Okumalar, Değinmeler-13: Japon milliyetçileri ve karnaval

Japon milliyetçisi edebiyat çevreleri Şonagon’u “fazla kadınsı” buluyor ve Edebi Kanon’a dahil etmiyorlar.

İLHAMİ ALGÖR

29.10.2022

“Kızıl hakama giymiş alt tabakadan bir kadın. Bugünlerde böyle manzaralarla çok karşılaşılıyor.” (Yastıkname, 32. Yakışıksız şeyler)
 
Önceki yazıda, 10. yüzyıl Japonya’sında saray nedimesi Sei Şonagon’un, Yastıkname adlı kitabından söz etmiştim. 83 çevirmenin ortak emeği ile var edilmiş bir kitap. Ve bu ortak emek, ÇEV-BİR adında bir meslek birlikteliğini de var etti. İki güzel hareket.
 
Yastıkname’ye dair okuma, değinmelere devam etme nedenim şu: Kitabın editörü Tuncay Birkan’ın “Sunuş” yazısı, düşünceleri dürten bir yazı. Mesela, Şonagon’un ve yaşadığı döneminin önem ve ayrıksılığını izah ederken, o esnada Şonagon’un yaşadığı dönemin kadınsılığı ile sonraki dönemin erilliği farkını da veriyor.
 
Kadın eli değmiş bir dönem
“Heian dönemi (…) bugün geleneksel Japon kültürü denince akla gelebilecek olan unsurların birçoğunun bulunmadığı, hatta bazı Japon milliyetçilerinin oluşturmak istedikleri milliyetçi ve eril anlatıyı, militarizmin esamisi okunmadığı için sekteye uğratması yüzünden pek hayırla yâd etmedikleri bir dönem.” (T. Birkan, Yastıkname, Sunuş)
 
(Hatta Japon milliyetçisi edebiyat çevreleri, Şonagon’un yazdıklarını “fazla kadınsı” buluyor ve Seçilmiş Yüksekler Tapınağı’na, Edebi Kanon’a dahil etmiyorlar.)
 
Farklılığın nedenlerinden biri de: “Japonya’nın görece yalıtılmış bir ada olması sayesinde uzun süre savaş ve istilalara karşı korunabilmişliği ve bu yüzden de askerlerin gördüğü işlevin çok büyük ölçüde salt törensel bir düzeye çekilmiş olması. (…) Savaş ve çatışmalardan uzak durup sık sık kutladıkları envai çeşit bayramla birbirlerini ve doğayı temaşa ederek estetik hazlar devşirme lüksü bulabilmiş bir kültürdür bu. (…) Hakikaten ciddi ölçüde ‘kadın eli değmiş’ bir dönemdir Heian dönemi ve benzersizliği de büyük oranda buradan kaynaklanır.” (T. Birkan, Yastıkname, Sunuş)
 
O esnada gezegenin diğer bölgelerinde
Birkan, 10. yüzyılda Japonya’da Heian döneminin ayrıksılığını anlatırken o esnada dünyanın diğer taraflarında ne olup bittiğini de ekliyor:
 
“Aynı dönemlerde, serpilmekte olan Arap-İslam medeniyetinin tam da bu alanlarda birbirinden parlak çalışmalar üretmiş olduğunu, mesela İbni Sina’nın tıp, mantık, kimya alanındaki öncü eserlerini hemen hemen Şonagon’la aynı yıllarda yazmış olduğunu hatırlamak ilginç olacaktır. (…) … dünyanın büyük çoğunluğu daha destan çağındadır: Kırgızların ünlü Manas Destanı ile İngilizlerin Beowolf destanı da hemen hemen aynı onyılların ürünüdür, hatta Türklerin Dede Korkut Destanı da bu yıllarda yaratılmış olabilir (9. ila 11. yüzyıllar arasına tarihlenir).” (T. Birkan, Yastıkname, Sunuş)
 
(Bir olguyu izlerken, eşzamanlı diğer olguları da göz önünde bulundurarak, gezegenin “o esnada” hangi kafada olduğuna dair referans noktalarını da yoklayan bir düşünüş biçimi/yöntem. Severim. + Şehnâme veya Şahnâme, Firdevsî'nin eski İran efsaneleri üzerine kurulu manzum destanı da 10. yüzyıl. Şahnâme’yi de anabiliriz.)
 
Yastıkname’ye dönüyorum:
 
“Dallı güllü beyaz bir elbise giymiş, saçları kötü görünen bir kadın.
Kuru saçlar üzerine takılmış gülhatmi.
Kızıl kâğıt üstünde çirkin elyazısı.
Sıradan insanların evlerinin üzerinde biriken kar. Özellikle de ayışığı altında acınacak bir manzaradır.
Mehtaplı bir gecede sade bir yük arabası, ya da böyle bir arabaya koşulmuş kestane renkli bir öküz.
Hayatının baharı bir hayli geride kalmış olmasına rağmen hamile kalmış, soluk soluğa yürüyen bir kadın. Yaşını başını almış bir kadının genç bir kocası olması da hoş değildir zaten, ama kocası birini ziyarete gittiğinde kadının kıskançlığa kapılması çok yakışıksızdır.” (Yastıkname, 32. Yakışıksız Şeyler)
 
Yastıkname’yle birlikte filizlenen bu tür (zuihitsu), saray çevresinde doğmuş olmasına rağmen, gündelik ve dünyevi olanla aşkın ve kutsal olan arasındaki sınırları sürekli ihlal etmesi, sözgelimi dini ayinleri, devlet törenlerini anlatırken aşırı dünyevi ayrıntıların altını çizerken, öte yandan da çok sıradan bir âna, olaya, nesneye, manzaraya muazzam bir şiirsellik katabilmesi açısından büyük Rus kuramcı Bahtin’in anlattığı ‘karnaval’ (1) geleneğinin çok uzaklardaki bir yankısı sayılabilir belki.” (T. Birkan, Yastıkname, Sunuş)
 
“Altıncı Kademe'den Mabeyinci olarak hizmet veren, dolayısıyla Kıdemli Saray Erkânı Odası'na girebilen bir Saray Polisi Zabiti’nin sözcüklerle ifade edilemeyecek kadar muhteşem bir şey olduğu düşünülür. Köylüler ve alt tabakadan insanlar onun bu dünyanın dışından bir yaratık olduğuna inanırlar: Huzurunda korkudan titrer ve gözlerine bakamazlar. Böyle bir adamın bir kadının odasına gizlice girmek için Saray binasının dar koridorlarında sinsi sinsi dolaşması çok yakışıksızdır.” (Yastıkname, 32. Yakışıksız Şeyler)
 
Yazıyı bağlıyorum. Bu satıra kadar gelene müessese hediyesi olarak:
 
“Menekşe rengi bir yeleğin üzerine giyilmiş beyaz bir palto.
Ördek yumurtaları.
Yepyeni gümüş bir kâsede sunulan, içine küçük buz parçaları atılmış liana şurubu.
Necef taşından yapılmış tespih taşları.
Mor salkım çiçekleri. Karla kaplanmış erik ağacı çiçekleri.
Çilek yiyen şirin bir çocuk.” (Yastıkname, 29. Zarif Şeyler)
 
Selam sevgi ile
 
*
1) Bakhtin’in ‘karnaval’ terimi, çok sesliliği, kültürün ve dilin zenginliğini, akışkanlığını ve olumsallığını tanımlamak için geliştirdiği bir kavramdır. Karnaval özellikle Ortaçağ dönemindeki resmi ideolojinin kilise, devlet gibi kurumların monologlaşmış dilinin alaşağı edilmesinin göstergesi olarak belirir.
 
Dipnotun notu: Mihail Bakhtin edebiyat teorisyeni ve kültür kuramcısı olarak, yukarıda yaptığım gibi iki satırlık ansiklopedik dilli bir alıntı ile aktarılabilecek biri değil. Konu derin. Beni aşar. Fakat çok uzaktan bakışla anladığım şu; Bakhtin karnaval ve grotesk gibi kavramlar ile, hiyerarşinin kahkaha ile silkelenmesinin izini sürüyor. Ve hatta elimi dilimi tutamayıp ekleyeyim:
 
“… karnaval yalnızca egemen sınıfların izin verdiği sınırlar içinde gerçekleşen, rahatlama sağlayıp düzenin sürekliliğini koruyan bir tören değildir. Özellikle gülme biçiminde barındırdığı direniş ve başkaldırı gücü, yüksek kültürle aşağı kültür arasındaki sınırlarda çeşitli gedikler açarak farklı alanlara sızar. Ama bu gücün en yetkin anlatımını bulduğu alan yine edebiyattır. Toplumsal bir kurum olan karnaval, grotesk gerçekçilik olarak edebiyata taşınır.” (“Önsöz”, Karnavaldan Romana: Mikhail Bakhtin, Yay. Haz. Sibel Irzık, Ayrıntı Yayınları, 2001.)
 
—–
Kapak Görseli: shbs (Pixabay)