OHAL’in ilk ayında çevre politikaları
OHAL ilanından bu yana alınan kararlarla çevre ve yaşam alanları mücadelelerini bundan sonra nelerin beklediğini 10 maddede aktaralım
24.08.2016
OHAL’in ilk ayında çevre politikaları OHAL ilanından bu yana alınan kararlarla çevre ve yaşam alanları mücadelelerini bundan sonra nelerin beklediğini 10 maddede aktaralım PELİN CENGİZ Askerî darbelere karşı gerçek mücadele hukukun üstünlüğünü tesis etmekle, temel hak ve özgürlükleri güçlendirmekle, medyanın baskı altına alınmamasıyla mümkün olabilir. Diğer türlüsü iktidarın elini güçlendirip, tüm kararların tek elden yönetilmesinin önünü açarken, demokratik uygulamaların da önünü kesen bir hâl alıyor. 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimi ve ardından meydana gelen olaylar, Türkiye tarihinin en kanlı gecelerinden biri olarak tarihe geçti. Alınan tedbirlerle, kamuda onbinlerce insanın işsiz bırakılmasıyla, medyaya yönelik baskı ve tehditlerin artmasıyla gelişen süreçle birlikte 21 Temmuz 2016 tarihi itibariyle 90 gün süreyle OHAL ilân edildi. OHAL kapsamında insan haklarıyla, adaletle, ifade özgürlüğüyle, demokrasiyle uyuşmayan pek çok karar alındı. Tüm bu uygulamalardan zaten sesini hak ettiği şekilde duyurma fırsatı bulamayan çevre ve yaşam alanları mücadelesi de nasibini aldı. OHAL, ekoloji mücadelesini görünmez hâle getirirken, OHAL döneminde alınan bazı kararlar bu mücadelenin gelecekte nelerle karşı karşıya kalacağını da göstermesi bakımından önemli. Zira, çevre ve yaşam alanları mücadelesinin demokrasi mücadelesinden ayrı tutulması mümkün olmadığı gibi darbe gibi girişimleri önleyecek en önemli unsurlardan biri de her zaman barıştan, demokrasiden ve adaletten yana olan ekoloji hareketleri ve yaşam savunucularıdır. Ancak, gelinen noktada OHAL bahanesinin ardına sığınılarak, darbe girişimiyle ya da güvenlik politikalarıyla uzaktan yakından ilgisi olmayan yasal düzenlemelerle ekoloji hareketlerinin sesi giderek daha fazla kısılmaya, hattâ yok edilmeye ve onlara hukuk çerçevesinde mücadele alanı bırakmamaya çalışılıyor. Böylesi müdahalelerin, doğrudan yaşam hakkına müdahale olarak kabul edileceğinden, çok tehlikeli bir sürece işaret ettiğini de vurgulamak gerek. OHAL döneminin birinci ayı yeni tamamlanmışken, alınan yeni kararlarla çevre ve yaşam alanları mücadelelerini bundan sonra bekleyecek en zorlu uygulamalar neymiş 10 maddede aktaralım: 1- ÇED süreçlerinin hızlandırılması: AKP iktidarı, OHAL’i bir anlamda zaten olağanüstü hâl durumunda olan ÇED süreçlerini hızlandırmak için kullanmaya başladı. Doğa talanında sınır tanımayanlar, OHAL sürecini de fırsata çevirdi, OHAL sonrası ÇED süreçlerine verilen jet onaylar dikkat çekti. OHAL’in ilan edildiği akşam Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin ÇED’lerle ilgili yaptığı açıklama, zaten uygulama aşamasında ciddi sorunlar yaşanan ÇED’i tamamen etkisiz ve işlevsiz hâle getirileceğinin sinyallerini verdi. OHAL’i ilk uygulamaya koyan isim olan Özhaseki, sektör temsilcileriyle bir araya geldikten sonra yaptığı açıklamada, “Yatırımcılar için en önemli unsurun zaman olduğunu biliyoruz. Bu anlamda yatırımların önünün açılması için ÇED sürecini hızlandıracağız” diyerek, çevrenin bakanı olduğunu unutup, yatırımcının bakanı olduğunu gösterdi. Nitekim, Özhaseki ilerleyen günlerde, “ÇED’de milletin canına okumuşlar. ÇED kuralları deyip zulme dönüştürmüşler. Dünyanın her yerinde çevre korunarak yatırıma izin verilir, biz put haline getirmişiz çevreyi. Bu taşkınlık da yatırımları engellemiş. Çevre yatırım dengesi lazım” diyerek, OHAL bahanesiyle çıkarılacak Kanun Hükmünde Kararnameler ile şirketlerin önünün ardına kadar açılacağını göstermiş oldu. Aynı günlerde İzmir'de Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, dokuz ilçede toplam dokuz proje için, “ÇED gerekli değildir” kararı verdi. Valiliğin yetkisinde gerçekleşecek projeler için sadece bir tanıtım dosyası yeterli olacağı açıklandı. Bursa kent merkezinin ortasına yapılmak istenen DOSAB Termik Santrali’nin ilk ÇED’i çevrecilerin yoğun mücadelesiyle iptal ettirilmişken, OHAL döneminde projenin ikinci ÇED dosyasına jet hızıyla “ÇED Olumlu” kararı verildi. Yine İstanbul Haliç kıyısına yapılması planlanan mega proje Haliçport’un ÇED raporu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından OHAL döneminde onaylandı. 2- Topçu Kışlası Projesi: Kanlı darbe girişiminin üzerinden henüz birkaç gün geçmişti ki, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kısıklı’da meydanları dolduran kalabalığa seslenirken yaptığı konuşmada, lafı döndürüp dolaştırıp Gezi Parkı'na inşası planlanan Topçu Kışlası’n getirerek, “isteseler de istemeseler de yapılacak” ifadesini kullandı. Erdoğan’ın Topçu Kışlası ile ilgili tahrikine ilerleyen günlerde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da katılarak, Erdoğan’ın ısrarcı olduğu Topçu Kışlası’nın inşa edileceğini, Kabataş projesinin de “demokrasi nöbeti” biter bitmez yapılacağını söyledi. Ülke olarak askerî darbe girişimi yeni atlatılmışken, bu ısrarın, toplumda fay hattı yaratan, ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı bu söylemin yeniden dile getirilmesinin ardındaki sebepler kafalarda soru işareti yarattı. 3- Askerî alanların imara açılması: OHAL ilanının hemen ardından gündeme getirilen ve kamuoyunda büyük tartışmalara yol açan konulardan biri de, Milli Savunma Bakanlığı’nın yürüttüğü çalışma ile askerî alanların şehir dışına taşınması ve boşalacak arazilerin imara açılması oldu. Uygulamanın hayata geçmesi halinde özellikle büyük şehirlerde “yeşilin son kalesi” olarak nitelendirilebilecek kışlalar da betonlaşma, rant ve talan tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. Uzmanlar, kışla arazilerinin halkın kullanımına açılmak üzere yeşil alanlar olarak bırakılmasını savunuyor. 540 bin hektar alana sahip İstanbul’un 56 bin hektarlık alanı askerî alanlardan oluşuyor. Tapuda Hazine’ye kayıtlı olan fakat kullanım için askerlere tahsis edilmiş bu alanlar boşaltıldığında araziler Hazine’ye dönecek. Böylece, araziler bakanlıklara, belediyelere ve özel sektöre tahsis edilebilecek. İstanbul’un yüzde 10’unu oluşturan ve büyük oranda yeşil alana sahip olan askerî alanlar birer birer yok edilmiş olacak. Askerî alanların imara açılması gündeme gelince açgözlü sermaye de boş durmadı, Ali Ağaoğlu’nun, Maslak’taki askerî alanı istediğini belirterek, “Cumhurbaşkanımız talimatı versin yarın kazmayı vuralım. Kamu yer göstersin hiçbir karşılık beklemeden 239 şehide 239 ev yaparım” demesi tepki çekti. 4- Kabataş İskelesi’ne Martı Projesi: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın, “Ustalık döneminin en önemli eserlerinden biri” olarak açıkladığı Kabataş Martı Projesi, iskeleleri halkın kullanımına kapatmanın yanı sıra, denize dolgu yapılmasını ve kıyı çizgisine martı şeklinde bir yapının inşa edilmesi öngörüyor. İçerdiği 83 bin metrekarelik dev beton dolgu alanıyla aslında mega projeler sınıfına girebilecek özellikte. İlk gündeme geliş tarihi 2005 yılına dayanan projenin, darbe tartışmalarının en yoğun olduğu günlerde tekrar masaya sürülmesi darbe fırsatçılığına işaret ediyor. İstanbul’da kamusal alanları savunanların Kabataş İskelesi mücadelesi OHAL’e rağmen devam etse de, karşımızda aklına koyduğunu ne pahasına olursa olsun hayata geçiren bir iktidar var. Uzmanlar, Kabataş iskelelerinin denizi doldurmadan, yaya trafiğiyle ilgili düzenlemeler yapılarak yenilenebileceği görüşünde. Halkın kullanımına kapatılan Kabataş’taki projenin üç yıl sürmesi bekleniyor. Hem kıyı hattında, hem tarihî dokuda, hem de deniz ekosisteminde yaratacağı geri dönüşü olmayan tahribatlar var. Ayrıca beton dolgunun deprem sırasında önemli riskler içerebileceği belirtiliyor. 5- Haydarpaşa Garı’nın özelleştirmeye açılması: OHAL ortamı içinde yağma politikalarından nasibini alan en önemli yapılardan biri hiç kuşkusuz Haydarpaşa Garı. 2004 yılında Haydarpaşa Gar ve Liman Dönüşüm Projesi ile, garın ve tarihî yapıların da içinde bulunduğu çevresindeki alanın ranta ve talana açılmasına karar verilmişti. Kamuoyunun tepkisiyle karşılaşan proje, açılan iptal davaları nedeniyle uygulamaya konamamıştı. OHAL’in ilânıyla birlikte bu proje de yine aynı günlerde gündeme getirilerek, bir an önce uygulamaya sokulmaya çalışılıyor. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, önceden satamadığı Haydarpaşa Garı, liman ve geri sahasını özelleştirme kapsamına alarak OHAL’den yararlanarak satmaya çalışıyor. 6- Akkuyu Nükleer Santrali: OHAL döneminin ilk bir ayında Akkuyu Nükleer Santrali ile ilgili de son derece kritik bir karara imza atıldı. Uçak krizinin ardından St. Petersburg'da bir araya gelen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, iki ülke arasında ilişkilerin eskiye dönmesi konusunda kararlılık vurgusu yaparken, altı çizilen önemli konulardan birisi Akkuyu Nükleer Santrali'ne “stratejik yatırım” statüsü verilecek olmasıydı. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerde iki tarafın da koz olarak kullandığı Akkuyu finansmanından, yönetimindeki değişikliklerden, uçak krizi sırasında Rusların Akkuyu NGS’deki yüzde 49’luk paylarını satmak istemelerinden, projenin bitiş tarihinin sürekli ileriye atılmasına kadar pek çok sorun barındırırken, stratejik yatırım statüsüyle vergi muafiyetlerinden ve teşviklerden faydalanabilecek. İktidarın OHAL döneminde nükleer alanında tek girişimi Akkuyu ile ilgili değildi. Üçüncü nükleer santral için adım adım Çin’le işbirliğine giden Türkiye adına Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın haziran sonunda Çin’de imzaladığı anlaşma yine OHAL günlerinde TBMM’de kabul edildi. 7- Madde 75: OHAL dönemi uygulamalarının doğa ve yaşam alanları açısından en büyük tahribat yaratacak olanı şüphesiz Madde 75’in kabul edilmesi oldu. Ağustos başından 19 Ağustos cuma gecesine kadar TBMM bu kanun tasarısıyla meşguldü. Tasarı TBMM’ye, “Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” başlığıyla sunuldu, Plan ve Bütçe Komisyonu adını “Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi, İki İl Merkezinin Değiştirilmesi ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”na dönüştürdü. Ekoloji hareketlerinin aleyhinde kampanya başlattığı tasarının ilk halindeki 70. madde, Komisyon’un kabul ettiği metinde 75. madde olarak yer aldı. Bu madde hükümetin stratejik proje bazlı yatırımları hızlandırarak, tabiat varlıkları ve SİT alanlarına yapılacak yatırımları tüm denetim mekanizmalarının dışında tutmayı hedefliyor. Nükleer santraller, HES'ler, altyapı yatırımları, termik santraller, mega projeler, bu yasayla tek bir Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası Danıştay'ın defalarca verdiği iptal kararlarına rağmen onaydan geçmiş olacak. Yine aynı yasayla bu yatırımlara; Kurumlar Vergisi ve Gümrük Vergisi muafiyeti, gelir vergisi stopajı teşviki tanınacak. Hazine arazilerinin 49 yıllığına bedelsiz tahsisi sağlanacak, sabit yatırım tutarının finansmanında kullanılacak krediler için 10 yıla kadar faiz veya kâr payı desteği ya da hibe desteği sağlanacak. Bu yatırımlar akla hayale gelmeyen dokunulmazlıklara ve teşviklere sahip olacak. 8- Çevre eylemlerinin engellenmesi: OHAL dönemi uygulamalarının kendini önemli şekilde hissettirdiği diğer bir alan ise protesto hakkının engellenmesi yönünde oldu. AKP’nin gerçekleştirdiği “demokrasi nöbetleri” haftalarca sürerken, halkın AKP’li olmayan kesimine protesto yasağı getirildi. Örneğin, Aydın Valiliği 12 jeotermal saha ihalesinin yapılmasını protesto etmek isteyen çevrecilere OHAL gerekçesiyle izin vermedi. OHAL Kanunu ile hükümetin, “Kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak, ertelemek, izne bağlamak. İzne bağladığı her türlü toplantıyı izletmek, gözetim altında tutmak veya gerekiyorsa dağıtmak” yetkilerine sahip olması aynı zamanda yine kanunda, kolluk kuvvetlerinin silah kullanma yetkilerinin genişletilmesi çevre mücadelelerine aktivistlerin ve yerel halkların katılımını mümkün kılmıyor, çevre hareketlerinin üzerinde baskı var. OHAL ile birlikte çevre meseleleri ve çevre hareketleri görünmez kılınmış oldu, OHAL fırsatçılığıyla toprağın, ağacın, suyun hakkının savunanlar sindirildi. 9- Varlık Fonu: Türkiye Varlık Fonu Kurulması ile Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek, yasalaştı. Varlık Fonu adı altında denetimden muaf adeta ikinci bir Hazine oluşturuluyor. Ekonomiyi canlandırmak, bu fonla sermaye yaratmak isteyen AKP iktidarı, aynı zamanda beton, asfalt ve kirli enerjilere dayalı ekonominin can damarı konumundaki mega projelere de kaynak aktarmak için yeni bir yöntem yaratmış oldu. Tamamen Bakanlar Kurulu’nun kontrolünde olacağı belirtilen Kurulacak Türkiye Varlık Yönetimi A.Ş. ile Türkiye Varlık Fonu, buna göre kurulacak şirket ve alt fonlar Gelir ve Kurumlar Vergisi'nden muaf olacak. Bu muafiyet, Türkiye Varlık Fonu ve şirket kazanç ve iratları üzerinden Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanunu uyarınca yapılacak vergi kesintilerini de kapsayacak. Fonun kaynakları arasında Bakanlar Kurulu’nca fona aktarılmasına veya şirket tarafından yönetilmesine karar verilen kamu kurum ve kuruluşlarının tasarrufu altında bulunan ihtiyaç fazlası gelir, kaynak ve varlıklar ile fon tarafından yurt içi ve yurt dışı sermaye ve para piyasalarından ilgili mevzuat kapsamında yer alan izin ve onaylar aranmaksızın sağlanan finansman ve kaynaklar da yer alacak. AKP’nin son yıllarda en önem verdiği 3. köprü, 3. havalimanı, Kanal İstanbul, otoyollar, nükleer santraller gibi büyük projelere kaynak yaratmakta ve kredi bulmakta zorlandığı herkesin malûmu. Bu sayede kamu kesiminin borcu arttırılmadan sermaye yaratılması, yaratılan kaynağın da Varlık Fonu çatısı altında toplanarak bu mega projelere aktarılması planlanıyor. OHAL ile ilgilisi olmayan ama yine çevre ve yaşam alanlarına müdahalesi ve etkileri büyük olacak bir yasal düzenleme daha. 10- Tarımsal kuruluşların özelleştirilmesi: Özel bütçeli kurumların her türlü varlıklarının ve ticari kuruluşlardaki hisselerinin özelleştirme kapsamına olanak sağlayan yasa tasarısı TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda kabul edildi. TBMM Genel Kurulu’ndaki görüşmelerin seyrinin ne yönde olacağı merak konusu. Torba Yasa’nın 35. maddesiyle 113 özel bütçeli kuruluşun Özelleştirme İdaresi Başkanlığı eliyle satılmasının önü açılmış oldu. Hangisi satılır hangisi satılmaz o şimdiden bilinmez ancak kafalardaki soru OHAL dönemiyle bu kuruluşların özelleştirme kapsamına alınması arasında nasıl bir ilişki olduğu yönünde. Listede Atatürk Orman Çiftliği gibi son derece tartışmalı kurumların bulunmasının yanı sıra 17 kuruluşun tamamının tarım ve gıdayla ilişkili olması dikkat çekici. Et ve Süt Kurumu, Toprak Mahsülleri Ofisi, Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü, ÇAY-KUR, Orman Genel Müdürlüğü, Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. Genel Müdürlüğü gibi kritik önemdeki piyasa düzenini sağlayan kuruluşlar var. Bu kuruluşlar hem ülkenin tarım politikalarının oluşturulup uygulanmasında hem de piyasada oluşabilecek spekülatif hareketlerinin önüne geçilmesinde önemli rol oynuyor. Aynı şekilde Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Sulama Birlikleri ve Türkiye Su Enstitüsü’nün özelleştirilmesi halinde çevre ve enerji alanlarında belirsizliklerin hüküm süreceği görülüyor.