaset dünyasından beklediği menfaat olacaktır.

Kavramın esası ise son derece yoğun, kaba ve hatta “ilkel” bir fiziksel şiddet içerir. Bu yazıda konu edeceğimiz linçin, en basit ifadeyle “bir grup insanın tek bir kişiyi araya alıp döverek öldürmesi” gibi bir şey olduğunu biliriz; buradaki şiddet ve gözü dönmüşlük konusunda da hemfikir olsak gerek.

Fiziksel linçteki üç temel unsur çok belirgin: 1. Kalabalık bir grup 2. Bu grubun hedefindeki tek kişi 3. Grubun bu kişiyi toplu bir şiddete maruz bırakması. Kavramı böyle sade ve basite indirgediğimiz zaman, ortada bir suçun varlığından “emin oluyoruz.”

Kitabi bir tanım için Türk Dil Kurumu sözlüğüne bakarsak, linçin anlamı şudur: Birden çok kimsenin kendilerine göre suç olan bir davranışından ötürü birini, yasa dışı ve yargılamasız olarak öldürmesi.”

Bu tanım saydığımız unsurları doğrulamakla kalmıyor, artık burada bir “öldürme” unsuru olduğunu da biliyoruz. O halde, “birini yasa dışı ve yargılamasız olarak öldürmek” suç olduğuna göre, linçin de bir suç olduğunu rahatlıkla söyleyebilmemiz gerekmez mi?

Bu yaklaşımla söyleyebilmemiz gerekir fakat “suçta kanunilik ilkesi” bize aksini yaptırır. Bu ilke, suçların mutlaka kanunda tanımlanmış olması gerektiğini, kanunda suç olarak tanımlanmamış hiçbir eylemin o şekilde nitelenemeyeceğini söyler. Kanunda linç diye bir tanım yoktur; o halde “linç suçu” diye bir şey de yoktur. Cezada kanunilik ilkesi de, ancak kanunda tanımlanan suçların ve yine ancak kanunda tanımladığı şekliyle cezalandırılabileceğini söylediği için, linç ise kanunda ne tanımlanmış ne de yaptırıma bağlanmış olduğundan, linç katılımcıları bu katılımlarından dolayı ne yargılanabilir ne de ceza alabilir.

Linçin kanunda tanımlanmaması yanıltıcı olmasın; cezasız kalan elbette öldürme eylemi değildir. Onlarca, belki yüzlerce kişiyle bir olup, tek bir kişinin üzerine yürüyüp, o tek kişinin ölümüyle sonuçlanan son tekmenin sahibi öldürme suçunun faili olarak yargılanacaktır. Onun birkaç adım gerisinde duran, failden belki de tek farkı son tekmeyi atmamak olan sayısız kişi için ise, kanunun söylediği bir şey yoktur.

Düşünmeye sözlük tanımı üzerinden devam edersek, “öldürmenin yasa içi’si nasıl oluyor?” diye sorabiliriz. Öyle ya, yasada kişileri öldürmeye izinli olduğumuz haller mi sayılı? Elbette değil ama suçlara ilişkin hukuka uygunluk, cezada indirim ve hatta cezasızlık sebepleri sayılı. O halde, eğer linç kanunda bir suç olarak tanımlanacak olursa, bildiğimiz hukuka uygunluk, cezada indirim ve hatta cezasızlık sebepleri bu suç için de geçerli olacak mı?

Doğrudan “olur mu canım öyle şey” diyorsak eğer, neden olmaz öyle şey? Öldürme suçunun hukuka uygunluk nedenlerinden biri olan meşru müdafaa ile linç eylemini bir arada düşünemeyişimizin sebebi nedir? Bu sebep, suç ve ceza algımızın oluşma şeklinde yatıyor.

Modern ceza hukuku, örneğin “birini öldürenin cezası şu kadar yıldır.” diye kestirip atmaz. Somut olayın ne zaman, ne şekilde, ne amaçla, hangi sebeple, neyin üzerine, kime karşı gerçekleştiğiyle ve kim tarafından gerçekleştirildiğiyle ilgilenir. Bu kadar nüansın her birinin karşılığı da bulunur. Öldürme suçu kasten ya da taksirle; kasıtlı suç doğrudan veya olası kast ile; taksirli suç bilinçli ya da bilinçsiz taksirle işlenmiş olabilir. Suç eğer teşebbüs aşamasında kalmışsa, hangi aşamada kaldığı yani tam olarak “o an,” hükme doğrudan etkilidir. Bu nüans örneklerini daha da artırabiliriz.

Suçu işleyen kişiye yardım etmenin de kademeleri de yine çeşit çeşittir. Birebir beraber işlerseniz bu “iştirak” olur ama bir ortaklık kurmadan yardım etmiş, örneğin araç sağlamış da olabilirsiniz. Belki suçtaki işbirliği öyle bir seviyededir ki artık “örgüt” sözkonusudur.

Suçu birine işletmek dediğimiz zaman, bunun da yine pek çok türü bulunur. Perdenin arkasında kalıp suçu bir tetikçiye işletmiş olabileceğiniz gibi, faili azmettirmiş ya da onu teşvik veya tahrik etmiş olabilirsiniz. Bunların her biri de yine ayrı değerlendirilir.

Bu kadar nüansın sebebi şudur; sorumluluk dereceleri failin iradesi üzerinden tanımlanır. Hukuka uygunluk ve cezada indirim nedenleri, bu iradenin somut olayda ve belirli şekillerde etkilenmesine ilişkindir. Örneğin öldürme suçunun oluşması için, failin maktulü gerçekten öldürmek istemesi veya aslında kastı bu olmasa bile taksirle öldürmüş bulunması lazım. Kasten ya da taksirle öldürmenin varlığı sabit diyelim, belki ilk önce maktul saldırdı? Belki failin kendi hayatını kurtarabilmesi için maktulü öldürmesi zorunluydu? Belki kazayla oldu, belki de fail maktulün ölebileceğini öngörmüştü ama umursamamıştı…

Bu belkileri çoğaltabiliriz ama anafikrimiz şu olacaktır: Bu örneklerde fail, maktul ve bunların arasındaki somut ilişki aşağı yukarı bellidir. Linç olgusunda ise bu ilişki farklı kurulur. O son tekmeyi atan biri elbette her zaman vardır ama öldürme işini hakikaten yalnızca o tekme mi yapmış olur?

İştirak için suçu birlikte işleme iradesi, örgüt kurmuş olmak için hiyerarşik bir ilişki ve süreklilik gerekir. Linçi bunların hangisine yazacağız; yüzlerce kişinin her birinin aynı yerde aynı iradeyle bulunduğunun ispatı nasıl olabilir? Belirli bir kişiyi hedef almış öfkeli kalabalığa elinde sopayla katılan kişi muhtemelen barışçıl değildir tabii ama en önde gidip hedefi bizzat öldürenle gerçekten bir tutmalı mıyız?

İşte esaslı bir ayrıma da bu şekilde varmış oluyoruz; cezalandırdığımız şey bir davranış mı olmalı sonuç mu? Eğer davranışı seçiyorsak, o davranışı var eden saikleri ve en nihayetinde iradeyi dikkate almak bunun doğal sonucu. Fakat eğer suçu sonuca göre verip cezayı da yine buna göre belirleyeceksek, iradesi ne olursa olsun, meydana gelen sonuçta parmağı olan herkesin asli fail olarak yargılanmasının bir engeli de kalmıyor.

Davranış ve irade üzerinden gidiyorsak, teker teker kişiler üzerinden bir yere varmak imkansıza yakın. Kaldı ki şöyle de düşünebilir miyiz; öldürme iradesi aslında tam da kalabalığın varlığı üzerine oluşmuş yani kalabalık, mevcut bir öldürme kastına destek vermemiş de kastı kendisi var etmiş olabilir mi? Kişileri suç işlemeye tahrik etmek TCK 214’e göre suçtur, yani kitleyi bir araya toplayan kişiler tespit edilirse tahrikten yargılanırlar, tamam. Ama bu madde hem tahrik edilen kitle yönünden anlamlı bir sonuç doğurmaz hem de suça katılma iradesini bizzat kalabalığın yarattığı hallerde bize net bir çözüm olmaz.

Davranış bilimi, ruh bilimi, toplumbilim ve hukuk burada çok fazla iç içe girmiş durumda. Günün sonunda yargıladığı şey bir davranış olan hukuk, bu davranış pek çok bileşenden oluştuğu zaman adeta “mavi ekran” veriyor. Failin iradesinin teker teker kişilerin etkisi altında kalmış olmasına dair sayısız ayrım düşünülmüş, onlarca madde binlerce içtihat üretilmiş, her birine literatür yazılmış fakat o etkiyi bir “kitle” oluşturduğu zaman, hukuk burada ne yapacağını bilmiyor.

Peki ne oluyor, birini öldürmeye yüzlerce kişi olarak kalkışınca bu artık “toplumda genel kabul görmüş bir kitlesel hareket” halini mi alacak? Aynı soruya başka yerden bakarsak, yaşamaya “birini öldürmeye yüzlerce kişi olarak kalkışmanın genel kabul gördüğü bir toplum” olarak mı devam edeceğiz?

Eğer buradan devam etmeyi seçersek, konu linçten çıkar ve “hukuk mu toplumu toplum mu hukuku şekillendirir” sorusuna geliriz. Bu da bizi “hayat mı hukuktan hukuk mu hayattan” noktasına götürür ki bunları tartışmak, şu birkaç sayfanın haddini çok aşar. Burada tek söyleyebileceğimiz şudur; hangisini seçersek seçelim, hayatın ve hukukun atbaşı gitmediği tartışmasızdır. Bu eşzamanlı olmamaya linç kadar iyi örnek de hakikaten az bulunur. Biz daha belki insanlık kadar eski olan fiziksel linçi bir yere koyamamışken, “sosyal linç” diye yepyeni bir kavram geldi hayatımızın ortasına oturdu bile.

İradeyi bir kenara bırakıp sonuç üzerinden gidecek olursak, bugüne kadar düşünülmüş, yazılmış ve uygulanmış bütün ceza hukukunu bir kenara koymamız gerekir. Artık somut olayın binlerce farklı yerinden tutmalar, iradenin kademeleri, failin saikleri, hiçbir şey bizi ilgilendirmeyecektir. Linç gerçekleşmişse, o an orada bulunan herkes yargıdan nasibini alır. Eğer bunu seçersek, yargılamaların şimdikinden çok daha kolay olacağı kesin fakat “hukuk güvenliği” diye bir şeyi de zihnimizden tamamen silmemiz gerekir. Örneğin linçle ilgili hiçbir niyetin bulunmadığı protestoların, bir “gizli el” marifetiyle ölümlü eyleme dönüştürülüp linç kapsamına sokulmayacağını asla bilemeyiz.

O halde, elimizdeki mevcut maddeleri uygulamanın bir yolu hiç mi yok?

Bu araştırmaya iki farklı yerden girmek gerekir; önce düzenlenmiş suçlar üzerinde gidelim. İlk olarak; öldürme suçunun linç kalabalığına uygulanması mümkün görünmüyor. Sözünü ettiğimiz gibi, bu suçun düzenlenme şekilde fail ve mağdur arasında belirli bir ilişki vardır; linç kalabalığı bu koşulu karşılamaz.

Nefret ve ayrımcılık suçu, TCK 122’de son derece spesifik olarak düzenlenmiş durumda. Kişiyi bir kitle olarak şiddete maruz bırakmakla hiç ilgisi olmayan bir düzenleme bu. Mağdurun mülk edinememesi, kiracı olamaması, işe alınmaması, kamu hizmetlerinden yararlanamaması gibi hallere ilişkin.

TCK 77’deki insanlığa karşı suçun ise bambaşka kriterleri var: Eylemin toplumun bir kesimine karşı, belirli bir plan doğrultusunda ve sistemli olması gerekiyor.

Linç eylemi hakikaten de planlı ve sistemli olabilir fakat olmak zorunda mıdır? Kaldı ki “toplumun bir kesimine karşı olma” kriteri de epey sorunlu; bu kriteri toplumsal olaylar yönünden belki arayabiliriz fakat linç, örneğin oturduğu mahallede infial yaratmış bir adi suçluya yöneldiği zaman ne yapacağız?

Çok daha kritik bir soruyla; bir plan ve sistemin var olup olmadığına karar verecek olan kim?

Burada, “elimizdeki maddelerle yapacağımız hiç mi bir şey yok” araştırmasının ikinci ayağına geliyoruz: Yargımız bu konuda umut veriyor mu?

Türkiye, sistemli veya sistemsiz, planlı veya plansız, sonuç olarak kitle halinde işlenen suçlara son derece aşina. Burada 10-15 yıllık bir geçmişten değil bir geniş bir bellekten bahsediyoruz; 6-7 Eylül olaylarının “milli duygularla” açıklanmaya çalışıldığını da gördük, Madımak Oteli’ne ellerinde benzin ve meşalelerle koşanlara zamanaşımı işlediğini de. Kemal Kılıçdaroğlu’nu öldürmeye çalışanların cezası “iyi hal” diye indirildi ve Ali İsmail Korkmaz’a atılan tekmeler, faillerin yanına kaldı.

Sivas Katliamı’nın anlık bir “galeyana gelme” olayı değil, son derece planlı ve sistemli bir katliam olduğunu 2024 itibariyle artık 31 senedir konuşuyoruz. Eğer bu plan ve sistem yargı tarafından da tespit edilebilseydi, eylem insanlığa karşı suç olarak nitelenecek ve zamanaşımı işlemeyecekti. Fakat öyle olmadı ve failler aramızda.

14-28 Mayıs 2023 seçimlerinde seçmenin yarısına yakınının oyunu almış bir cumhurbaşkanı adayı olan Kemal Kılıçdaroğlu, bu seçimden yalnızca 4 sene önce, başkentin bir ilçesinde neredeyse linç ediliyordu. Yargılamada suçun tanımı elbette linç olarak verilmedi çünkü böyle bir suç tipi yok. Fakat yargılama, öldürmeye teşebbüsten de yapılmadı. Verilen cezada öldürmeye teşebbüsün sözü dahi geçmedi. Yargılama ve cezalandırma suç işlemeye tahrik, hürriyeti tahdit ve hakaret suçlarından yapıldı. En nihayetinde de sanıklar mahkemeden hem iyi hal indirimiyle ayrıldı hem de hükümlerinin açıklanması ertelendi.[1]

Olay neticesinde Kemal Kılıçdaroğlu ölmedi, TDK’daki tanımıyla linç meydana gelmiş olmadı. Peki ya sanıkların birinin “yakın o evi” demesi üzerine o ev gerçekten, içindekilerle birlikte yakılsaydı? Eğer Kemal Kılıçdaroğlu orada ölseydi, buradaki kamusal sorun yalnızca tek bir kişiyi öldürmekten mi ibaret olacaktı? Şimdi sırf kimse ölmedi diye, planlı ya da plansız, sistemli ya da sistemsiz, yüzlerce insanın bir araya gelip bir evi içindekilerle yakmaya yeltenmesini görmezden mi geleceğiz? Böyle bir eylemin üzerine bir iki kişiyi yargılayınca adaleti hakikaten tesis etmiş oluyor muyuz?

Orada bulunan herkesi sadece orada bulunmaktan ötürü yargılama işine girmeden ama yine orada bulunmayı da özendirmeyecek bir form bulamaz mıyız? Mutlaka bir şeyler buluruz ama önce kitlelerdeki bu cüretin kaynağını; en azından bu kaynağı besleyen damarları yok etmeden, alacağımız yol arpa boyunu aşmayacaktır.

Linç, mağdurun öldürülmesi gerektiğini hatta öldürülmeyi hak ettiğini düşünen, bu öldürme işini de kendine hak gören kişilerin ifa ettiği bir eylem. Yani aslında devletin koyduğu kanuna meydan okuyan, devletin ve kanunların yetersiz olduğu iddiasını içeren, kendisini devlet yerine koyan bir doğası var. O halde bir devlet, özünde yine onun yetersizliği iddiasından çıkan bu eylemlere karşı neden her defasında “anlayışla” yaklaşır?

Bunu sorarken anlayışla yaklaşan taraf olarak yargı değil devlet dememiz bir yanlışlık değil. Kimi bunu destekler kimi ise tümüyle karşı çıkar ama günün sonunda hepimiz biliriz ki Türkiye’de yargıyı devlet şekillendirir; bu hep böyle olmuştur. Ülkemizde bu ikisini birbirinden ayrı düşünmek mümkün olmadığı gibi anlamlı da değildir. Yargının ceza hukuku pratiğine bakarak devletin bu hakları nasıl değerlendirdiğini rahatlıkla görebiliriz.

İşte bu değerlendirme, sözkonusu linç ise hep bir anlayış, hep bir üzerini kapatma içerir. Çünkü bu eylemler neredeyse her zaman, ya devletin ya toplumun “ötekisine” yönelik olur. Birkaç tanesini andığımız 6-7 Eylül, Maraş, Çorum, Kemal Kılıçdaroğlu, Ali İsmail Korkmaz, yalnızca ilk anda düşündüklerimiz. Olanların hepsini bilmiyoruz ama bu ülkede HDP eş genel başkan yardımcısının annesinin cenazesi de basıldı,[2] lafını hiç esirgemeyen bir muhalif havaalanında topluca darp da edildi.[3]

Ali İsmail Korkmaz. (sol)                                                                                                               Barbaros Şansal (sağ)

Daha yargıyla devleti ayıramazken, bir de son yıllarda devletle neredeyse aynı şey haline gelmiş bir siyasi iktidarla yaşıyoruz. Bu iktidar, muhaliflerin maruz kaldığı baskı, şiddet ve hatta ölümlerden rahatsız olmadığını ifade etmekten çekinmiyor bile. Fakat bundan öncesinde de, devlet faili her ne kadar açıktan desteklememişse de, yine açıkça karşısında da durmadı. Bu olayları “kendi egemenliğinin başkaları tarafından hadsizce kullanılmak istenmesi” olarak dahi görmedi. IŞİD militanları için “öfkeli gençler”[4] denmesi çok eski değil ama Sivas Katliamı için “ağır tahrik var” dendiğini de unutmamak gerekir.[5] Yani devletin ve devamındaki AKP iktidarının şiddetler arasında özel bir tercihi zaten hep vardı. Bu tercih üzere, bazı şiddetler “devletin ifa edemeyeceği ama vatandaş yaparsa pek de ses etmeyeceği tepkisel eylemler” olarak varlık bulabildi.

Eğer bu böyle olmasaydı, eğer vatandaş böyle bir şeye yeltendiğinde emniyetin ve yargının onu rahat bırakmayacağını bilseydi, Gezi Direnişindeki Tophane saldırısından sonra “Esnaf gerektiğinde polistir”[6] denerek palalılara kerameti hiçbir yerden menkul olmayan bir kudret bahşedilmeseydi, devamındaki esnaf saldırıları yine yaşanır mıydı?[7] Cevabı bulmak zor değil.

Bu sorular, linçi besleyen damarlara ilişkin bir cevabı da kendiliğinden getiriyor zaten. Kitlelerin bir araya gelip topluca şiddet göstermesi yeni değil, muhtemelen ortaya devletlerle çıkmış da değil. Bunun kökeni şiddet içgüdüsü, sürü psikolojisi, sözde toplumsal amaçlarla meşru kılınmış bir hakimiyet gösterisi veya pek çok şey olabilir. Hangisi olursa olsun, 21. yüzyılın insanları olarak şunu düşünmek zorundayız: İlkel topluluklardan beri var olan bir eylemlilik halen aynı şekilde devam edecekse ve buna seyirci kalacaksak, o kadar sosyal evrimi boşuna mı geçirdik? Topluluk halinde yaşamaya başladık, aileler, klanlar, köyler, kasabalar, şehirler ve ülkeler kurduk, hukuklar düşünüp kanunlar icat ettik, komşumuzun külüne muhtaç olduğumuzu veciz sözlerle ifade etmeyi becerdik, savaşlar kıyımlar gördük, kitleler olarak yakıldık ve sürüldük, bütün badireleri insanlık olarak bir şekilde ve mutlaka birlikte atlattık, erdiğimiz nihayet bu mu olacak?

Aştığımız onca şeye rağmen, kitleselleşebilen bir öfkenin tek kişiye halen yönelebiliyor olması, bunun heveslisi kalabalıklarla birlikte yaşıyor olmamız, dikkate çok değer bir konu. Olanlara göz yumup öfkeli kalabalığın cüretini bile isteye besliyor olmak ise devasa bir sorun.

Linçi kanunda düzenlemek, çok katmanlı ve kapsamlı bir çalışma gerektirir. Bu olur veya olmaz ama yol almak için böyle bir düzenlemeye esasen muhtaç da değiliz. Başlangıç olarak, daha hiçbir yeni kanuna veya hukuki kuruma ihtiyaç dahi duymadan, yalnızca yargılamanın “göstermelik” olmaktan çıkması dahi bir fark yaratacaktır.

Suçların topluca meydana gelen bir galeyandan veya karmaşa ortamından faydalanarak işlenmiş olması, cezada artırım sebebi olabilir. İnsanlığa karşı suçlar gibi, bu tür suçların da zamanaşımına uğramaması düşünülebilir. Tahrik suçlarının da tekrar düşünülmesi gerekir; tahriğin bu tür sonuca yol açması suçun nitelikli hali olarak değerlendirilebilir.

Hasılı, evet linçi bir yere koymak zor. Fakat bu zorluk, kitlesel şiddete göz yummanın bir bahanesi olmamalı. Zira kitlesel şiddetin önüne, kanunda özel olarak düzenlenmeden de geçilebilir. En azından bunun için bir çaba görsek bile başlangıca sayarız.

Ama işte bütün bunlar, “irade” meselesi.

________________________________

Kaynaklar:

– Zeynep Yılmaz, Hukuki Açıdan Toplumsal Şiddet Olarak Türkiyede Linç

İstanbul Bilgi Üniversitesi SBE İnsan Hakları Hukuku Yüksek Lisans Tezi, 2012

https://core.ac.uk/download/pdf/51099958.pdf

– Ülgen Aslan Düzgün & Kübra Özkan, Toplumsal Şiddet Eylemi Olarak Linç

Güvenlik Çalışmaları Dergisi, Yıl 19 Cilt 19, Sayı 3, Aralık 2017

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1007819

– Serkan Gölbaşı, Linç: Politika mı Kültür mü?

Hukuk ve Adalet Dergisi, Cilt 4, Sayı 11, 2019

https://hfsa-sempozyum.com/wp-content/uploads/2019/02/HFSA16-Go%CC%88lbas%CC%A7%C4%B1.pdf

– Sibel Hürtaş, Ali İsmail Korkmaz Davası ve Mevzuattaki Eksiklikler: Linç ve Nefret Suçları

Faili Belli – İnsan Hakları Davaları İzleme Sitesi, 20.01.2015. Son erişim26.01.2024

https://www.failibelli.org/ali-ismail-korkmaz-davasi-ve-mevzuattaki-eksiklikler-linc-ve-nefret-suclari/

– Tanıl Bora, Türkiyenin Linç Rejimi

İletişim Yayınları, 2016

[1] Kılıçdaroğluna linç girişimi davasında karar”, Independent Türkçe, 31.03.2023. Son erişim 26.01.2024

https://www.indyturk.com/node/516286/haber/k%C4%B1l%C4%B1%C3%A7daro%C4%9Fluna-lin%C3%A7-giri%C5%9Fimi-davas%C4%B1nda-karar

Kılıçdaroğluna saldırıda indirimin gerekçesi: Sanıkların geleceğidüşünülmüş”, Diken, 20.09.2022. Son erişim 26.01.2024

https://www.diken.com.tr/kilicdarogluna-linc-girisiminde-gerekceli-karar-mahkeme-saniklarin-geleceklerini-dusunmus/

[2] Aysel Tuğlukun annesinin saldırıya uğrayan cenazesi defnedildiği mezardan çıkarıldı”, BBC Türkçe, 14.09.2017. Son erişim 26.01.2024

https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-41262278

[3] Modacı Barbaros Şansal, İstanbulda havalimanında linç girişimine uğradı”, 03.01.2017. Son erişim 26.01.2024

https://www.diken.com.tr/kktcde-gozaltina-alinan-modaci-sansal-istanbulda-havalimaninda-linc-girisimine-ugradi/

[4] Davutoğlu, IŞİD için ‘öfkeli çocuklardedi mi?”, Cumhuriyet, 27.12.2016. Son erişim 26.01.2024

https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/davutoglu-isid-icin-ofkeli-cocuklar-dedi-mi-cumhuriyetcomtr-sordu-iste-anket-sonucu-651414

[5] Sivas 1993: Madımak Otelinde ne oldu?”, Rengin Arslan, BBC Türkçe 02.07.2015. Son erişim 26.01.2014

https://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/07/150702_sivas_1993

[6] Erdoğan: Esnaf gerektiğinde asker, polis ve hakimdir”, CNN Türk, 26.11.2014. Son erişim 26.01.2024

https://www.cnnturk.com/turkiye/erdogan-esnaf-gerektiginde-asker-polis-ve-hakimdir

[7] “İşte Erdoğan’ın destan yazanesnafları”, İleri Haber, 26.11.2014. Son erişim 26.01.2024

https://www.ilerihaber.org/icerik/baslik-5824.html

Ayasofyada kılıç, Taksimde pala, Kadıköyde sopa, Bahadır Özgür, 28.07.2020. Son erişim 26.01.2014

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/07/28/ayasofyada-kilic-taksimde-pala-kadikoyde-sopa