Muhalefet. Yanlış şeyler mi bekliyoruz?
Eğer beklentilerimizden vazgeçmeyeceksek, takıntılar mı olur, sıkıntılar mı olur, şahıslar mı olur, başka şeylerden vazgeçmemiz gerekir.
12.02.2021
Tek Adam rejimi olup olmadığını bile tam sökemediğimiz, kimin neye ne kadar hakim olduğunu anlayamadığımız, sadece birilerinin eğer isterlerse bizi gün ortasında plakasız minibüsle kaçırabileceğini, sebepsiz tutuklayabileceğini, şu ya da bu haktan yoksun bırakabileceğini, haklara sahip olmaya hakkı bulunmayan, yurttaş olmayan, varla yok arası canlılar sırasına sokup sivil ölümlerden ölüm beğenmeye zorlayabileceğini bildiğimiz, gerilim dolu, ürkütücü bir mekanizmanın potansiyel kurbanı olarak yaşam sürdürüyoruz. Ne zaman neyi ne kadar yapabileceğimizi dikte eden, daha çok da, neleri yapamayacağımızı haykıran, sözünü dinlemezsek olabilecekleri hiçbir kurala bağlamamış, canı ne zaman neyi çekerse onu kafamıza, canı isterse başka yerimize indirebilen, çünkü kendini de hiçbir kuralla kısıtlamamış, hiçbir kurum tarafından denetlenemeyen bir irade, karşımızdaki. Seksen küsur milyon nüfuslu koca ülkede kural, yasa, anayasa gibi zorunlu-hayatî birleştirici, birarada yaşamayı mümkün kılıcı her şeyin anlamını ezmiş, işlevini bozmuş, yapabildiği ölçüde berhava etmiş bir “şirket” bu. Sokak başlarında dikilip sağlı sollu bütün apartmanlarda oturanlara mütemadiyen saydıran, gelen geçene bulaşan, kâh omuz atan kâh ayağına sıkan, en çok da hakaret eden, iftira eden, aşağılamaktan şehevî, zulmetmekten şeytanî zevkler alan, tabancasını beline soktuğunda çivili demir çubuğunu eline alıp yere pat pat vuran elemanları yüreklere korku salarken, yollarına paralar dökülen kötü ruhlu yalancıları herkese birörnek sahte geçmişler, gerçek ihtiyaçların yerine geçen olmadık gelecek hayalleri yediriyorlar zorla.
Lâkin yut yut nereye kadar?
Uyduruk yapay gıda bitti, sahicisi insanlar yerine ineklere yem ediliyor. Simit de 2,5 lira oldu. Gençlerin dörtte biri ne çalışıyor ne okuyor. Peki ne yapıyorlar? Duruyorlar.
Lâkin dur dur nereye kadar?
Nitekim yutulmuyor, durulmuyor. Sınıra gelindi, dayanıldı. Bundan sonrasında o dörtte birin dörtte biri toplama kampına gardiyan olur, öbürlerinin başına dikilir. Televizyon dizilerine milyonlar döküldü, herkes “Türk harfleri” ile her yere “Türk” yazdı, padişah gâvur elçilerini tokatladı, çok böbürlenildi, çok gururlanıldı, biz bize oynandı, edildi, bitti. Böyle bir yere gidilemiyor.
Ha, gidiliyor. Sınır geçilip bazı topraklara elkonuyor. Asker devşiriliyor, üniforma giydirilip silahlandırılıyor, maaşa bağlanıyor, okul açılıp bayrak asılıyor, kaymakam gönderiliyor, idare etsin oraları. İdare önemli. İdareden önemli bir şey yoktur.
Gelin görün ki, dolar fırlıyor, bakan kayboluyor.
Gelin görün ki, demokrasi nedir, prototipini ucundan gördüğü için elindeki parçaları birleştirmeyi becerememiş, hukuk nedir, eksikli gedikli ikinci el nümûneyi bile doğru dürüst kullanmaya kalktığı her sefer sopayı kafasına yemiş toplumumuzda meğer kâfi miktarda kendini ezdirmeme güdüsü, varkalma arzusu, insan nedir, bir düşünme ihtiyacı, sözün kısası, haysiyet tortusu varmış.
Ya da belki şöyle oldu: öylesine aşağılanıyoruz ki, artık dokundu.
Muhalefet, ihtiyaç
E, bu durumda, mevcut güç odağını ve gidişatı değiştirecek bir kuvvete ihtiyaç hasıl olur. Siyaset dilinde buna muhalefet diyoruz. Bizim bulabildiğimiz muhalefet şöyle oluyor: Ona hiç ses etmeyeceksin, yalnız oy vereceksin; dokunursan bozulur. Oysa güç yoğuşmasından âdetâ boğulmak üzere olan, e, haliyle, kendi boğulmamak için hepimizi boğmaya niyetlenmiş iktidarın karşısındaki muhalefetten insan çıtkırıldımlık, narinlik değil, kararlılık, cesaret filan bekliyor. Yani devlet dışına yasaklanmış hasletler. Bunlar devlet dışında görüldüğünde hemen ezilmeleri gerekir; ne sûrette vücut bulmuş olurlarsa olsunlar. Solcu öğrenci sûretinde ortaya çıkmaları, kudret sahipleri açısından en verimlisi, zira bunların üzerinden silindir geçirmeniz ülke siyasetinin fıtratında vardır, yapsanız kimse bir şey demez, aksine, ayinde düşman kurban etmiş kadar olur, taraftarın gönlünü okşarsınız. Solcu talebeye yapılan zulümden duyulan tatmin, devletin ve özellikle bugünkü iktidarın cevval destekçilerinin fıtratında vardır.
Buna karşılık, biraraya gelmesi fıtrata uymayan tipler kafa kafaya verdi miydi, ziller çalar. Çanlar çalamaz, mâlûm. Alarm zilleri çalar. Nitekim çaldılar. “Allah birdir” ile “V”yi birarada yapan başörtülü Boğaziçi öğrencisi az daha ezber bozma günahının bedeli olarak recmedilecekti.
Muktedirlerin yolun sonuna dayanmışlığına rağmen, lâkin, herkesçe çıplak gözle seçilebilir, tarif edilebilir, hele hele güvenilebilir iktidar alternatifi hâlâ ortada yok. “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” gibi, işitince akla yakın gelen bir tarif var, ama sayfayı çeviriyorsunuz, boş. İçi bir türlü doldurulamıyor, çünkü öcü var. Vebalı var. Kovit’li var. Beş-altı milyon seçmene ve onların seçtiklerine vebalı muamelesi yapınca da hesap tutmuyor.
Parçalı muhalefetin parçalılığı, birbirine benzemezliği muhalif saflarda tedirginlik yaratıyor. Oysa burada sorun yok. Tersine, muhalefetin gücü ve sahici alternatif olabilme kabiliyeti, eğer eline değiştirme gücü geçirebilirse birşeyleri değiştirebilme imkânı, çünkü mecburiyeti burada yatıyor. Birörneklikten uzaklaştıkça korkulara kapılmaya şartlandırıldığımız için idrak edemiyoruz.
Evet, sorun burada değil. Yine tersine, bu parçalı muhalefetin, topluca yarattığı bulanık, şekilsiz, güvensizlik yaratan manzara içerisinde, bir yandan gayet tutarlı, sağlam, çünkü yerleşik bir hatta sahip olması. Ama bu niye sorun olsun? Güzel değil mi böyle sağlam, yerleşik hatta sahip olmak? Değil, zira bu, iktidar treninin de üzerinde gidip geldiği hat! Yapıtaşlarını saymaya başladık: oy potansiyeli siyasî dengeyi belirleme gücüne sahip partinin ve seçmenlerinin meşruiyetini topluca, açıkça tanıyamıyorlar. “Terör” meselesinin resmî ellerde, sivil siyasetin alanını tıkamak için kullanılan sistematik araç olduğu gerçeğini ilan edemiyorlar. Edebilseler, Türkiye’de insan hakları ve demokrasinin iğfal ve iptalini meşrulaştıran başlıca büyük meselenin sivil siyasetin konusu olmasını sağlayabilecekler. Böylece siyasî hayat “terör” ve “terörle mücadele”nin boyunduruğu altından kurtulabilecek.
Sisin içinden…
Şüphesiz lafı soyutluktan kurtarmak gerek. Bu amaçla, Türkiye’yi her kim yönetecekse politika belirlemesi, tavır takınması gereken iç ve dış bazı meselelerde “iktidar” ve “muhalefet” koalisyonlarının yaklaşımları arasındaki farklara ve benzerliklere bakalım. Bu acımasızlığı kendimize yapalım, çünkü belki de şu alışıldık mıy mıy muhalefet tutumundan bekleyemeyeceğimiz şeyler bekliyoruzdur. Eğer beklentilerimizden vazgeçmeyeceksek, takıntılar mı olur, sıkıntılar mı olur, şahıslar mı olur, başka şeylerden vazgeçmemiz gerekecek demektir.
Mevcut iktidar koalisyonunun dış politikayı bütünüyle içeriye yönelik yürütüşünden hareketle, dış saydığımız ama içeriye uzanan meselelerden başlayalım.
ABD ile ilişkiler. İktidar ne yapıyor, muhalefet ne öngörüyor? İki tarafça da paylaşılan gaye “Amerikan emperyalizmi”ne pabuç bırakmamak. Kim ABD hakkında daha sert ve uzlaşmaz konuşursa o daha makbûl görünecek her iki taraftaki gözlere. Muhalefetin ana akımında -ve oy gücüyle kıyaslanmayacak “ses çıkarma” kabiliyetine sahip radikal sol kesimde-, iktidara ABD konusunda yöneltilebilen eleştiri, yeterince anti-emperyalist olamayacağını tekrarlamak. Oysa şuursuz, cahil, küstah bir faşist emlakçıyla kurulmuş, mahiyetini hâlâ hiçbirimizin tam bilemediği yakın münasebet hariç ABD müesses nizamıyla kanlı bıçaklı olmuş bir iktidar var ortada. Eminim, başka Üçüncü Dünya ülkelerinden bakıldığında emperyalizme meydan okuma gibi gözüküyordur Ankara’nın birçok tavrı. Oysa bize öyle görünmüyor. Niye? Muhtemelen sonuçta yine Washington’a boyun eğeceklerini varsaydığımız için. Nitekim muhalefetin ikinci eleştiri motifi bu: “Rahibi nasıl saldınız!” Tutsalar mıydı? Muhalefetin, “Rahibi neden aldınız?” diye sormayı aklının ucundan geçirmeyip, ABD’nin baskısıyla bırakılmasını sorun edişinde sorun yok mu?
Peki, muhalefetin sunduğu alternatif nedir? Doları on liraya fırlatmayacak alternatif? Nedir ABD ile müstakbel ilişkilerde izlenecek yol? Kimse bize akla uygun, doyurucu iki laf söylüyor mu bu konuda? Hayır.
AKP, ilk yıllarındaki iddialarını paspas edip üzerinde tepinirken öyle derin ve onarılmaz manevî hasar yarattı ki, artık ondan öncesinin kötülüklerini kimse hatırlamıyor ve hatırlatıldığında da bunu bugünü meşrulaştırma girişimi olarak görüyor. Oysa anti-emperyalizm bayrağını radikal solun bile elinden kapmaya uğraşan ana akım muhalefetin AKP karşısında canla başla desteklediği ordu -bir zamanın ordusu-, Türkiye Cumhuriyeti’nde Washington ve Pentagon’la en yakın ve sürekli ilişki içerisinde bulunan kurumdu. Bugünün muhalif “Cumhuriyet” anlatısı özellikle bu konuda pek acayip boşluklar içerir.
Bugünün iktidarı, Avrasyacılık macerasına kapılıp Rusya’ya yanaştı, yanaşırken vazoyu kırdı, telafi edeyim diye iki buçuk milyar dolar verip füzeler aldı, Washington da “bunları sana kullandırtmam” diyor. Üretici konumundan katıldığı savaş uçağı projesinden Ankara’yı attı. Yaptırımlar koydu. İnatlaşma sürerse Türkiye’ye özellikle ekonomik ve askerî alanda epey hasar verebilirler.
Bütün bu süreç boyunca biz muhalefetten nasıl görüşler, öneriler, eleştiriler duyuyoruz? “Kimse bize emir veremez!” cinsinden babalanmalara iştirak ya da babalanmaların babalanma derecesini yetersiz bulma gibi artistlikler dışında? Muhalefetin, Türkiye için büyük mesele olacağı belli bu konuda, ABD ile ilişkiler alanında öngördüğü herhangi bir adımlar dizisi, diplomatik süreç tasavvuru ya da, ne bileyim, taarruz planı var mıdır? Ondan önce, S-400’lere nerede ne ihtiyacı duyulduğuna ve büyük mesele çıkaracağı belli bu hovardalığın mânâsı olup olmadığına dair ciddî-kararlı-sürekli itiraz duyduk mu? Bu yapılanın yanlış olduğuna ilişkin halkı aydınlatma çabasına şahit olduk mu? Yani “rahibi neden içeri attınız?” aşaması nasıl atlandı?
Elbette parçalı muhalefetin üzerinde anlaştığı, birleşik bütünleşik perspektifler filan sunulmasını beklemiyoruz. Bunun için daha çok vakte ve istişareye ihtiyaç var. Muhalefet saflarından birilerinin, ötekilere ve bize işittirdiği, akla mantığa uygun, içi dolu fikir ve önerileri var mı, diye soruyorum.
Zeytinyağı, elektrik, kayyım
ABD deyince tabiî hemen “Fırat’ın doğusu”, YPG, oradan genel olarak Kürtler, Türkiye’deki Kürt meselesi… alengirli konu başlıklarına sıçrıyoruz. Nedir muhalefetteki partilerin bu konulardaki görüşleri? Var mı bilen? Afrin’in zeytinyağı buradan mı pazarlanacak? Suriye topraklarındaki ilkokullarda Türk bayrakları mı asılı duracak? El-Bab’ı Türk kaymakam mı yönetecek? Cerablus’un elektriği Karkamış’tan mı gidecek? İdlib’deki koca ordu ne olacak? TSK Suriye topraklarında kalacak mı? Eğitilip donatılan, silahlandırılıp maaşa bağlanan Suriyeli milisler ne olacak? Irak topraklarında üsler kuruldu, asker yerleşti, operasyon üstüne operasyon, taarruz üstüne taarruz sürdürülüyor. Hedef nedir? Günün birinde çekilmek hesaplanıyor mu yoksa girmişken artık oralar TSK’dan mı sorulacak? Yani aslında TC topraklarını güneye doğru genişletme hevesini muhalefet de paylaşıyor olabilir mi?
Bunlara dair kaç kelime duyabildik şimdiye kadar, “muhalefet” dediğimiz gövdeyi oluşturan uzuvların herhangi birinden? Kürt sorununun halline ilişkin, “terörü lanetleme” klişesinin dışında, yeni, yaratıcı, en önemlisi, problem çözücü ne işittik? Veya basitçe: Altmış küsur belediyeye kayyım atanarak yok sayılan iradenin “millî irade”ye dahil olup olmadığına dair hüküm nedir, muhalefet saflarında? Gültan Kışanak, Selçuk Mızraklı, Ayhan Bilgen… bunlar kimlerdir? Hapiste olmaları doğru mudur? “Şuna şuna karşıyız, şunu şunu tasvip etmiyoruz, fakat bu da böyle olmaz” bile diyemeyen bir muhalefetin, seçim kaybetse dahi gitmemek için türlü katakulli çevirmesinden endişelenilen iktidarı fiilen alt etmesi nasıl mümkün olacak?
Başka başlıklara dair başka sorular da sormalıyız. Devam edeceğiz.