Medyanın durumu demokrasi için varoluşsal tehdit

Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Muiznieks, ifade ve medya özgürlüğü raporunda hapisteki gazetecilerin durumunu da gündeme getirdi

FATMA DEMİRELLİ

15.02.2017

 
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks, Türkiye’de medya ve ifade özgürlüğünde yaşanan kötüleşmenin demokrasi için “varoluşsal bir tehdit” oluşturduğunu söyledi.
 
Türkiye’de ifade ve medya özgürlüğüne dair yeni bir rapor hazırlayan Muiznieks, Türk makamlarının özgürlükleri yeniden tesis etmek için birtakım acil adımlar atması gerektiğini söyledi ve bu kapsamda Olağanüstü Hal’in kaldırılması ve Türk Ceza Kanunu ile Terörle Mücadele Kanunu’nun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uyumlu hale getirilmek üzere tamamıyla elden geçirilmesi çağrısında bulundu.
 
Muiznieks’in Türkiye’ye geçtiğimiz yılın Nisan ve Eylül aylarında yaptığı iki ziyaretten elde ettiği bulgulara dayanan rapor “Türkiye’de ifade özgürlüğü ve medya özgürlüğüne ilişkin memorandum” adını taşıyor. Çarşamba günü açıklanan raporda Muiznieks, medya özgürlüğü alanında 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHÂL’le birlikte daha da ağır ihlaller yaşandığını, OHÂL çerçevesinde yürürlüğe konulan kararnamelerle pek çok medya kuruluşunun kapatıldığını belirtiyor. 11 Ocak 2017 itibarıyla 45’i gazete, 60’ı televizyon ve radyo istasyonu, 19’u süreli yayın, 29’u yayınevi ve 5’i basın ajansı olmak üzere toplam 158 medya şirketinin kapatılmış olduğunu söyleyen Muiznieks’e göre, ne darbe girişimi, ne de Türkiye’nin karşı karşıya olduğu diğer terör tehlikeleri alınan bu tedbirleri mazur gösteremez.
 
Türkiye’de gazeteciler üzerindeki baskıların giderek arttığını belirten rapora göre,  gazeteciler “yargı tacizine” maruz kalmakta ve bunun en yaygın şekli de tutuklamalar.
 
15 Temmuz’dan önce 36’ya inen hapisteki basın çalışanı sayısının bu tarihten sonra çok hızlı bir şekilde 151’e çıktığını belirten rapor, gazetecilerin ayrıca OHÂL sırasında gözaltına alınan kişilerin haklarını ciddi biçimde kısıtlayan bir dizi tedbire de maruz kaldığını belirtiyor. “Bunlara, mahkeme kararı olmaksızın azami gözaltı süresinin 30 güne çıkarılması, 5 gün için tamamen kaldırılması imkanı dahil avukata erişim hakkına getirilen ağır sınırlamalar, ayrıca müvekkil-avukat ilişkisinin gizliliğinin tamamen ortadan kaldırılması veya sınırlandırılması dahildir,” diyen rapor, Komiser’in 23 Ocak 2017 itibarıyla, hükümetin toplam 14 güne kadar uzatma imkanı ile azami gözaltı süresini 7 güne indirdiğini ve avukatla görüşmeyi 5 gün süreyle engelleme imkanını kaldırdığını not ettiğini, ancak müvekkil-avukat iletişiminin gizliliği hakkındakiler dahil olmak üzere, diğer kısıtlamaların korunduğunu ifade etti.
 
Gazetecilerin giderek belli başlı ana akım gazetecileri de içerecek şekilde “mesnetsiz suçlamalarla, çok az delille veya ilk bakışta suçun varlığına işaret edebilecek hiçbir delil olmadan tutuklandığı” davaların hızla arttığını söyleyen rapor, örnek olarak gazeteci Ahmet Altan’ın, Cumhuriyet gazetesinin yazar ve yöneticilerinin ve gazeteci Ahmet Şık’ın tutuklanmalarını gösteriyor.
 
Bu davaların Komiser tarafından incelendiğini belirten rapora göre, hakim kararları tutuklamaların “haksız” olduğunu göstermekte ve “tutuklamaların arkasında yatan amacın medyada geride pek az sayıda kalan eleştirel ancak aynı zamanda da ana akımdan saygın sesleri susturmak olduğunu kuvvetle ima etmekte.”
 
Rapor, Cumhuriyet yazar ve yöneticilerinin tutuklanmasıyla ilgili olarak, “hakimin değerlendirmesinde ifade özgürlüğünü hiçbir şekilde göz önüne almaması, birbirleri ile devamlı surette karşı karşıya gelmiş olan örgütler FETÖ ve PKK için aynı anda propaganda yapma suçlamasındaki tutarsızlık, ayrıca hükümeti eleştiren gazete yazılarının bağlamlarından koparılarak okunması dışında, sanıklar ve bu örgütler arasında herhangi bir irtibat ortaya koyan maddi delillerin yokluğu” karşısında Komiser’in “şaşkınlığa uğradığını” belirtiyor.
 

Ahmet Altan’ın tutuklanmasıyla ilgili olarak ise, sulh ceza hakimi tarafından dikkate alınan delillerin Altan’ın geçmişte genel yayın yönetmeni olduğu Taraf gazetesinin yayın çizgisi ve Can Erzincan TV’ye çıkması ile sınırlı göründüğünü söyleyen rapor, Altan’ın Can Erzincan TV’deki açıklamalarının mahkemece 15 Temmuz darbe girişiminden haberdar olduğunun göstergesi olarak kabul edildiğini ifade ediyor ve “Komiser bir kez daha, suçlamaların içinin boşluğu ve kararın siyasi içeriği karşısında hayrete düşmüştür” diyor.
 
Türk yetkililerin, medya özgürlüğü alanında ifade edilen endişelere genellikle gazetecilerin gazetecilik faaliyetleri dolayısıyla değil suç işlemeleri sebebiyle tutuklu olduklarını söyleyerek yanıt verdiğini belirten raporda “fakat çoğu zaman bu suçları kanıtlamak için mevcut olan tek ‘delil’ onların gazetecilik faaliyetleri olmaktadır,” deniyor.
 
Rapor ayrıca ifade ve medya özgürlüğü alanından yaşanan gerilemenin Türk yargısının bağımsızlığında yaşanan bir erozyonla bir arada gerçekleştiğini, mevcut ortamda hâkim ve savcıların devlet odaklı yaklaşımlarına geri döndüklerini ve Türk makamlarının başta kendi gayretleri ve Avrupa Konseyi’nin çeşitli organlarının desteğiyle ifade ve medya özgürlüğü alanında sağladığı ilerlemenin kaybedildiğini belirtiyor ve sulh ceza hakimliklerinin rolünü özellikle vurguluyor. 
 
“Özellikle sulh ceza hakimleri, eleştirel seslerin hedef alınmasında hiç olmadığı kadar faal hale gelen savcılar ile işbirliği içinde, muhalefeti ve Türk hükümetine yönelik meşru eleştiriyi bastırmak ve ayrıca internet vasıtasıyla kamuya verilecek bilgiyi kontrol etmek için bir taciz vasıtasına dönüşmüş görünmektedir,” diyen rapor, bu mercilerin ciddi biçimde gözden geçirilmesinin gerekli olduğu değerlendirmesinde bulunuyor.
 
Rapora göre, savcılar ve hakimler, “cezai açıdan hukuka aykırılığı ve bir suç örgütüne üyeliği gösteren doğrudan, inkar edilemez delillerin yokluğunda; özellikle de tek dayanağın haberlerin içeriği veya inandırıcılıktan uzak delillere binaen kurulan örgüt bağlantısı algıları olduğu durumlarda, ifade özgürlüğünün, internet de dahil, kullanılmasını caydıran ceza usullerini, bilhassa tutuklama tedbirini, kullanmayı bir kenara bırakmalılar.”
 
Yargının bağımsızlığına ilişkin sorunların çözülmemesinin ifade ve medya özgürlüğüne dair problemleri çözme çabalarını sonuçsuz bırakacağı değerlendirmesinde bulunan rapor, Meclis’te kısa bir süre önce kabul edilen ve Nisan ayında referanduma sunulacak Anayasa değişikliği paketinin bu bağlamda çok ciddi endişe yarattığını, çünkü bu değişikliğin yargının yürütme karşısındaki özerkliğinin daha da azaltılmasını öngördüğünü ifade ediyor.
 
Raporun sonuç ve tavsiyeler bölümünde ise Türk Ceza Kanunu’nun ve bilhassa 125. (hakaret), 216. (halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama), 220. (6. fıkradaki suç örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme, ve 7. fıkradaki örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmamakla birlikte örgüte yardım), 285. ve 288. (soruşturmaların gizliliği ve yargılamayı etkilemeye teşebbüs), 299. (Cumhurbaşkanına hakaret), 301. (Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama), 314. (silahlı örgüt kurma, yönetme veya örgüte üye olma), 318. (halkı askerlikten soğutma) maddelerinin bütünüyle gözden geçirilmesi gerektiği söyleniyor. Aynı şekilde Terörle Mücadele Kanunu ve özellikle terör örgütü adına propaganda suçuyla alakalı 7. Maddenin de gözden geçirilmesi çağrısında bulunuluyor.
 
Özellikle devlet görevlilerine yönelik olarak, hakaretin suç olmaktan çıkarılması gerektiğini iddia eden rapor, bunun yerine ancak kesinlikle gerekli hallerde orantılı hukuk yaptırımların uygulanabileceğini söylüyor.
 
Türkiye’nin son derece ciddi bir terör tehdidiyle karşı karşıya olduğu gerçeğini teslim eden rapor, terör propagandası ve terör örgütüne destek kavramlarının şiddete teşvik etmediği ortada olan beyan ve kişilere aşırı derecede geniş uygulanmasının bu sorunları çözeceğini düşünmenin bir yanılgı olacağını söylüyor. Rapora göre, “şiddet ve şiddet kullanma tehdidi ‘terörizm’ kavramının belirleyici ögesidir ve bu kavram, sayılan unsurları barındırmayan ifadeleri cezalandırmak üzere, o ifadeler alışılmadık, şok edici ve siyaseten can sıkıcı dahi olsalar, her şeyi içine alan bir etiketmiş gibi kullanılmamalıdır.”
 
Hakaret davalarının aşırı biçimde fazla kullanılmasıyla birleşince, bu durumun Türkiye’yi “çok tehlikeli bir yola” soktuğunu ifade eden rapor, Komiser’in “mümkün olan en kuvvetli şekilde Türk siyasi liderlerini bu gidişatı değiştirmeye, terör eylemi olanla eleştiri ve karşıt görüşü ayırmaya başlamaya ve ayrıca demokratik bir toplumda beklenen sorumluluğu ve hoşgörüyü göstermeye çağırdığını” belirtiyor.
 
Raporun tam metnini buradan okuyabilirsiniz.