Okumalar, Değinmeler-10: “Onbinlerce dört ayaklı”
Tatlı tatlı sohbet eder gibi aktarıyor, değiniyorum ama toprağın emdiği kanı unutmuyorum.
07.10.2022
Kitabın adı; Moğolların Kısa Tarihi. İletişim Yayınları’nın tivitır hesabında, kitaba dair şu notu gördüm: “George Lane, Moğolların Kısa Tarihi’nde, Moğolların önüne çıkan her şeyi yıkıp geçen fetihçi ve yenilmezler ordusu değil, gittiği yerlerdeki koşullarla ilişkilenmeyi bilen gelişkin bir topluluk olduğunu öne sürüyor.”
Yani kazmalar topluluğu değiller. Mantıkları, muhakemeleri, kurumları, zekaları var. Mesele sadece, at üstünde koştururken geriye doğru ok atmak değil yani.
***
“Moğol’un geçtiği yerde ot bitmez” derler. Bu söz, Moğolların yakıp yıkan, mahvedici bir sürü olduğu anlamına kullanılıyor. Acaba lafın bir anlamı daha olabilir mi? Yani “onbinlerce dört ayaklının geçtiği otlaklarda ot bitmez” anlamına da gelebilir mi?
Mesela binlerce koyunluk sürüler Elazığ dağlarından yol sürüp Erzincan-Mercan yaylalarına gelirlerdi. (1960, 70’li yılların tanığı olarak konuşuyorum.) İşinde uzman çoban aileleri, başları bir tür hotozlu neneler ve çocuklar dahil, obalar halinde gelirlerdi. Onlara Şavaklar denirdi. Büyük sürü sahiplerinin küçükbaş hayvanlarını yayan, süren, yaşatan profesyonel çobanlardı. Kalabalık sürüleri ile geldikleri yaylalar ve meralar, Erzincan köylüsünün ineklerinin otladığı alanlardı. Şavak sürüleri geçtikleri meranın otunu tüketirlerdi. Bu yüzden sık sık mera anlaşmazlıkları, taşlı sopalı kavgalar çıkardı. Köylüler uzun sırıklar ile teçhizatlanır fakat Şavaklar -kadın ve çocuklar dahil-, çok iyi sapan kullanırlardı. Kuş sapanı değil.
(Tek tek tanıdığım insanlardan “köylüler” diye söz etmek biraz garip kaçıyor.)
***
Moğol kelimesi Türkiye’de doğup büyümüş birileri için çok şey söyleyebilir. Cengiz, Kubilay, Timuçin, Toktamış isimleri, Moğollar müzik grubu vb. Moğolistan’a at binmeye giden birini ve Moğolistan gezisinden Moğol çadırı ile dönen başka birini tanıyorum. Veya Dünya gazetesinin (rahmetli) sahibi Nezih Demirkent benim de bulunduğum bir ortamda, Moğol kökenli olduğundan söz ediyordu. Konuştuğu kişi de Moğol kökenli olduğunu söyleyen bir Milaslı idi. Ben sadece asansördeki üçüncü kişi idim.
Ve ilkokuldan beri bildiğim hikâye: Oğuz Kağan çocuklarından bir ok istedi aldı ve oku kolayca kırdı. Bir demet ok istedi ve kıramadı. Yani “birlik olun” demeye getirdi. Kitabımızın yazarı G. Lane, yukarıdaki ok hikâyesinin Moğolların Gizli Tarihi’nin açılış bölümünde yer aldığını söyler.
Gizli Tarih, “Yazılış tarihi ve kim tarafından yazıldığı tam olarak bilinmeyen Moğolca bir manzum kronik. (…) Cengiz Han’ın yaşamı ve işleri hakkındaki tek hakiki (bunu güvenilirlikle karıştırmamak gerekir) yerli anlatıdır.” (G. Lane)
***
Kitaba döneyim, Moğolların gittikleri yerlerin koşulları ile “ilişkilenmeyi bilen…” bir topluluk oldukları cümlesine. Sözkonusu koşulları ve ilişkilenme biçimlerini merak ediyorum.
Mesela bakınız: “Cengiz bozkır’ın dışına çıkıp Çin’in kasaba ve kentlerine hücum ettiğinde, bunu sürgün edilmiş yerleşik Türk-Moğol kabilelerinden Kitanların yardımıyla yapmıştı. Çünkü bu saldırı Kitan topraklarını işgal eden Çurçenlere karşıydı.”
Hadi bu alıntıda, ilişkilenmeyi kolaylaştıran Türk-Moğol ortak zemini var diyelim ve daha zor bir örnek arayalım:
(İslam topraklarına) “… ilk kez girdiğinde orduları, nefret ettikleri Nayman prensi Küçlük’ün zulmüne son vermek için Moğol yardımının tek çıkar yol olduğunu ve işbirliğinin, tacirlerin doğu topraklarına gidebilmesini, batıda gelişen ticareti destekleyeceğini bilen yerli Müslümanlar tarafından memnuniyetle karşılanmıştı.”
Burada biraz duralım. Acaba Büyük İskender’in Helenik yayılması, daha sonra Roma’nın “harika” yolları, doğunun ticaret ehlince ve diğer yerel güç sahiplerince, “işte istikrar, işte huzur ve refah ortamı, işte duble yol” olarak mı yorumlanmıştır?
“İstikrar” sihirli kelime. Malların güvenli ve hızlı sevkiyatını sağlayan tek hükümranlı dönemler, küçük güçleri hizaya sokan büyük güç şeysi. Mesela Vikipedia Moğol “istikrar”ı için şunları yazıyor: “Batı ile Doğu’yu birleştirmiş, bu sayede İpek ve Baharat Yolları’nda ticaret yapmak güvenli olmuş ve “Pax Mongolica” denilen barış dönemi yaşanmıştır.” (Pax Mongolica, 13-14. yüzyılları kapsar.)
Bu Pax’ların hepsine, Pax Roma, Mongolica, Ottomana, Britannica, Americana’ya baktım. Hepsinin sicili yayılmacılık üstüne ve hakimiyetleri sürdüğü müddetçe durumun adı “istikrar” oluyor.
Moğolların gittikleri yerlerin koşulları ile ilişkilenmeleri konusuna son bir örnek vereyim:
(Cengiz’in) “Torunu Hülagu devasa imparatorluk ordularını, İran’ın tam kalbine sürdüğünde, Moğol safları; sapkın İsmailîlerin bu topraklardan sürülmesine, İran’daki komşularının tepesine binmiş Arap halifenin devrilmesine (…) yardım etmek isteyen yerel İranlı birlikleriyle dolup taşmıştı.”
(“sapkın” kelimesi tartışılır. Kim kimi, nereden bakışla tanımlıyor, adlandırıyor?)
***
Kitapta dikkatimi çeken (hayretimi mucib) bir detay var. Cengiz Han henüz kendisine “Cengiz” adı verilmemişken, henüz yolun başında iken destekçilerinin bir kısmı şunlar:
“…destekçiler Türk-Moğol yönetici elitlerini temsil etmiyorlardı, daha ziyade karman çorman bir gruptu. İçlerinde üç Hıristiyan Kerait, bir Merkit, iki Budist Kitan ve muhtemelen tüccar olan üç Müslüman vardı.”
Bu grubun eski dünyayı Çin’den, Doğu Avrupa’ya kadar kaplayan bir İmparatorluğa dönüşmesine imkan veren bir dış faktör var: Çevre, iklim koşulları.
Kitabımızın yazarı G. Lane, bir iklim uzmanından aktararak şunları söylüyor: “G. Jankins 1974 yılında, Moğolistan’da 1175-1260 yılları arasında ortalama sıcaklıklarda düzenli ve hızlı bir düşüş yaşandığını gösteren veriler sundu. Jenkins’e göre böylesine büyük ve çevreyi değiştirecek nitelikteki iklim değişiklikleri, kabilelerin birleşme kararı alıp ekili topraklara yönelik büyük çaplı ve uzun süren akınlara girişmelerinde kesin bir rol oynamış olmalıydı.” (*)
Mesele sadece, at üstünde giderken geriye dönük ok atmak değil yani. Şartlar, göçebe kabileleri birbirlerini kemirmekten ziyade bir araya gelmeye ve kabileler konfederasyonu oluşturmaya zorluyor. Cengiz, bu yeni teşkilatlanmanın omurgası: “Tek darbede, nesiller boyu bozkırın tarihine ayak bağı olan eski kabile sistemini ortadan kaldırmıştı.” (G.Lane)
(Yazarımızın “ayak bağı” ifadesini tercihi, “ilerlemeci” bir ön kabulü, düşünsel perspektifi olduğu anlamına gelebilir mi? Cengiz Han’a dair “…dünyanın deneyimlediği ilk küreselleşmenin mimarıdır” cümlesini de sorumun yanına eklersek, onun için “devrimci” kelimesini kullandığını da hesaba katarsak…?)
***
Tatlı tatlı sohbet eder gibi aktarıyor, değiniyorum ama toprağın emdiği kanı unutmuyorum. O “pax”lar kurulurken ve yaşarken birileri ağır maliyetler ödüyor.
Alıntılarım ve değinmelerim kitabın (**) sadece giriş bölümünden. Belki bir sonraki yazıda Moğolların Gizli Tarihi’nin diğer sayfalarını da karıştırırız.
Selam sevgiyinen
(*) “İklim/Çevre” başlığı altında genellikle problem verilir. Esasen kimse de ağzının tadı kaçsın istemez ve bu konulardan uzak durur. O hadiseler ya uzak bir geçmişte olmuştur ya da uzak bir gelecekte olacaktır sanki. İnsan, kendi kendini aldatmaya yatkın bir canlı türü. Belki de bu yüzden hikâyeler her zaman dinleyici bulabiliyor. Şuraya bir hikâye bırakayım. Her birimizin kahramanı olduğu bir hikâye. Hikâye’ye ulaşmak için şu sorunun peşine düşmemiz gerekiyor: Okyanuslardaki asitlenme, ekosistemleri nereye sürüklüyor?
(**) Moğolların Kısa Tarihi, George Lane, , çev. Turgay Sivrikaya, İletişim Yayn.
—–
Kapak Görseli: Tashi Kongma (Pixabay)