Modern faşizmin kültürel mirası ve Il Duce ha sempre ragione
“İtalyanların bu konuda herhangi bir şey düşündüklerini de nereden çıkardınız?”
09.11.2017
Roma Belediye Başkanlığı’nı 2016’da seçilen Virginia Raggi’den önce Partito Democratico’dan Ignazio Marino yürütüyordu. Marino’nun, 2013’te göreve başlarken verdiği ilk söz, Roma şehrinin en önemli arkeolojik kazı alanlarından birinin ortasından geçen dört şeritlik Via dei Fori Imperiale’yi ortadan kaldırmaktı.
Bu dört şeritlik yolu İtalya’nın 1922-1943 yılları arasındaki lideri Il Duce lâkaplı diktatör Benito Mussolini yaptırmıştı. Mussolini’nin ve partisi Partito Nazionale Fascista’nın (Faşist Ulusal Parti) yönetimindeki bu Fascismo (İtalyan Faşizmi), Nazi Almanyası gibi açıkça ve resmî olarak ırkçı değilse de, birçok konuşmasında gerek devlet politikasının gerekse de kendi inancının ırkçılığını vurgulamış ve beyaz ırkın çok büyük bir tükenme tehlikesi altında olduğunu belirtmişti.
Bir diğer yandan da İtalya, ilk faşist devlettir. Bu faşizmin kurucusu Mussolini’yi anlatmaya çok da gerek yok. Ama eğer etimoloji kültürü, tarihi ve dolayısıyla bugünü anlatabiliyorsa, Mussolini’yi katliamlara katkısı dışında anlatan en iyi şeylerden biri faşizm kelimesinin yaratıcısı olmasıdır. Latince “değnekler demeti” anlamına gelen fasces kelimesinden türetilen fasci, 1900’lerin başında farklı düşüncedeki politik grupları ve örgütleri tanımlamak için kullanılıyordu. La dottrina del fascismo’nun (Faşizmin Doktrini) yazarı Mussolini kitabında, Milano’da daha I. Dünya Savaşı sırasında, 1915’te kurduğu politik örgüt Fasci italiani di commbattimento’nun (İtalyan Savaşçıları/Mücahitleri Örgütü) nasıl Partito Nazionale Fascista’ya evrildiğini ve faşizm teorisini anlatır.
Fakat ilginç bir şekilde Belediye Başkanı Marino’nun bu yolu yıkmak istemesinin, bu yolun yaratıcısının tarihin en kanlı ve organize katliamlarından biri olan Yahudi Soykırımı’nda büyük bir rol oynadığıyla ve bu utanç verici tarihi yok etmek istemesiyle pek de bir alâkası yoktu. Marino bu saldırgan faşizm sembolünü ortadan kaldırmak istiyordu evet, fakat kaygısı Romalıların yaşadıkları çevrenin standartlarını yükseltmek ve kültürel aktivitelere daha çok yer açarak hava kirliliği oranını azaltmaktı. Yolun ortadan kaldırılmasıyla ilgili bu başkanlık sözünü takiben ortaya çıkan tartışma da, faşist sembollerin varlığının ya da yıkımının sorgulanmasına değil, şehrin ana arterlerinden biri olan dört şeritlik yol ortadan kalktıktan sonra işe nasıl gelip gideceğini merak eden vatandaşların kaygısına dayanıyordu.
Avrupa’da Merkel’le, Orbán’la, Szydlo’yla, Putin’le birlikte yükselen sağ kanat politika ve her gün bir diğeri ortaya çıkan faşizm unsurlarından İtalya da âzâde değilken, 1920’lerde dünyanın ilk anti-faşist hareketlerinden birinin kendini gösterdiği bu coğrafyada böylesi bir tartışmanın bu kadar güdük kalması insanı gerçekten şaşırtıyor. Almanya kamusal alanından Nazilere ve kültürüne ait neredeyse her şeyin temizlenmesi politikası Denazifikasyon’un, ya da diğer adıyla Nazilerden Arındırma’nın derinliği ve tamlığı karşılığında İtalya’nın Mussolini’den, ırkçılıktan ve özellikle kültürel sembollerden ve yüceltmelerden kurtulma çabası zaten çok da etkili olmamıştı. Bugün yükselen sağ kanat hükümetler yönetiminde ise, Roma’da ve İtalya’nın birçok diğer şehrinde her gün karşılaşabileceğiniz faşizm propagandası sembollerin azaltılması ya da ortadan kaldırılması için mücadele eden aktivist sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
New York Üniversitesi’nde İtalyan çalışmaları bölümünde tarih profesörü Ruth Ben-Ghiat’ın the New Yorker’daki 5 Ekim 2017 tarihli makalesi [https://www.newyorker.com/culture/culture-desk/why-are-so-many-fascist-monuments-still-standing-in-italy] konuyu geniş çaplı ele alıyor. Ben-Ghiat yazısına, bugün Roma’da hâlâ ayakta duran ve 1935 yılında Mussoli’nin, Etiyopya’nın kanlı işgalinden hemen sonraki ünlü konuşmalarından birini yaptığı Palazzo della Civiltà Italiana’nın (ya da kısaca Colosseo Quadrato) bugün İtalya’nın modern ikonalarından biri olarak sayıldığını anlatarak başlıyor. 2004 yılında bu bina “kültürel ilgi alanı” ilân edilmiş. Bunun en acı örneklerinden biri Mussolini’nin 1932’de inşa ettiği Latina adlı bir yerleşim bölgesi. İtalyanlar, Lattina’ya hâlâ orijinal faşist ismiyle hitap ediyorlar: Littoria.
Littoria, Partito Nazionale Fascista’ya ismini veren değnek demeklerini taşıyan Romalı birlikler anlamına gelen littore (baltacı) kelimesinden türetilmiştir. Yani Littoria, bu baltacıların yaşadığı memlekettir. Littoria, yaşayan ve başlı başına bir faşist anıttır. Aynı şekilde Mussolini’nin yakalandıktan sonra 1943 yılında esir tutulduğu Ponza Adası’nda yıllık yaz festivalleri düzenleniyor ve bu festivallerde Mussolini’nin adada ikamet ettiği zaman yaşadıklarını konu alan piyesler sergileniyor. Yani faşizm turizmi, İtalya’da oldukça gelişmiş bir sektör de diyebiliriz.
Aynı şekilde Mussolini’nin 1922’de yönetime geldikten sonra Roma’da, Floransa’nın ünlü, zengin, gösterişe düşkün ve sanat aşığı ailesi Mediciler’in mirasıyla şatafatta yarışmak üzere mermer heykellerle donatılarak inşa edilen Foro Italico spor kompleksi, üzerinde Mussolini’nin lâkabı Il Duce yazılı birçok Mussolini heykeli, taş döşemelerin arasında ortadan kaldırılması için bir mimari düzenlemeye girişilmesi gereken Il Duce yazıları, İtalya’nın Fascismo geçmişinin kalıntılarıyla yüzleşmediğini, ya da umursamadığını gösteriyor. Ben-Ghiat Italo Calvino’dan alıntı yapmış: “Hayatımın ilk yirmi yılını sürekli Mussolini’nin yüzünü görerek geçirdim.” Aynı şekilde birçok şehirde, “Mussolini her zaman haklıdır” anlamına gelen Il Duce ha sempre ragione cümlesiyle ve faşizmin bayrak simgesi fasces’e bağlanmış bir baltanın üzerindeki kuş ile karşılaşabilirsiniz.
Almanya’da ise Nazizm kalıntılarıyla yapılan hesaplaşma çok daha farklı bir seyirde ilerledi. 1949 yılında kurulan Almanya Federal Cumhuriyeti swastikayı kamusal alandan tamamen yasakladı ve 1945’ten itibaren baştaki hükümet, Nazi döneminde yaratılmış tüm sanat eserleri ve anıtları teker teker yok etti. Ölen Nazi askerleri ve görevlileri, isimsiz mezarlıklara gömüldü ve yüksek kademeli Nazi görevlilerinin yargılanmayı beklediği askerî cezaevi de, daha sonra neo-Naziler için bir tapınağa dönüşmemesi için kullanımı bittikten sonra yerle bir edildi. Hattâ yeni cumhuriyetin görevlileri bu konuyu o kadar ciddiye aldılar ki, bu cezaevinin tuğlalarının da Kuzey Denizi’ne atıldığı rivayeti bile bulunuyor. Denazifikasyon Almanya’da çok ciddiye alındı ve neredeyse faşizmi ve katliamı yücelten her anıt, her sembol, her görüntü ve her yazı parçası kamusal alandan birer birer silindi.
İtalya’nın faşist geçmişiyle, Almanya’da olduğu gibi heykellerin ve kalıntıların yok edilmesi üzerinden hesaplaşmadığı ortada. Kalıntıların yok edilmesinin geçmişle bir hesap biçimi olup olmadığı da tartışmaya açık bir konu aslında. Fakat İtalya’nın bu konudaki ısrarlı ve sürekli ihmâli, savsaklaması ve sürüncemesi, üstüne üstlük bunları turistik değeri olan ve para getiren birer kaynak olarak görmesi, salt umursamazlık gibi bir naiflikle açıklanamaz.
Nitekim, 2013 tarihinden beri İtalya Temsilciler Meclisi başkanlığında bulunan ve bir önceki yazımda anlattığım [http://p24blog.org/yazarlar/2509/italya-da-egitim-hamlesi–sahte-haberleri-anlayabilme-dersleri] Basta Buffale kampanyasının ve İtalya’nın deneysel eğitim hamlesinin mimarı Laura Boldrini’nin defalarca vurguladığı gibi, Almanya’da Nazi sembollerinin yok edilmesi, İtalya’ya örnek teşkil edememiş. DOCOMOMO’nun (International Committee for Documentation and Conservation of Buildings, Sites and Neighbourhoods of the Modern Movement / Modern Harekette Binaların, Alanların ve Mahallelerin Belgelenmesi ve Korunması ile ilgili Uluslararası Komite) https://www.docomomo.com/ İtalya şubesinin başkanı Roalia Vittoli’ye İtalyanların bu binaların fazlaca korunması hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, Vittoli şu cevabı vermişti: “Bu konuda herhangi bir şey düşündüklerini de nereden çıkardınız?”
Her ne kadar İtalya’nın hem sağ hem sol kanattaki hükümetleri şimdiye kadar bu konuda bir adım atmamış olsa ve hükümet ısrarla bu faşizm kalıntılarını para getiren bir turistik alan olarak kullanmaya devam etse de, İtalya’da bu kalıntıların anti-faşist bir hareket açısından hiç kullanılmadığını söylemek haksızlık olur. Mussolini’nin doğum yeri olan Predappio’da inşa aşamasında olan Faşizm Müzesi buna iyi bir örnek teşkil eder. Partito Democratico’nun bir üyesi olan Predappio belediye başkanı Giorgio Frassinetti’nin önderliğinde kurulan bu müzenin asıl amacı, Predappio’yu bir faşizm nostaljisi tapınağı haline getirmek değil, tam aksine Münih’teki Nasyonal Sosyalizm Tarihi Belgeleme Merkezi’ne [https://www.ns-dokuzentrum-muenchen.de/1/home/] benzer bir şekilde bu konuda bilinç yaratmak. Ben-Ghiat’ın bu müzenin kuruluşuyla ilgili, makalesinden anladığımız kadarıyla kendine has bir düşüncesi yok. Fakat İtalyanların bu konuda ikiye bölündüğünü anlatıyor (bu bölünme için Ilaria Maria Sala’nın makalesini de okuyabilirsiniz ).
Aynı zamanda İtalya’da az da olsa faşizm kalıntılarının birer kapitalizm unsuru hâline gelmesiyle mücadele eden insanlar bulunuyor. Örneğin, mimari tarihçisi ve eleştirmen Yahudi Bruno Zevi’nin çocukları Adachiara ve Luca Zevi, faşizmin karanlık tarafını İtalyanlara hatırlatmak için ayrı ayrı birçok proje yapıyor. Adachiara Levi ve Arte in Memoria Kurumu, 1943’te Mussolini ile Adolf Hitler’in anlaşmaya varması üzerine çoğunluğu Yahudi olan Romalıların toplama/ölüm kamplarına gönderilmesini anmak için Alman aktivist Gunter Demnig’in bir enstalasyonunu Roma’da sergiledi. Massachusetts Amherst Üniversitesi’nde mimari ve tarih profesörü Max Page, Mussolini’nin hâlâ dimdik ayakta olan heykellerinin İtalya’yı ve İtalya’daki gecikmiş demokrasiyi hâlâ tepeden izlediğini ve bir süre daha kontrol edeceğini söylese de yavaş yavaş bir farkındalık oluşmaya başladığını görebiliyoruz.
Buraya kadar, konuşulanlar ve örnekler hep, geçmişten bugüne kalan anıtlar, heykeller ve sembollerle ilgiliydi. Yalnız, dahası var; buradaki tek sorun geçmişten kalan faşizm sembolleri üzerinden hükümetin para kazanması değil, İtalya’da yeni yapılan faşizm kutlamaları bulunuyor. Aslında bu konuda 1952 yılında geçirilmiş bir kanun var: Scelba Kanunu. Bu kanuna göre, apologia del fascismo, yani faşizm savunması ve faşist sembollerin kullanılması yasak.
Fakat İtalya, bu kanunları pek de öyle ciddiye almamış gibi, ve sadece faşist anıtların birer turizm merkezi olarak yüceltilmesi nedeniyle değil. 2012’de Affile’nin sağ kanat belediye başkanı Ettore Viri, Nazi işbirlikçisi ve savaş suçlusu General Rodolfo Graziani’yi anmak için merkez-sol destekli hükümetin de desteğiyle oluşturulmuş bir parka anıt dikti. Aynı Halaskârgazi’deki bir zamanlar Ermeni mahallesi olan yerlerin isimlerinin değiştirilip Bozkurt Mahallesi, Ergenekon Caddesi yapılması gibi, faşizmin isimler, anıtlar, objeler ve semboller üzerinden kendini hiç durmadan hatırlatması gibi.
Tabii ki, bir fark var. İtalya’nın faşist geçmişine faşist demek, yani olguya adlı adınca hitap etmek Türkiye’deki gibi suç değil, ve linç ya da işten atılma riskleri ortaya çıkarmıyor. Faşist söylemin ifade özgürlüğüne girip girmediğinin tartışması tabii ki korkunç bir tartışma olarak düşünülebilir, fakat sanırım Türkiye’de daha faşiste faşist demek hakkından bile yoksunuz.
L’uomo lungo ha sempre ragione!