“O köyleri Ermenistan’dan sızan PKK helikopterleri yaktı”
Türkçü, İslamcı, ulusolcu bir “kokteyl” koalisyon Sezgin Tanrıkulu’na “TSK’ya iftira attı!” gerekçesiyle “asalım mı keselim mi?” diye saldırıyor.
15.09.2023
Sezgin Tanrıklulu malumun ilamı kabilinden bir çift laf etti diye günlerdir linç ediliyor. Yakın tarihimizden Dersim’de unutulmaz izler bırakan bir “olayı” maksat kayda girsin diye hatırlatmak istiyorum ben de.
Öncesinde de çeşitli tarihlerde tehditler, çok sayıda baskınlar, “faili meçhuller” olsa da 1994 Ekim ayı, Dersim’de akıllara ’38’i getiren bir tarih olarak yaşandı.
Tanıkların, Bolu Komando Bölüğü olduğunu vurguladıkları bir askeri birlik, 1994 Ekim ayının ilk haftası içinde başta Ovacık (Pulur) olmak üzere Dersim’de çok sayıda köyü “10 dakika içinde evlerinizi boşaltın!” uyarısı (!) yaparak yaktı.
Olağanüstü Hal Bölge Valiliğinin (OHAL) Kasım 1997 tarihli raporuna göre Dersim’de 1994 yılında 183 köy, 823 mezra, 8 bin 439 hane boşaltıldı, yaklaşık 50 bin kişi yerinden edildi, göçertildi.
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) bağlı askeri birlikler tarafından gerçekleştirilen köylerin yakılıp yıkılarak boşaltılması, ’90’lı yılların ilk yarısında “faili meçhul” cinayetlerle birlikte neredeyse “günlük” haberler haline gelmişti. Dönemin Genel Kurmay Başkanı Org. Doğan Güreş’in deyişiyle bir “düşük yoğunluklu savaş” söz konusuydu ve “rutin dışına çıkmış” devlet, yürüttüğü operasyonlarda başarılı olmak adına çareyi köyleri boşaltmakta bulmuştu.
Operasyon bölgelerinde yaşayan Kürt köylülerinin önüne iki seçenek konulmuştu: Ya “korucu” olacaksınız ya da 10 dakika içinde evlerinizi boşaltacaksınız, boşaltmazsanız evlerinizle birlikte sizi de yakarız! (3 Ekim 1993 günü Muş’a bağlı Vartinis köyünde bunu da yaptılar: Vartinis köyünü yakan askerler, Öğüt ailesinden 7’si çocuk 9 kişiyi yakarak katlettiler…)
Dersim’de yakılan köylerin muhtarları, bu durumu “kader” diye sineye çekmediler ve Ankara’nın yolunu tutarak adeta protokol sırasına göre dönemin bütün yetkilileriyle görüştüler, devletin bu “eylemini” ifşa ettiler.
Muhtarların anlatımlarında adı geçen kişilerin çoğu hayattadır. Mesela son olarak CHP’den AKP’ye geçen Sinan Yerlikaya. Mesela Mayıs seçimlerinden önce, “Milletim beni özlemiş” türü beyanatlar vererek siyasete atılma niyetini belli eden dönemin başbakanı Tansu Çiller. Mesela bu ara CHP’deki gelişmelerle ilgili “abi” rolüyle açıklamalar yapan dönemin başbakan yardımcısı Murat Karayalçın…
Köylerin kimler tarafından nasıl yakıldığıyla ilgili konuşsalar ya… Sezgin Tanrıkulu’nun malumu hatırlatan sözleri nedeniyle linçe uğraması nedeniyle biraz zor tabii. Zira bazı gerçeklerin hatırlatılması bile yürekli olmak gerektiriyor bu ülkede ve dürüst olmak, yürekli olmak ülkemiz ortalama siyasetçisinde zor bulunur özellikler…
20 Mayıs 1995 günü tekrar Ankara’da bir araya gelen, çok sayıda kişi ve kuruluş temsilcisi ve siyasetçi önünde konuşan muhtarların anlatımları özetle şöyleydi.
Tansu Çiller: “Onlar PKK helikopteridir”
Emirali Çılgın (Merxo/Cevizlidere köyü muhtarı): “Köylerimiz 1994’ün Ekim ayında yakılmaya başladı. (…) Olaydan hemen sonra birkaç muhtar Ankara’ya geldik. Milletvekilimiz Sinan Yerlikaya ile görüştük. Birlikte Başbakan Tansu Çiller’e gittik. Kendisine, ‘Evlerimizi Türk askeri yaktı’ dedim. Sayın başbakan bana, ‘Onlar asker kıyafeti giymiş PKK teröristleridir’ dedi. Ben de ‘Sayın başbakanım, ben TC’ne askerlik yapmış bir TC vatandaşıyım. Subay ve askerler ile dağdakileri birbirinden ayırt edemeyecek kadar saf değilim. Kaldı ki askerler köyleri yakarken üstlerinde vızır vızır helikopterler geziyordu’ dedim. Sayın Çiller bana, ‘Onlar PKK helikopterleridir’ dedi. (Bu sözleri dönemin İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Azimet Köylüoğlu ve SHP Tunceli Milletvekili Sinan Yerlikaya ile birlikte İçişleri Bakanı Nahit Menteşe’nin de hazır bulunduğu bir ortamda Çilleri ziyaret eden Ovacık’a bağlı 10 köyün muhtarı da Çiller’in ağzından duydu: PKK Ermenistan ve Rusya’dan helikopter getirmişti…
“Operasyona götürülen köylülerimiz öldürüldü”
Polat Ferhat (Mixsor/Bilekli köyü muhtarı): “ ’94’ün Ekim ayının 7’sinde askerler köyümüzü bastı. 12 köylümüzü yanlarında alıkoyup dağlarda operasyonlara götürdü. Bu olayı takiben operasyona götürülen köylülerimiz dörder gün arayla öldürüldüler. Köyümüzün 55 hanesi tamamen yakıldı. Sağ kurtulan insanlarımızla Hozat’a sığındık.”
Mehmet Yılmaz (Êlqajiye/Elgazi köyü muhtarı): “Köyümüz tamamen yakıldı, yıkıldı. Şimdi açıktayız. Halkımız yoksulluk ve açlık içindedir. Bu devlet bizi neden kovuyor? Suçumuz nedir?”
“Kerbela gibiydi”
Süleyman Toprak (Ağdat/Halitpınarı köyü muhtarı): “Operasyon haberini Elazığ’da aldım. Hemen köyüme döndüm. Köye vardığımda askerler erkekleri ayrı, kadın ve kızları ayrı yerlerde toplamışlardı. ’38’i hatırlayıp ürperdim, kendi kendime ‘bunlar yine bizi imha edecekler’ diye söylendim. Komutana, ‘Kadınları ve çocukları bizden ayırın, bari onlara dokunmayın’ dedim. Komutan beni tartaklayarak, ‘Konuşma lan!’ dedi. O an şin-şivan göğe çıkmıştı, aynı Kerbela vakasıydı. Bizi orada bir çukura topladılar, makineli tüfekleri karşımıza kurup namluları üzerimize çevirdiler. Pirimize döndüm, ‘Ceddini çağır pirim, ceddin bizi kurtarsın’ dedim. Pir çaresiz gözlerle bana baktı, ‘Ceddimin gücü bile bunlara yetmez’ dedi.”
“Size beş dakika süre!”
İsmail Hakkı Güler (Zankirege/Karaçavuş köyü muhtarı): “Köyüm iki mezradan ibarettir. 1992 ilkbaharında jet uçaklarınca bombalandı. ’93 sonbaharında aynı olayı bir daha yaşadık. ’94 ilkbaharında yine tekrarladılar. (…) ’94 sonbaharında Bolu Komando Bölüğü bir yarbay komutasında operasyona geldi. Yarbay, ‘Size beş dakika süre, eşyalarınızı evlerin dışına çıkarın, çıkarmadıklarınız evlerle birlikte yanacak’ dedi. Köylüler komutana yalvardı, yakardı, komutan dinlemedi. Daha birkaç dakika geçmişti ki evler ateşe verildi.”
Hasan Sesoğlu (Qolce/Kozluca köyü muhtarı): “Bizi karakola götürdüler, falakaya yatırıp bizi meşe sopalarıyla dövdüler. ‘Köyleri boşaltın’ diye baskı yapıp tehditler savurdular.”
“Öldürecekseniz, köyümüzde öldürün”
Hıdır Güneş (Taçkirege/Kavaktepe köyü muhtarı): “Geçen gün karakol komutanı beni çağırdı, bana, ‘Muhtar kalan köyleri de boşaltın!’ dedi. Ben de, ‘Biz gururlu insanlarız, bizi yollara döküp perişan etmeyin, eğer öldüreceksiniz köyümüzde öldürün de bari diğer ölülerimizle yan yana oluruz’ dedim.”
“Ben babamı istiyorum”
Kasım Aydın (Dêrik/Sarısaltık köyü): “Askerler köyümüze operasyon düzenledi. 150 petek arı kovanımız ve koyunlarımız evlerimizle ateşe verildi. Babam Müslüm Aydın’ı da yanlarına alıp köyden ayrıldılar. (…) 8 aydan beri kayıptır, öldürüldüğünü düşünüyoruz, fakat kemiklerini bile bulamadık. Savcılığa gidip suç duyurusunda bulundum, benden tanık ve sanık istediler. (…) Babamın tanığı da sanığı da Türkiye Cumhuriyeti devletidir. Ben babamı istiyorum.” (*)
* * *
1994 yılında boşaltılan köylerimize hâlâ geri dönüşe izin verilmiyor. Ovacık’ta “94 mahallesi” adında bir mahalle de var; kendi topraklarında sürgün yaşayan insanlar… Arkadaşım Devrim Tekinoğlu’nun, “BinDokuzYüzDoksanDört” adında bir belgeseli de var.
Bu “olayı” durduk yere hatırlamadım ve yazmadım tabii ki. Biliyorsunuz, Türkçü, İslamcı, ulusolcu, Kemalist tandanslı bir “kokteyl” koalisyon günlerdir Sezgin Tanrıkulu’na “TSK’ya iftira attı!” gerekçesiyle “asalım mı keselim mi?” diye saldırıyor.
CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, TV100’de yayınlanan bir programa telefonla bağlanarak “TSK'nın yaptığı her şey, eleştiriden azade değil. Biz milletvekiliyiz bunları sorgularız. TSK değil mi 12 Eylül'de darbe yapan? Bu ordu değil mi 15 Temmuz'da darbe girişimi yapan, köyleri yakan… Benim takip ettiğim davalar var. 15 köylüyü helikopterden atan TSK değil mi? AİHM kararıyla sabit hale gelen… Biz eleştirel yaklaşırız. Soru sorarız, doğru olup olmadığını sorarız, TSK üzerinden bu tür şaibelerin kalkması amacıyla bunu sorarız. 40 yılda her şeyi doğru yapsaydı Türkiye bu durumda olmazdı. AİHM kararı orada, 15 tane köylü, kim attı? Bu kadar köyü yaktı? Daha yeni Roboski Uludere oldu… Sizler de eleştirel yaklaşamadığınız için Türkiye bu noktaya geldi” dedi diye o gün bugündür lince maruz kalıyor.
Partisinin Dersim “kökenli” Genel Başkanı ve parti sözcüsü zat da, Sezgin Tanrıkulu sanki yalan, yanlış bir şey demiş gibi “Kabul edilemez, TSK göz bebeğimizdir” açıklamaları yaptılar. Tanrıkulu hakkında jet hızıyla soruşturma açıldı, fezleke hazırlandı…
Acaba bizim köylerimizi gerçekten de Tansu Çiller’in dediği gibi PKK helikopterleri mi yaktı? O ara Bolu Komando Bölüğü oralarda ne yapıyordu peki?
Bence Tansu Çiller “milletine” bu konuda bir açıklama yapsa mesele aydınlığa kavuşacak!!!
(*) Muhtarların anlatımları ve o dönem Ankara’daki görüşme ve girişimler, arkadaşım Cemal Taş’ın Külden Evler başlıklı kitabında detaylarıyla mevcut (Tij Yay. 2007).