Nerdesin Aşkım: LGBTİ haklarında Türkiye dünyanın neresinde?
Dünya haritasında hâlâ gri olsak da, içimizdeki pembeyi sokağa çıkartmalı, tüm dünyadaki LGBTİ bireylerin mücadelesine destek vermeliyiz
28.06.2015
2015 Onur Haftası’nı 45 yıllık bir mücadelenin zaferiyle hatırlayacağız. ABD Yüksek Mahkemesi, eşcinsel evliliğin anayasal bir hak olduğuna karar verdi.
Karar, sadece bugünün mücadelesi için tarihî önemde değil, aynı zamanda da bir mücadele tarihini içinde barındırıyor: 18 Mayıs 1970’te eşitlik talebini ilk kez mahkemeye taşıyan eşcinsel çift Richard Baker ve James Michael McConnell’in başvurusu “yaradılış kadar eski olan evlilik kurumu, kadın ve erkek arasında kurulur, üremeyi ve çocuk yetiştirmeyi de içerir” denilerek reddedilmişti.
İşte Yüksek Mahkeme tarafından verilen 26 Haziran tarihli karar, bu ret kararını da bozdu ve tüm eyaletlerde eşcinsel evliliklerin yapılabilmesine ve tanınmasına karar verdi.
Kararın evliliğe, onura ve eşitliğe dair son paragrafını tarihe not düşelim:
“Evlilikten daha üstün bir birlik yoktur; çünkü evlilik, aşkı, sadakati, adanmayı, fedakarlığı ve aileyi barındırır. İki insan evlilik bağı kurunca daha büyük bir mevcudiyete ulaşır. Başvuruda bulunanların açıkça gösterdiği gibi, evlilik, ölümden sonra bile sürebilen bir aşkı ifade eder. Bu erkek ve kadınların evlilik kavramına saygı duymadıklarını söylemek onları yanlış anlamak olur. Onların başvurusu, bu kavrama kendilerini adayacak kadar derin bir saygı duyduklarını göstermektedir. Onların umudu, insanlığın en eski kurumlarından biri olan evlilik kurumundan mahrum kalmamak, ve yalnızlığa mahkum olmamaktır. Onların talebi, kanun önünde eşit saygınlık görmektir. Anayasa onlara bu hakkı tanır.” (Hakim Anthony Kennedy, çoğunluk görüşü, sf.28)
Kararda atıf yapıldığı gibi, eşlerinin ölüm belgesine adını yazdırmak, çocuklarının doğum belgesinde iki ebeveynin de adının bulunması gibi talepler vardı başvuruların arasında. Bu açıdan, 1970’lerin cinsel özgürlük devrimiyle birlikte, bugünün eşitlik mücadelesi için de önemi büyük.
Ancak elbette her şey tozpembe değil. ABD başkanı Barack Obama Beyaz Saray’ı gökkuşağı renklerine boyamış olsa da, daha iki gün önce trans bir aktivistin eylemini ‘Erdoğanvari’ bir üslupla geçiştirmişti. Protesto, ABD’ye iltica eden trans bireylerin bazen aylarca bekletildikleri sınır kamplarında yaşanan taciz ve kötü muameleler ile ilgiliydi.
Bunun yanında, ABD’de sivil birliktelik (evlenme akdi olmaksızın, evli çiftlere sağlanan tüm yasal haklardan yararlanma) henüz tüm eyaletlerde tanınmıyor. Mahkemenin karar metninde evlilik kurumuna bu denli önem veriliyor olması da ABD-tipi muhafazakarlık örneği: Lezbiyen ve geyler böylece “aile ideolojisi ve ekonomisine” eklemlenmiş oluyor.
Eşcinsel ilişkiye ölüm cezası verilen İran gibi ülkelerden (haritada kırmızı), eşcinsellere karşı nefret söylemini yasaklayan Batı Avrupa ülkelerine dek geniş bir hak mücadelesi içinde Türkiye’nin bu haritadaki rengi gri. Gri, eşcinselliğin yasal olarak tanınmadığını, ancak bir ceza da görmediklerini belirtiyor.
[kaynak: Wikipedia, Dünya’da Eşcinsel İlişki ve İfade Hakkı Yasaları Haritası]
Aşağıdaki bölüm, Türkiye’deki kağıt üstünde “tanımama ve cezalandırmama” durumunun fiilen nasıl uygulandığına dair raporları ve örnekleri aktarıyor. Fakat bundan önce, haritada mavi ve koyu mavi renklerle gösterilen, eşcinsel evliliklerin ve sivil birlikteliklerin tanındığı ülkelerdeki durumu bir fotoğrafta özetlemek isterim.
Nisan 2013’te Putin benim de yaşadığım Hollanda’ya resmi bir ziyaret düzenlemişti. O dönemde Rusya’da “eşcinsellik propagandası” yapmayı yasaklayan bir kanun tasarısı hazırlanıyordu (sonradan yasalaştı).
Hollanda, 1998’de eşcinsellerin sivil birlikteliğine evlilik ile aynı yasal statüyü veren, 2001’de ise dünyada ilk kez eşcinsel evliliği yasal olarak tanıyan bir ülke. Putin, bu nedenle, resmi görüşmelerini yaptığı binanın tam karşısında gökkuşağı renginde bir protestoyla karşılandı.
Fakat bu fotoğraftaki asıl hikaye, balonu göstericilere geri atan polis memurunun “Roze in Blauw” (”Mavi -üniforma- içindeki Pembe”) adlı polis grubunun üyesi olması. 1998’de kurulmuş olan grup, hem LGBTİ polis memurları arasındaki dayanışmayı sağlıyor, hem de LGBTİ haklarıyla ilgili bu gibi protestolarda görev alıyor. Vatandaşların protesto hakkının korunması için, o hakkın değerini bilen polisler görevlendiriliyor.
[kaynak: Traci White / Mashable]
Burdayım Aşkım: Türkiye’de LGBTİ bireylere uygulanan baskı ve şiddet
Bu renkli ülkeden tekrar Türkiye’ye dönelim ve kağıt üstünde gri, uygulamada ise kırmızı olan haklarımızı konuşalım.
2001’de kabul edilen Medeni Kanun, sadece erkek ve kadının birbiriyle evlenebileceğini öngörmüş. Yani Türkiye’de eşcinsellerin evliliği yasal değil, sivil birliktelik kavramı ise tanınmıyor.
2004’te kabul edilen Türk Ceza Kanunu ise “Genel Ahlaka Karşı Suçlar” başlığı altında, “doğal olmayan yoldan cinsel ilişki” görüntüsü üretmeyi ve bulundurmayı suç sayıyor (Md. 226/4). Fakat uygulamada, gey pornosu satan kişiye bu maddeden ceza vermeyen mahkemeler olduğu gibi, bu maddeyi LGBTİ derneklerine karşı uygulayan mahkemeler de var. Hükümet, 2010’da AİHM’de yaptığı savunmada, LGBTİ hakları için mücadele eden KaosGL derneğinin dergisinin toplatılma kararını da “genel ahlakı korumak” olarak savunmuştu.
İfade özgürlüğü ve örgütlenme hakkında da yargı benzer bir anlayışı yansıtıyor. Lambdaİstanbul Derneği’nin kapatılması kararı 2009’da Yargıtay’da bozulmuş, ancak yüksek mahkeme kararında eşcinsel yönelimlerin olduğunu kabul etmesine rağmen derneğin “lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transseksüelliği özendirme, teşvik ve bu cinsel yönelimlerin yaygınlaştırılması” gibi faaliyetleri olması durumunun kanuna aykırı olacağına hükmetmişti.
Bugün hala TİB kararıyla LGBTİ internet siteleri kapatılıyor.
Açık ki, Türkiye’nin LGBTİ hakları konusundaki konumu tek bir griden ibaret değil. Eşcinselliği yasal olarak tanımama durumu, uygulamada eşcinselliği bir ahlaksızlık, hatta bir hastalık olarak görmeye ve LGBTİ bireylere karşı kanunlara aykırı şekilde ayrımcılık ve kötü muamele yapmaya kadar varıyor.
Yukarıdaki Hollanda örneğiyle karşılaştırmak için Türkiye’deki eşcinsel polis memurlarının karşılaştığı durumu ele alalım.
Geçtiğimiz hafta yayımlanan KaosGL’nin Çalışma Hayatında Ayrımcılık raporunda Bianet’ten gazeteci Çiçek Talhaoğlu şu satırları yazmış:
“Devlet Memurları Kanunu’nun 125. Maddesi’nde ‘yüz kızartıcı suç olarak görülen durumlar halinde devlet memurluğundan çıkarılma ile cezalandırılabilir’ ifadesi yer alıyor. İdari yetkililer kendi ‘ahlaklarına’ uygun bulmadıkları her şeyi ‘yüz kızartıcı’ olarak niteleyip, bu maddeyi cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılığa dayanak olarak kullanabiliyor.” (sf.99)
İçişleri Bakanlığı eşcinsel memurların “saygınlığını yitirdiğini,” meslekten ayıklanmaları gerektiğini savunuyor; çünkü polislikte eşcinsellik hala psikolojik bir hastalık olarak kabul ediliyor.
Zorunlu askerlikte ise 2013 yılında yapılan bir değişiklikle artık “psikoseksüel bozukluk” yerine “cinsel kimlik ve davranış bozukluğu” tanımı kullanılıyor, ama tıbbi rapor hala isteniyor. “Pembe tezkere”nin kendisi zaten travma yaratan bir durum.
Devletin resmî tutumu bu olunca, vatandaşın LGBTİ bireylere bakışı da sorunlu oluyor. Türkiye toplumu dünyada eşcinsellere bakışın en olumsuz olduğu ülkelerden biri; her 7 kişiden 6’sı eşcinsel bir komşusu olsun istemiyor.
Bu genel ahlak anlayışı, işyeri ve aile gibi kurumlar içinde cinsel kimliklerin doğrudan bastırılmasına neden oluyor; çünkü cinsel kimliğini açıklayanlar baskı ve şiddete maruz kalıyor.
SPoD ve SPF tarafından Türkiye çapında yapılan ve bu hafta yayımlanan bir araştırmaya göre LGBT bireylerin yüzde 80’i cinsel kimliklerini işyerinde gizliyor, yüzde 60’ı ailesine dahi açıklamamış. Ailesine açıklayanların yüzde 20’si ailelerinden şiddet görmüş, yüzde 10’u ölüm tehdidi almış. Görüşülen 2875 LGBT bireyin yarısı ayrımcılığa maruz kalmış; sadece yüzde 10’u yasal yollara başvurmuş, ve sadece yüzde 1’i şikayetinden tatmin edici bir sonuç almış. Yüzde 40’ı ise hayatında en az bir kez intihar etmeyi düşünmüş.
Bir yıl önce İzmir’de 17 yaşındaki trans Okyanus Efe Yavuz ailesinden böyle bir baskı gördükten sonra intihar etmişti. 2008’de Ahmet Yıldız, cinsel kimliği nedeniyle ailesinden ölüm tehditleri almış, savcılığa başvurmuş ve korunma kararı reddedildikten üç ay sonra sokak ortasında öldürülmüştü. “Trans cinayeti” ise artık sıkça okuduğumuz bir haber başlığı oldu, çünkü Türkiye’de son dört yılda 37 trans cinayeti işlendi.
Hayatta kalabilen LGBTİ bireyler içinse Türkiye’de yaşamak düzenli olarak tacize, hakarete ve ayrımcılığa maruz kalmak demek. Ekşi Sözlük’te başlatılan “homofobi transfobi günlüğü” eşcinsellerin ve transların günlük yaşamından bir kesit olarak okunmalı.
Ay ay ay ay
Tüm bunları yazmak ve okumak bile bu denli zorken, buna sürekli maruz kalan bir grup insan nasıl oluyor da tüm cesaretleri ve neşeleri ile her yıl sokakları işgal ediyorlar?
Türkiye’deki ilk onur yürüyüşü 2003’te Lambdaİstanbul’un organizasyonuyla İstiklal Caddesi’nde yaklaşık 50 kişilik bir katılımla yapıldı. Bugün onlarca şehirde, on birlerce insan LGBTİ hakları için yürüyor.
İstanbul Onur Yürüyüşü’ne ilham veren, 28 Haziran 1969’da New York’ta başlayan Stonewall ayaklanmalarıydı; bugün ABD devlet başkanı, şirketler ve vatandaşlar “Aşk Aşktır” ve “Aşk Kazandı” diyerek kutluyorlar eşitliği. Biz de sokaklarda kazanacağız haklarımızı.
Zorlu Centre’da sansürlenen Boston Gay Men’s Choir konseri bir devlet üniversitesinde, Boğaziçi’nde düzenlendi; bu haberi yapan T24 muhabiri Michelle Demishevich, bir trans birey, emeğiyle mücadelemizi daha görünür kılıyor.
Eğer LGBTİ bireyler hakkında önyargılarınız varsa, gerçekleri okuyun, bilinçlenin. Homofobik ve transfobik arkadaşlarınız varsa, onlara şu videoyu izletin.
Başlıktaki soruya samimi bir “Burdayım Aşkım” diyebilmek içinse sokağa çıkın.
Katledilen Müslümanları savunmak için Müslüman olmak, şiddet gören kadınları savunmak için kadın olmak, hayvan haklarını savunmak için hayvan olmak gerekmiyor. LGBTİ bireylerin haklarını savunmak için insan olmak yeterli. İpek’in Okyanus’u, Mehmet’in Barış’ı sevebileceğini anlamak için ihtiyacınız olan vicdan kalbinizde mevcuttur.