Medyayı günah keçisi yapmanın son halkası: Yankı Fanusları
Nasıl oldu da kitleler üzerinde o kadar kafa yorulan doğrulama kaynaklarına değil de kendi hakikatlerine sarılmayı tercih ettiler?
22.11.2016
ABD Seçimleri’nden Donald Trump’ın zaferle çıkmasının ardından Demokratların ve dünya çapında Trump aleyhtarı kesimlerin yaşadığı büyük hayal kırıklığı yerini yenilginin nedenlerine dair tartışmalara bıraktı. Kısa süre içinde neredeyse en büyük neden olarak da sosyal medya devlerinin yalan haberlerin akışını engelleyememesi, böylece seçmenin Trump lehine yanlış bilgilendirilmesi gösterilmeye başlandı. Elbette bu bir genelleme. Demokratların yenilgisi üzerine birçok neden sayılıyor ama günlerdir sosyal medya devlerinin konumu yalnızca dijital kültür çevrelerinde değil ana akım medya bağlamında da dile getiriliyor.
Bu konumlamada yankı fanusları (echo chambers) özel bir önem taşıyor ve sosyal medyanın günahı buna bağlanıyor:
Farklı veya rakip görüşlerin sansürlendiği, izin verilmediği veya başka şekilde gösterilmediği "kapalı bir" sistemin içinde iletim ve tekrarlama yoluyla bilgi, fikir veya inançların güçlendirildiği veya güçlendiği bir durumu haber medyasında metaforik olarak tanımlamak için yankı odası kavramı kullanılır. Terimin kaynağı, seslerin yankılandığı bir akustik yankı odasına benzetilmesidir.[1]
Bir bilgi tedarikçisi bir iddiada bulunur, aynı fikirdeki bir çok insan bu iddiayı tekrarlar, duyar, yayar ve sonunda iddianın aşırı uç varyasyonlarının (genellikle abartılı veya başka şekilde çarpıtılmış biçimdeki) doğru olduğu varsayılır[2]. Jamieson ve Cappella bu kavram üzerine inşa ettikleri kitaplarında muhafazakâr medya aygıtını incelemişlerdir[3] ki sağcıların dünya çapında böyle bir yönelime daha çok sahip olduğu gözlemlenebilir. Yine de yalnızca sağcıların, muhafazakârların değil tüm siyasi yönelimlerden medya tüketicilerinin yankı fanusları oluşturabilecekleri görülebilir.
Aslında bu argüman çok da yeni değil. Lada Adamic’in artık klasik olmuş incelemesinde 2004 Amerika seçimlerinde Demokrat ve Cumhuriyetçi siyasi blogların hangi site ve bloglara link verdikleri analiz edilmiş ve şöyle bir tablo ortaya çıkmıştı[4]:
2010 yılında WWW’nin mucidi olarak bilinen Tim Berners Lee[5] de aynı argümana değinmişti. Ancak İnternet aktivisti Eli Pariser’in Filter Bubble[6] (Filtre baloncuğu) kavramsallaştırmasıyla argüman daha popüler hale geldi.
Bir filtre balonu, bir web sitesi algoritmasının, kullanıcı hakkında kullanıcıyla ilgili bilgilere (ör. Yer, geçmiş tıklama davranışı ve arama geçmişi) dayalı olarak hangi bilgileri görmek istediğini seçerek tahmin ettiği kişiselleştirilmiş bir aramanın sonucudur. Bu durumda kullanıcılar, kendi kültürel veya ideolojik kabarcıklarında etkin bir şekilde izole edilerek, bakış açılarına uymayan bilgilerden ayrılıyorlar[7].
Çeşitli kavramlarla varlığını sürdüren bu argüman, yani kullanıcıların algoritmik belirlemeler sonucunda kendi dünya görüşüne yakın içeriğe maruz kalıp giderek farklı içeriği göremez hâle gelmesi, güçlü bir argüman ve tamamen yanlış olduğunu da söylemek hatalı olur. Yine de birçok eleştiri de beraberinde geliyor. Örneğin kişiselleştirilmiş tavsiye filtrelerinin müzikal zevk konusunda bir ayrıştırma değil aynılaştırmaya yol açabileceği iddia edilmiş bir akademik çalışmada[8]. Göründüğü kadarıyla tüketiciler filtreleri kendilerini sınırlamak için değil yeni keşifler için de kullanabiliyor[9]. Belki de CNN’den Doug Gross’un yaptığı bir yorum bu konuda belirleyici olabilir: Filtrelenmiş aramalar “vatandaş”tan çok “müşteri” için anlamlı. Pizza arayan bir müşterinin filtre baloncuğuyla istediği sonuca ulaşabilmesi daha kolay olabilir[10]. Ama vatandaşlık bağlamında bu, bu kadar kolay olmayacaktır. Yani küresel ısınmanın sonuçlarıyla ilgili bir aramada çıkacak sonuçları garanti etmek daha zor olacaktır.
En başa dönecek olursak, Trump’ın zaferinde (sosyal) medya mı daha belirleyici oldu yoksa belirli şekilde medyayı kullanmayı tercih eden seçmen kitleleri mi? Bana ikincisi daha belirleyici geliyor. Her zamanki gibi kaybedenler suçu kendilerinde aramak yerine bir günah keçisi arayışına giriyor. Belki bu bağlamda yine son zamanlarda konuşulan “post-truth” kavramını düşünmek gerekir. Nasıl oldu da kitleler üzerinde o kadar kafa yorulan, yatırım yapılan fact-checking, ya da doğrulama kaynaklarına değil de kendi hakikatlerine sarılmayı tercih ettiler? Nasıl oluyor da kitleler “yalan da söylese bizdendir” dedikleri liderlerin peşinden gidiyor? Demokratik güçler medyayı suçlamak yerine politik doğruculuğun ötesinde politika üretmek, yeni söylemsel pratikler geliştirmek zorundadırlar.
P.s.1 Facebook’un yankı fanusları’na karşı neler yaptığına dair bir çeviri Teyit.org’da yayınlandı.
P.s. 2 Yankı fanuslarıyla ilgili çıkmış İngilizce yazıların toparlaması şurada ve şurada bulunabilir.