Madımak Katliamı… Unutalım mı?

Sorunun bir toplumsal yüzleşme boyutu var. O “derin” ve karanlık senaryoların sahipleri bunun üzerinden yapıyorlar hesaplarını.

CAFER SOLGUN

02.07.2021

Bugün 2 Temmuz… Bugün yine #unutMADIMAKlımda etiketli sosyal medya paylaşımları yapılacak… Anma etkinlikleri düzenlenecek ve bazı etkinlikler “güvenlik” gerekçesiyle yasaklanacak belki ve belki yasağa uymadılar diye gözaltına alınan insanlar olacak, haklarında “kamu düzenini bozmak” veya “izinsiz gösteri yapmak” türü gerekçelerle soruşturmalar açılacak… Yakınlarını kaybedenler başta, canı yananlar yazılar yazacaklar… 

Madımak konulu kaç yazı yazdığımı hatırlamıyorum. “Yeni” bir şey söylediğimden veya söyleyecek olmamdan dolayı değil; ama yazmasan da olmuyor. Geride kalmış olmanın, yaşıyor olmanın omuzlarımıza yüklediği bir sorumluluk var ve bu sorumluluğu taşımaktan yana yılmaya da, yorulmaya da hakkımız yok. Tarihin hafızasına nakşolsun diye; bugün 2 Temmuz. Madımak Katliamının 28. yıldönümü…

Bir “görev” gibi, bir “sorumluluk” gibi yaşamak bizimkisi, kendi başına yaşamak değil. Kanla gölgelenmiş hatıraların ağırlığı altında çarpıyor yüreklerimiz… Kaçıncı yıldönümüydü katliamın, Hasret Gültekin’in mezarı başında verilmiş söz ve gözlerimizden dökülen yaştır; ötesi hayat…

Yılın neredeyse her bir gününde bir katliamın, bir siyasi cinayetin veya bir başka “acı” olayın anmasını yapıyoruz, “unutmadık” diyoruz. 2 Temmuz Madımak Katliamı bunların en acı olanlarından biri.

Bu “acı” olayları neden unutmuyoruz, neden hep aklımızda, neden hala ilk günkü tazeliğinde canımızı yakmaya devam ediyor? Nitekim soranlar da oluyor, “neden?” diye, neden unutmuyoruz ki?

Sorunumuz belki de ve öncelikle bu. Bir olayı sadece “geçmiş” olarak hatırlamak, o olayla hukuki, vicdani, ahlaki, tarihi ve toplumsal boyutlarıyla yüzleşmiş olmayı, hesaplaşmış olmayı gerekli kılar. Bu durumda o “geçmiş”, bugünlerimizin, geleceğimize güvenle bakıyor olmamızın göğüslenmiş bedeli olarak anlam ve değer kazanır. 

Bu yüzleşmenin olmadığı yerde “geçmiş” beraberimizde sürüklediğimiz prangalardır, yüreklerimizde kanamaya devam eden yaralardır…

Düşünün ki Madımak’ta canınız yanmıştır ve dönemin başbakanı Tansu Çiller, “Çok şükür ki” demiştir, “Otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir.”

Düşünün ki 2 Temmuz 1993 günü göstere göstere organize edilen bir katliama uğramışsınız ve dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiştir. Güvenlik güçleri ellerinden geleni yapmışlardır” demiştir.

Kameralar tanıktır, “ellerinden geleni yapan” güvenlik güçleri, bir otel dolusu insanın yakılarak öldürülmesini seyretmekle yetinmiş ve sadece valilik binasını korumuşlardır.

Düşünün ki Madımak’ta insanların cayır cayır yanarak öldüğü olay için dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, “Aziz Nesin'in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir” demiştir.

Unutabilir misiniz?

Düşünün ki acınızla baş başa bırakılmışsınız. 

Düşünün ki devlet, olayın arka planındaki karanlık güçlerin açığa çıkarılması için kılını dahi kıpırdatmamıştır. Günler öncesinden camilerde “cihat” çağrıları yapılmıştır, “cihat” çağrıları ve “din elden gidiyor” ajitasyonları yapılan bildiriler yazılmış ve dağıtılmıştır. Aziz Nesin işaret edilerek Alevilerin katline ferman çıkarılmıştır. Hiçbir katliam böylesine göstere göstere, böylesine gün be gün hazırlanarak, böylesine açık açık yapılmamıştır. 

Ve düşünün ki devlet, asıl tahrikçileri, asıl insanları galeyana getirenleri, asıl insanları hazırlanan katliam senaryosunda figüran olarak kullananları o gün bugündür açığa çıkarmamış, hesap sormamış, aksine mağdurları suçlamıştır…

Nasıl unutulabilir?

Mesele Aziz Nesin ve o dönem Doğu Perinçek’in Aydınlık gazetesinde yaptığı yayınlar değildir. Ve zaten Doğu Perinçek ve Aydınlık isimli gazetenin o dönem ne tür bir darbeci karanlık senaryonun aktörlerinden olduğu da aydınlatılması gereken soru işaretlerinden biridir. Aziz Nesin, darbe şartlarını “olgunlaştırmak” hazırlıkları için ihtiyaç duyulan kanlı kaos planlarını hayata geçirmenin “bahanesi” idi sadece. O olmasa başka bir “bahane” bulunurdu; izleyen dönemlerde tanık olduk: Uğur Mumcu cinayetini, Gazi Mahallesi katliamını hatırlayın… Ülkeyi adım adım “Bin yıl sürecek” dedikleri 28 Şubat darbesine sürüklediler…

Unutalım mı?

Katliamın figüranları binlerce “galeyana” getirilmiş kişi idi. Onların küçük bir kısmı (33 kişi) yargılandı, bakanların ziyaret ettiği, sırtlarını sıvazladığı “ayrıcalıklı” mahpuslar oldular. Bazıları sözüm ona kağıt üzerinde “arandıkları” şehirde yaşamaya devam ettiler, son nefeslerini verene değin…

Mesele biraz da bu: Hangi ilkel duygulardır böylesine kanlı, karanlık senaryolara insanları figüran olmaya sürükleyen? Birileri “din elden gidiyor” diye çığırdığında sokağa fırlamaya hazır insanlar bugün de yok mu? (Bunun bir de “laiklik elden gidiyor” versiyonu vardı, onu da yaşadık, biliyoruz.)

Sorunun görmezden gelinemeyecek bir toplumsal yüzleşme boyutu var. Çünkü o “derin” ve karanlık senaryoların sahipleri bunun üzerinden yapıyorlar hesaplarını. Ülkenin darbe dönemlerini hatırlayın; hepsi de uğursuz eylemlerine toplumu, en azından toplumun bir kesimini “kitle” olarak zemin haline getirmeye gayret etmişlerdir. Açıkçası genellikle başarılı da olmuşlardır! O “kitle” siz değilseniz, “biz” değilsek kimdir? 

Bu soru ve cevaplarıyla yüzleşmediğimiz müddetçe geleceğimize güvenle bakmamız mümkün değil.

Çünkü 2 Temmuz 1993 günü bir otel dolusu insan yakılarak öldürülürken o otelin önünde huşu içinde bu katliamı tekbir çekerek izleyen en az 15 bin kişi vardı…

2002’den günümüze AKP iktidarlarının pratiği başka bir yazının konusu olabilir ama şu kadarı söylenebilir ki, AKP’nin en büyük “günahı”; açılım yapıyor gibi yapıp, geçmişle yüzleşmenin önünü açıyor gibi yapıp “yeni Türkiye” adı altında katliam dosyalarını açmadan kapatması, yüzleşme talep ve beklentilerini boşa çıkarması ve ülkenin sahici bir demokrasi ihtiyacını iktidar hırsına kurban etmesidir.

***

Madımak Katliamında yitirdiğimiz canların anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Unutmuyoruz. Unutturmayacağız…