Okumalar, değinmeler

Geçen yüzyılda, Düzene uygun kafalar nasıl oluşturulur? adlı bir kitap okumuştum. Kitabın ana fikri, “Okulda insanlar imal edilir. Bu insan yapma sürecine eğitim denir” idi

İLHAMİ ALGÖR

22.02.2025

Müfredat: Okullar neler okutuyor?

Seneler’deki kızımızın okul günlerine dönüyorum: “Müfredat değişmezdi, orta birde Molière’in Zoraki Tabip’iyle orta ikide Scapin’in Dolapları, ardından Racine’in Davacılar’ı ve Victor Hugo’nun “Les pauvres gens” şiiri, orta üçteyse Corneille’in Le Cid’i vd. “

.

Molière’in oyunları, Osmanlı coğrafyasında 19. yüzyıldan beri çok sık sahnelenen, bilinen oyunlar. İlk, ortaokul ve lise yıllarımızda, okul müfredatında Molière okuyup okumadığımızı hatırlamıyorum. Fakat şehir tiyatroları afişlerinde sık karşılaşırdık.

Racine ismi de Osmanlı aydınları için tanıdık bir isim. Hatta Ahmed Midhat Efendi’nin bir oyunu ile Racine’in Phedre oyunu arasında ciddi benzerlikler olduğu ileri sürülür. Aydınların Fransızca etkisi altında olduğu dönemler.

Victor Hugo denildiğinde ise aklıma Namık Kemal gelir. N. Kemal’in, Victor Hugo’dan derin etkilendiği yazılır. Muhtemelen başka Osmanlı aydınları da Hugo’dan etkilenmiştir.

Corneille’in Le Cid’i dahil, bu oyunlar 17. yüzyıl’da yazılmışlardır. Belki de bu konuya, “Kanonlar nasıl uzun ömürlü olabiliyor? Okul müfredatlarının bu uzun ömürde ne gibi bir payı olabilir?” soruları ile yaklaşmam gerekir.

*

“Ödül töreninde, dereceye girenlere Mermoz, Leclerc, de Lattre de Tassigny, Lyautey gibi havacılığın öncülerinin, generallerin, sömürgecilerin kahramanlığını yücelten kitaplar takdim edilirdi armağan olarak. Gündelik hayattaki yiğitlikler de görmezden gelinmezdi, ‘modern dünyanın maceraperestleri’ (Péguy) aile babaları, ‘sıkıcı ve sıradan işlerle geçen mütevazı hayat’lar (Verlaine) da takdir edilmeliydi.”

Yerinde bir hatırlama mı emin değilim ama geçen yüzyılda, Düzene uygun kafalar nasıl oluşturulur? adlı bir kitap okumuştum. (E. A. Rauter, çev. Merlin Ecer, Gözlem Yayınları, 1976) Kitabın ana fikri, “Okulda insanlar imal edilir. Bu insan yapma sürecine eğitim denir” idi. Bu ana fikir doğrultusunda, Seneler romanında, okulda neler okuduklarını anlatan paragrafın Türkçesini yazmayı deneyeceğim.

İlk ve ortaokulda roman okumazdık.  Divan şiiri okur, failatün mefaülün, mefaülün faülün diye bir kalıbı anlamaya çalışırdık. Halen anlamış değilim. Hamaset dolu şiriler okurduk: “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik / Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” (Yahya Kemal Beyatlı).

Bir de hüzün dolu bir dize hatırlıyorum: “Ne yanar bana kimse âteş-i dlden özge / Ne açar kapım bâd-ı sabâdan gayrı” (Fuzuli) Dilini sadeleştirmeyeceğim. O yaştaki bir çocuğa bu dozda bir yalnızlık duygusu zerketmek veya bilmem kaç dizeli şiirin sadece bu dizesini bu yaşına kadar taşıyıp getirmiş olmak ilginç. Neyse, meseleleri mesele etmeyelim.

“Onlar ne okuyordu biz ne okuyorduk?” çizgisine Fransız müfredatı ile devam edeceğim. Yukarıdaki alıntı paragrafta yeralan Mermoz, Leclerc vb isimlerine tek tek baktım. Detaylarına gimeyeceğim. Fakat Lyautey ismi Türkiye’ye değiyor. Şöyle:

“Thorey şatosunun kitaplığında ve Mareşalin yeğeni M. Pierre Lyautey’nin Paris’teki apartmanında bulunan mektuplar, Atatürk’ün Mareşal Lyautey (1845-1934) ile haberleştiğini, Lyautey’nin Milli Mücadele yıllarında Türk dâvasına hizmet ettiğini, Atatürk’ün yazdığı bir teşekkür mektubunu da Mme Berthe G. Gaulis’in kendisine götürdüğünü meydana koymuştur.” (Atatürk ve Lyautey, Fuat Pekin, dergipark.org.tr)

“Modern dünyanın maceraperestleri” (Péguy) ile “sıkıcı ve sıradan işlerle geçen mütevazı hayat”lar (Verlaine) ifadeleri dikkatimi çekiyor. Vikipedi’ye Charles Peguy adını sordum:

“(1873 – 1914), Fransız şair, denemeci ve editör. İki ana ilhamı sosyalizm ve milliyetçilik, ama 1908’de dindar katolik oldu ve Katoliklik, işleri üstünde majör bir etki gösterdi.  Benito Mussolini Faşizm için ‘kaynak’ olarak Péguy’a başvurdu. Ama Peguy bu kendine mal etmeden dehşete düşmüştür.”

Peguy’u bıraktım, “sıkıcı ve sıradan işlerle geçen mütevazı hayat”lar için Verlaine’e döndüm. Paul Verlaine, şiire adı ile anılan bir tarz bırakmış, Valeryen diyorlar:

“Valéry’nin sanatı ahenk arzusu ve ideali üzerine kuruludur. O, şiiri musiki ve mimari gibi bir armoni sanatı olarak kabul eder. Kelimelerin anlamları kadar ses renklerine ve müzikal değerlerine de ehemmiyet verir. Şair ona göre bir kelime kuyumcusudur.”  (Dr. Melih Yener, “Valeryen şiir ve Tanpınar”, dergipark.org.tr)

Acaba biz ortaokulda Tanpınar okuyor muyduk? İlkokula 1960-61 gibi başladım. (Türkiye’de ordu darbe yaptı. İki sene sonra Kennedy’yi vurdular. Annem “yazık oldu, iyi adamdı” dedi.) 1960-68 arası ilk ve ortaokul öğrencisi olarak ne okuduğumu hatırlamıyorum. Ömer Seyfettin’in bir hikâyesinden bir imge, bir sahne dışında başka bir şey hatırlamıyorum. Ömer Seyfettin (1884-1920), Türk kısa hikâyeciliğinin kurucu ismi, ayrıca edebiyatta Türkçülük akımının kurucularından olarak tanımlanıyor. Yazar, şair, asker ve öğretmen. Çok ilginç bir bileşim.  Hatırladığım kadarıyla Ö. Seyfettin hikâyesi şöyle bir şeydi:

Hikâye kahramanı açık arazide, uzakta bir evin duvarında bir kırmızılık görüyor, Türk bayrağı olduğunu düşünerek seviniyor, kendini iyi hissediyordu. Kendini iyi hissetmek için Türkçe bir simgeye neden ihtiyaç duyduğunu da hatırlamıyorum. Fakat eve yaklaştığında, bayrak sandığı şeyin kurutulmak için asılmış ve artık kızarmış biberler olduğunu görüyor, hayal kırıklığına uğruyordu. Bu hikâyeyi çocukluğumdan beri hafızamda taşımama sebep olan, o hayal kırıklığıdır.

Bu cümleleri daha önce kısa bir makalede yazmış, sosyal medyadan paylaşmış ve iki cevap almış idim. Cevaplardan biri büyüdüğüm semtten bir abimden geldi: “Bu sözlerin nerede geçtiğini hatırlıyorum. Sofya, Bulgaristan desem… herhalde yanılmam.” Diğer cevap ise akademisyen bir twitdaş’tan geldi: “Öykünün adı Hürriyet Bayrakları. Bu öykü, Ö. Seyfettin’in 1908 devriminin[1] boş bir hayal olduğu düşüncesini yerleştirmek için yazdığı bir algı çalışması.”

**

Haftaya: Kuşakdaşlarıma sordum: “Biz 1950’li doğumlular olarak ilk ve ortaokulda şiir ve edebiyat olarak ne okurduk?”

[1] 1908’de olup bitenler “Padişah II. Abdülhamid yönetiminin sona ermesi ve Meşrutiyet’in yeniden ilanı talebiyle gerçekleşen devrimdir.” olarak tanımlanıyor. Bazı tarihçiler “darbe” diyorlar. Şu adreste konuya dair darbe/devrim ikilemini aşan bir bakış var: https://birikimdergisi.com/guncel/11004/mahmut-sevket-pasa-reloaded