Okumalar, Değinmeler-12: Yastıkname’nin uya(ndı)rdıkları
“Deniz yırtılır kimi zaman, / Bilmezsiniz kim diker” Çevirmenler diker bence.
22.10.2022
“Anlatı, anlatıcı” kavramları yazılarımda sık geçiyor. Oysa dinleyiciler de var. Dinleyen yoksa kime ne anlatacaksın? Yıllar önce Kelt astrolojisine göre burcuma bakmıştım, “Akçaağaç burcu. Dinleyeni olursa çok konuşur” demişti sistem. Gerçi kendi kendine mırıldanmanın da bir tadı var ama yine de bir dinleyenim olmasını tercih ederim. İyidir.
Anlatıcılar ve dinleyiciler dışında bir de çevirmenler var. Aslında dışında değiller, çok içindeler. Sessiz kahramanlar. Dünyanın söküklerini dikerler. O ucu bu uca bağlarlar: “Deniz yırtılır kimi zaman, / Bilmezsiniz kim diker” (O. Veli) Çevirmenler diker bence. Yıllardır çevirmenlere yapılan haksızlıkları duyuyorum. Kitap Çevirmenleri Girişimi olarak biraraya gelmişler. (Geç haberdar oldum, özür dilerim.) 83 çevirmen ortaklaşa çalışarak Türkçe’ye bir kitap çevirmişler: Yastıkname (Sei Şonagon, Metis Yayınları)
“Dünyada bir ilk niteliği taşıyan bu ortak çalışma aynı zamanda kitap çevirmenlerinin meslek birliği içinde bir araya gelişlerini simgeliyor.” (T. Birkan, Sunuş)
Yastıkname ve yazarına dair
“…Osmanlı edebiyatıyla analoji kurup Yastıkname adıyla çevirdiğimiz, ama bu tür kaygılar gözetmeyen bir çevirmenin pekâlâ ‘Başucu Kitabı’ da diyebileceği ‘Makura no Soşi’, Japon edebiyatında zuihitsu adı verilen türün ilk ve en önemli numunesi sayılıyor. Düz çevirisiyle ‘kalemi izle’, daha dolambaçlı bir çeviriyle de ‘kalemine ket vurma, hangi konuda olursa olsun içinden nasıl yazmak geliyorsa öyle yaz’ denebilir belki zuihitsu'ya. Yani kendi başına bir tür yaratmış bir kitap Yastıkname.” (T. Birkan, Sunuş)
Yastıkname, Japon imparatoriçesinin nedimesi Sei Şonagon’un (1) günlükleri. 900’lü yılların sonlarına doğru, ayrıksı, nev-i şahsına münhasır bir kalem:
“Gece boyu kesinlikle geleceğini düşündüğün bir adamı beklemişsindir. Şafak sökerken, tam adamı bir an unutup uykuya daldığın sırada, bir karga öter. Sıçrayarak uyanır ve bir bakarsın ki gün ağarmış – en hayret verici şeylerden biridir bu.” (Yastıkname, 64. Şaşırtıcı ve Üzücü Şeyler)
“Sei Şonagon, ‘defterine’ aklına esen her şeyi yazmış: Tanık olduğu küçük, sıradan olayları, anılarını, önemli bulduğu konulardaki fikirlerini; hoşuna giden gitmeyen, muhteşem ya da moral bozucu bulduğu, kalp atışını hızlandıran ya da asabını bozan, ‘gıcık’ ya da hayran olduğu şeyleri…” (T. Birkan, Sunuş)
“Başkalarının da okuyacağı bir yerlere böyle şeyler yazmamak gerekir belki, ama ben kimsenin bu notları göreceğini düşünmüyordum ki; o yüzden de ne kadar garip ya da nahoş olursa olsun aklıma ne gelirse yazdım.” (Yastıkname, 92. Kıymetsiz Şeyler)
Sei Şonagon kimdir?
T. Birkan’ın ihtiyatla kullandığı ifade ile Sei Şonagon, çok sayıda sanatçı yetiştirmiş “üst orta sınıf” bir aileye mensup. Şonagon’un babası, Heian döneminin en ünlü şiir antolojilerinden birini hazırlayan ekip mensuplarından. Şonagon, dönemine göre iyi bir eğitim almış.
(Şonagon) “…on küsur yıl yaşadığı sarayın gündelik hayatında kendisinden başka kimselerin göremediği ayrıntıları, ‘karşısına çıkan’ insanların zaaflarını, gülünçlüklerini ve elbette hoşluklarını öyle ince bir mizahla yazmış; (…) bir yandan, herkeslerin otomatikman bir görkem ve yücelik atfettiği ortam ve kişileri sıradanlaştırıp ‘dünyevileştirirken’, bir yandan da en sıradan faaliyetlere ve insanlara o ayrıntıcı gözüyle (…) öyle bir şiirsellik ve aşkınlık katabilmiş ki birçok çağdaşı unutulup gitmişken o bugün hâlâ bizlerle.” (T. Birkan, Sunuş)
“Tarağını temizlerken, tarağın dişlerinden birine bir şey takılır ve tarak kırılır.
Bir öküz arabası devrilir. İnsan, böylesine sağlam, büyük bir nesnenin sonsuza dek tekerlekleri üzerinde kalacağını zanneder halbuki. Bir rüya gibidir, sersemletir insanı, ağzın açık kalakalırsın.
Bir çocuk veya bir yetişkin, insanları rahatsız edecek bir şeyi patavatsızca ağzından kaçırıverir.” (Yastıkname, 64. Şaşırtıcı ve Üzücü Şeyler)
***
Şonagon ile eş zamanlı yaşamış bir saray nedimesi daha var: Murasaki Şikibu. Hanımefendiyi, önce Vikipedia yalınlığı ile takdim edeyim, sonra Yastıkname’nin editörü Tuncay Birkan’ın aktardığı bir saray dedikodusuna geleceğim:
“Gerçek adı bilinmeyen ve Heian Dönemi’nde imparatorluk nedimelerinden biri olan Murasaki Şikibu, dünyanın ilk romanı kabul edilen Genji’nin Hikayesi’nin yazarıdır. Aynı zamanda bir şair olan Murasaki Şikibu’nun diğer eseri ise Murasaki Hanım’ın Günlüğü’dür.” (Vikipedia)
Ve editör Birkan’ın aktardığı dedikodu, Murasaki Şikibu’nun Sei Şonagon’a dair düşünceleri:
“Sei Şonagon’un kendinden pek memnun bir havası var. Ama sağa sola saçıp bir de böyle yayılmalarını istemiyormuş gibi davrandığı o Çin işi yazılarını şöyle bir durup incelediğimizde, hatalarla dolu olduğunu görürüz. Başkalarından farklı olmak için bu kadar çok uğraşan birinin insanların gözünden düşmesi kaçınılmaz, ileride çok zorluk çekeceğini tahmin ediyorum. Kabiliyetli bir kadın şüphesiz. Ama, insan en olmadık ortamlarda bile duygularını böyle uluorta sergilerse, karşısına çıkan hiçbir ilginç şeyi kaçırmamaya çabalarsa, insanların ona aklı bir karış havada biri gözüyle bakmaları kaçınılmaz. Böyle bir kadının akıbeti iyi olabilir mi?”
Şikibu Hanım, “akıbet” vurgusu ile şöyle diyor olabilir mi?: “Kızım yeteneklisin fakat burnun biraz havada, dikkat et sürtülmesin.”
***
Vaktiyle, Hisli Kirpi’de (2) Japon kadın bir şair’den alıntı yapmıştım:
“Kar bastırdı, kış kıyamet, kol geziyor soğuk / Çeksek yorganı, sevişsek, yaz gelir, kızışır ortalık.”
Alıntıyı şu cümleler ile sarmalayarak takdim etmiştim:
“Yedinci yüzyılda bir kadın yazmış. Eski mi şimdi bu? Eski nedir ki?”
Derdim şu idi: “Eski” dediğimiz dönemlerin insanlarının senin benim gibi insanlar olduklarını unutmaya yatkın bir kültür var dünyada. Bir ölçüde doğal. Herkes nabzının attığı zaman ile meşgul. Fakat bazı hallerde geriye dönük bir sağırlık ve hatta ileriye dönük bir körlüğe yol açıyor şimdicilik.
***
Buralarda da bir hanım günlüğü var: Üsküplü Asiye Hatun'un Rüya Defteri (1641-1643). Cemal Kafadar Hoca, Kim var imiş biz burada yoğ iken adlı ve “Dört Osmanlı: Yeniçeri, Tüccar, Derviş ve Hatun” altbaşlıklı kitabında (Metis Yay.) sözünü etti. Kitap elimde yok, ayrıntı veremiyorum. Fakat yorumlara göre bu defter rüyalardan öte, eski edebiyatın hatıra veya otobiyografi türüne ait güzel bir örnek teşkil etmektedir.
Veya 19. yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı Saray nedimesi Leyla Hanım var:
“Zevk-i sevda duymadın / Aşıkperestar olmadın / Ol kadar sevdim de / Aşkımdan haberdar olmadın.”
Leyla Hanım şunu da diyebilmiş birisi:
“Kıl meclisi âmâde ne derlerse desinler / İç dilber ile bâde ne derlerse desinler.” (Aldırma buluş sevdiğinle,
Çıkar keyfini birlikteliğin, ne derlerse desinler.)
“Elalem ne der?” korkusu, 10. yüzyıl Japonya’sından günümüze kadar her yerde. Kimdir bu “elalem”, nasıl varolabiliyor yüzyılları aşarak?
***
Şonegon ve Birkan’a teşekkür ederim. 83 çevirmene ve birliklerine de. Yastıkname değinmelerine haftaya devam edesim var. Selam sevgi ile
(İç ses: Memleket gündemi ile bu yazı arasındaki uçurum… Nasıl diyeyim…)
*
Not: Borges ve Maria Kodama, Şonagon’un günlüklerini İspanyolca’ya çevirmişler: El libro de la almohada. (Yastık Kitabı)
(1) “Ön adı bilinmiyor; ‘Sei’, soyadı Kiyovara’nın ilk karakterinin Çince’deki okunuşu, ‘Şonagon’ ise o dönemin Japon sarayında belli işlerle görevli nedimeler için kullanılan genel bir unvan.” (T. Birkan, Sunuş) + (Şikibu Hanım’ın da tam adı bilinmiyor. –ilh-)
(2) Hisli Kirpi, İ. Algör, İletişim Yayınları.