Medya tarafsız değildir

Örgütün El Kaide/Nusra Cephesi bağlantısı hâlâ soru işareti. Beyaz Miğferler’le ilgili asıl facia ise sahte kurtarma filmiyle ortaya çıktı

ALİ MURAT İRAT

18.12.2016

Suriye savaşında son beş yıl içerisinde ölenlerin sayısı farklı kuruluşların raporlarına göre yaklaşık 400 bin civarında. Savaşta 15 bine yakın çocuk hayatını kaybetti. Yine yaklaşık 6 milyon Suriyeli ülke içerisinde yer değiştirdi ve 4 milyonu ise ülke dışına sığınmacı ya da mülteci olarak gitmek zorunda kaldı. Savaşın ülke ekonomisine zararının 250 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor.
 
Bu savaşın bir başka sonucu da dünyanın geri kalanını hızla etkisi altına alan ve adeta bir kanser gibi yayılan radikalizm, ırkçılık, şiddet ve toplu katliamlar. Böylesine devâsâ bir savaşın post-modern bir dünya savaşı olduğunu söylemek belki de abartılı olmayacaktır. Dünyanın dengesini değiştiren –belki de daha doğru bir ifadeyle– dünyanın değişen dengeleri nedeniyle ortaya çıkan bu savaşın sonuna doğru gelinmeye başlandı. Ancak kuşkusuz halklar açısından bu savaşın kazananı yok. Asla demokrasi önceliği olmayan sermaye ise krizlerine çare arıyor ve onun ajandasında insanın herhangi bir değeri yok.
 
ABD’nin yeni başkanı Trump’ın seçim çalışmaları sırasında söylediği gibi ABD Ortadoğu’da yaklaşık 6 trilyon dolar para harcadı. Bu parayla iki ABD kurulur, bütün dünya ihya edilirdi ama yapılmadı. Çünkü bir kısmı daha sonradan cihatçı olacak, birbirlerinin boğazına sarılacak olan “kirve” halkların oturduğu toprakların altında yaklaşık 100 trilyon dolarlık petrol rezervi olduğu tahmin ediliyor. Kısacası durum sanıldığından, görüldüğünden daha vahim. Ortadoğu’da kan akmaya devam edecek. Örneğin Işid bitmeyecek ama şekil değiştirecek. Tıpkı El Kaide gibi. Çünkü bu radikalizmin kökleri İslam’ın ilk zamanlarına kadar uzanıyor (Peygamber’den Işid’e isimli kitabımda bunu anlatmıştım). Diğer aktörler de yerli yerinde. “İlk gider” denilen Esad Halep’i cihatçılardan temizledi. Halep İslam Devleti’nin son büyük kalesi olarak görüldüğü için oradaki savaş çok daha çetin geçti. Kara harekâtı sonrasında gelen katliam haberleri, BM’in tepkisi, Obama’nın Suriye, İran ve Rusya’ya “ellerinde kan var” şeklindeki çıkışları ise bütün gözlerin oraya daha dikkatlice çevrilmesine neden oldu.
 
Ancak nedeni, sonuçları ne olursa olsun ve süreç nasıl şekillenirse şekillensin Suriye savaşında bütün aktörler kendi mağduriyet ve mazlumiyetleri üzerinden bir haklılık inşa etmeye devam ediyor. Örneğin Esad “zalim” olduğu için koskoca “demokratik” Batı kalkıp Suriye’ye demokrasi getirmeye çabalıyor. Hem de “demokrasinin beşiği Suudi Arabistan’ı” atlayarak. Ne şeref! Yine Suriye’deki kimi kesimler “mazlum” oldukları için “zalime” başkaldırmış sayılıyor. Ol hikâye bu ve bu hikâyenin meşruiyet kazanması için gerekli olan zemin büyük ölçüde medya aracılığıyla sağlanmaya çalışılıyor. Tabii ki bunu tersi de geçerli ve Suriye Devleti de benzer bir propaganda sürecini azimle işletiyor. Aslında artık bu savaşta ne olup bittiğinin hiçbir önemi yok. Az katliam, çok katliam, az ölüm, çok ölüm, sayılar, yerler önemini yitirmiş durumda. En azından “insanlık” adına. Bundan sonrası derin stratejistler, silah satıcıları, eli kanlı devletler ve petrol tröstleri için bir oyundan ibaret.
 
Zalimlerin ve mazlumların yer değiştirdiği, birbirinin rollerini çaldığı bir savaş bu. Her şey bittikten sonra imzalanan ve tam da bu nedenle kökünde, soy ağacında bir miktar samimiyetsizlik, az biraz üç kâğıt bulunan 1949 tarihli Cenevre Sözleşmelerinde bahsedilen savaş suçları, tutsaklar, savaş hukukuna ilişkin her şeyin de yerle bir edildiği bir savaş söz konusu üstelik. Böyle bir savaşta her kurum ve örgütün “sivil duyarlılığı” da cabası. Bir yanda kafa keserken, kimyasal silah kullanırken, bombardıman yaparken diğer yanda sivilleri önemsediğini söyleyen örgütler, devletler, gruplar kendi meşruiyetlerini de hep bu “siviller” üzerine inşa etmeye çalışıyorlar. Daha doğru bir ifadeyle aslında herkesin kendi sivili var ve mazlum olanlar da onlar. Kendi “taraftarlarının” mazlum, ötekilerin ise yok edilmesi gereken zalimler olarak görüldüğü çok açık. BM gibi organizasyonların ise sivil duyarlılığı sermayenin sınırları içerisinde ki dünya bunu daha önce de defalarca Bosna’da, Ruanda’da ve diğer bir çok yerde test etti.
 
Bu savaşta medyanın bu “sivil duyarlılığına” en açık örnek sanırım “White Helmets (Beyaz Miğferler)” örgütü. Bu örgüt kimileri tarafından “isimsiz kahramanlar” olarak tanımlanırken kimileri de onları “yardım maskeli katliam çetesi” olarak tanımlamakta. Kendi İnternet sitelerinde İngilizce alt yazılı Arapça tanıtım videosunda savaştan önce (videoda “savaştan önce” değil “ayaklanma/ başkaldırı”dan önce ifadesi kullanılıyor) değişik meslek gruplarından insanların birer sivil savunma elemanına nasıl dönüştüğü kendi ağızlarından dillendiriliyor ve örgüt için destek isteniyor. Örgütün El Kaide/ Nusra Cephesi bağlantısı hâlâ soru işareti olarak kalsa da Beyaz Miğferler’le ilgili asıl facia sahte bir kurtarma filminin sızmasıyla ortaya çıktı.
 


Söz konusu videoda Beyaz Miğfer üyesi iki kişi bir yaralıyı enkaz altından sözde kurtarırken görülüyor. Ancak uzun süre hareketsiz olan bu üç kişi talimatla birlikte rollerini oynamaya başlıyor ve sanki enkaz altından bir yaralı kurtarılıyor görüntüsü böylelikle veriliyor. RFS Media tarafından çekilen bu görüntüler için Beyaz Miğferler daha sonra CNN International’da bir özür yayınlamıştı. Bu türden binlerce görüntü dolaşıyor ve mağduriyet ve mazlumluk, dolayısıyla da meşruiyet tam da bu görüntüler üzerinden örülüyor. Yine eski katliam görüntülerinin de Halep’te olmuş gibi yeniden dolaşıma sokulduğu da biliniyor. Buradaki soru şu. Bu sahte görüntüler acaba “burada katliam yapılıyor” demek isteyenlerin bir oyunu mu, yoksa “burada katliam var” demek isteyenlerin bir oyunu olduğunu göstermek isteyenlerin yaptığı ve onların üzerine attığı bir oyun mu? Kuşkusuz ikisi de mümkün. Fakat ne olursa olsun enformasyon-dezenformasyon sürecinde yaşanılan değişim artık medyanın hapsettiği ve sahiplendiği bilginin gerçeği oluşturmaya/dönüştürmeye yetmeyeceğini gösteriyor.
 
Kuşkusuz medya zaten hiçbir zaman tarafsız değildi ve tarafsız olduğu iddiasının kendisi bile taraflıdır. Çünkü “olay” denilen şey tarafsız değildir. Olmuş bir şey (insan, hareket, olay, olgu, ilişki) tarafsızlık barındıramaz. Adalet belki. Oysa bu sahte görüntülerle medyanın tarafsız olduğu gibi genel geçer inanış (ki bu da insanların sorgulama güçlüğünden kaynaklanıyordu) fazlasıyla yara aldı (ve belki de gerçeğin bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmasına neden oldu) ve daha da önemlisi adalete olan katkısının hiçleşmesine neden oldu. Artık savaş bir de gerçekle sahtenin savaşı haline geldi ki bu savaşta sahtenin kazançlı çıkacağına şüphe yok. Çünkü gerçek olan olmuştur ve kendi ontolojisine sahiptir. Oysa sahte olanın ontolojisi de epistemolojisi de onu üretene bağlıdır ve dolayısıyla da kitlelerin ruhuna gerçek olandan her zaman daha uygun olacaktır.
 
Medya artık kendi sahtesini gerçeğinden daha fazla üreten bir fabrika halini almıştır. Savaş ise insanlar için yalnızca İstiklal Caddesi’nde artan Arapça tabelalar ve trafik ışıklarının dibinde araba camlarına yapışıp para isteyen Suriyeli çocukların varlığından ibarettir. Şimdilik.