Okumalar, Değinmeler-14: Efendi, otantik ve sahici
“Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor.” Havalı bir giriş yapayım istedim. “Efendi” kelimesini merak ettim.
05.11.2022
“Kelimeler albayım, bazı anlamlara gelmiyor.” (1)
Havalı bir giriş yapayım istedim. Ne havası, neyin havası bilmiyorum ama “zengin gösterir” derler.
Kitabın adı; Etimoloji Işığında Kelimelerin Dünyasında Gezintiler (2) Sunuş’un ilk paragrafı şu:
“Türkçe tarih boyunca yabancı dillerden pek çok kelime almış, ama başka dillere pek çok kelime de vermiş olan bir dil. Başka dillere verdikleri bu kitabın konusu değil. Bizi burada ilgilendiren başka dillerden aldıklarımız.”
(“Yabancı” diller mi, “başka” diller mi? Bu ara not, bir eleştiri değil. Mesela televizyonlar film sunarken “yabancı sinema” başlığı ile sunuyorlar. Film dediğin bu gezegen canlısının yaptığı şeylerden biri, bir düşünüşün ifadesi, neden yabancı olsun? Bu konuda arıza çıkarmaya müsaidim. Mesela bkz.)
Arapça ve Farsça’dan Türkçe’ye geçen kelimeler ile Batı dillerinden geçen kelimelerin alınış, kabul ediliş, dile geçişlerindeki farklılığa dair şöyle bir izahı var B. Aksoy’un:
(Arapça ve Farsça’dan) “…Türkçeye geçen kelimeler belirli bir düzenlilik içinde geçmiştir. (…) alınan kelimelerin pek çoğu ortak köklere bağlı, aralarında anlam bağı bulunan öbekler halindeydi. Örneğin (…) cemiyet, cem, cami, cuma, cemaat, camia, icmâ, mecmua, içtima kelimeleri ‘toplanmak’ anlamına gelen ‘cem’ kökünden çıkmıştır.”
Yani örneğin, ben Arapça Farsça bilmesem bile, bu dilin içinde yoğrulduğum, gündelik dilde “cem-i cümle” vb. ifadeleri duyarak büyüdüğüm için kelimeler arasındaki kök ortaklığını sezebilirim. Bazen yanılırım fakat bir düzelten mutlaka çıkar. Kelimesever diyebileceğimiz bir insan türü vardır. Her dilde bulunur.
“Oysa,” diyor B. Aksoy, “Batı dillerinden Türkçeye geçen kelimeler sistemli, düzenli alımlar değildir. Bunların hepsi tek tek, ayrı alanlarda (…) ayrı zamanlarda gelişigüzel bir biçimde dilimize girmiştir. Aralarında aynı köke bağlanan kelimeler yok değil; ama bunlar da düzenli alımlarla girmemiş Türkçeye dolayısıyla aralarındaki ortak zemin perdelenmiş gibidir.”
***
Kitabın, “İçindekiler” başlığı altında sıralananlara baktım :
“Theoria”dan “Nazariye”ye, Yalama Olan “Söylem” Terimi, Efendi, “Magazin”in Yolculukları, Patlıcan’ın Yazdığı Tarih, “Modern”in Geçmişi Bugünü, (…) Felsefeden Safsata’ya Sûfi’den Sofu’ya, ….böylece uzayıp gidiyor.
“Efendi” kelimesini merak ettim. Kendimce bir sebepten ötürü merak ettim. Vaktiyle bir arkadaşım vardı, Nikiforos Metaxas. Tanıştığımızda İstanbul/Çengelköy kilisesi bahçesinde, bir müştemilatta zangoç statüsünde yaşıyordu. Zangoç değildi ama böylece –bir dönem için– barınma problemini çözmüştü.
Derya derin biriydi Nikiforo. Özellikle eski musiki konusunda. Türkiye ve Yunanistan’ın makam musikisine hakim icracılarını bir araya getirir, konserler düzenler, CD kayıtlar oluştururdu.
“Afrikalı, Kefalonyalı, İstanbulluydu. Şaman, İsevi, Bektaşi’ydi. Müzisyen, estet, filozoftu. Rockçı, rebet, Bizans-Osmanlı klasikçisi, Alevi-Bektaşi deyişçisiydi. Bob Dylan’ın “I Contain Multitudes”u misali, çokluktu, ahehkli bir çokluk. Kâh gökyüzüne çıkar kâh yeryüzüne inerdi.” (Metnin tamamını okumak için bkz.)
Birgün bir sohbet sırasında Niki’ye “Efendi” dedim. Bir an gülümseyerek baktı. Gülümsemesi dikkatimi çekti. Acaba kelime ne anlam taşıyordu onun için? Osmanlı dönemi ast-üst ilişkilerini çağrıştıran bir kelime mi kullanmıştım? O an soramadım. Sonra da sohbet aktı, geri dönemedim. Fakat o an bende kaldı.
Bu nedenle B. Aksoy’un kitabında önceliği “Efendi” kelimesine verdim ve okudum. Efendi kelimesi de, ırgat , anahtar, defter, temel kelimeleri gibi Yunanca imiş.
“Kelimenin yapısı şu: autos, ‘kendi, kendi kendine’ + hentes, ‘yapan eden, eyleyen, fail’. Bu iki birimin kaynaşması ile ortaya çıkan authentes ‘kendisi hakkında kendi karar verebilen, başına buyruk, sözü geçen, yetkili, varlıklı kişi’ anlamlarına geliyor. Batı dillerine Latince üzerinden geçmiş. (…) İngilizcede on dördüncü yüzyıldaki anlamı (o zamanki yazımı autentik) eski Yunancadaki anlamına uygun: ‘yetkili, yetkili kılınmış kişi’. Kelimenin bu anlamı sonra kullanımdan düşmüş. Bugün bildiğimiz anlamı ancak on sekizinci yüzyılda ortaya çıkıyor. ‘Bir şeyin aslı, aslına uygun, özgün; uydurmaca, kurmaca olmayan, gerçekten var olan’ demek bugün. İngilizce authentic, Fransızca authentiquie, Almanca authentisch kelimesini Türkçeye ‘sahih, sahici, has, hâlis’ diye çevirebiliriz.”
Kelimenin yolculuğunu izledik. Otantik ve sahici kelimelerine dikkatinizi çekerek efendi kelimesine dönüyorum.
Yunanca kelime Türkçe’de birçok ses değişikliğine uğramış: Autohentes-authentes-avthentes-afthentes-aphentes-afentes-afente-efente-efenti
17. yüzyıl başında “effendi” yazımıyla Türkçe’den İngilizce’ye geçiyor. Webster Sözlüğü şu tanımları vermiş: 1. (eskiden) Türkçe’de devletin ileri gelenlerine duyulan saygıyı belirten hitap 2. (Doğu Akdeniz’de) Saygın, köklü bir aileden gelen kişi.
Efendi, Arapça’ya da Türkçe’den geçmiş. Kelimenin başındaki autos biriminden argo söz olarak aftos, avtos türemiş: Gizli sevgili, metres, kapatma.
***
Otantik, sahici kelimelerinin altını çizmiştim. Oradan devamla aktarıyorum: Birkaç sene önce Karin Karakaşlı ile “sahici/sahicilik” kelimeleri, kavramları hatırına (Kıraathane kitapları için) bir sohbete başlamış idik. Sonra hayat mani oldu, yarım kaldı sohbetimiz. Karin ile sohbetimizin başlangıcından kısa bir bölüm takdim ediyorum:
İlhami: Kelimenin sözlük anlamına baktım: “Yapay ve sahte olmayan, gerçek olan”. Oradan iz sürersen kelimeler, kavramlar vadisine çıkıyorsun: Taklit, hile, ikiyüzlü, sahtekâr, kalp, kalpazan, oyun, oyunbaz vb.
Tek bir kelimenin, karşısında bu kadar çok kelime sıralanması ilginç. Kelimeleri, kavramları insan canlısı üretiyor. Sahici kelimesinin karşısına bu kadar zıt anlam üretip koyması, insan canlısının kıvraklığına bir işaret adeta. –Adeta kelimesi de güzel bir kelimedir, “esasen öyle değil ama neredeyse öyle”.–
Yandaş kelimeler aradığın zaman da, açık, yalın, net, sahih, hakiki gibi kelimeler ile karşılaşıyorsun. Kelimeler insanın elinden tutuyor ve her yere götürüyorlar. Çok akışkanlar.
Karin: Aklın yolu bir. Kavram telaffuz edildiği andan itibaren, sahici ile oynuyorsun. İlk akla gelen tabii ki sözlük anlamları. Ben sahici deyince, sözlük anlamı dışında da o akışkan dediğin şekilde bir yerlere gidiyor ya, en çok ona şaşmıştım. Birbirinden çok farklı şeyleri, kendi doğalında anlamının tanımı olarak çağırıyor sahici.
İ.: Bunu biraz açar mısın?
K.: Şöyle ki, sahicilik; doğru, hakiki, sahici olan ama aynı zamanda içten ve samimi olan. Bütün bunların hepsinin de bire bir yan yana gelişinde bir ilginçlik var. Ne bileyim, gerçek ve hakiki ile içten, samimi yan yana.
İ.: Orada bir itirazım var. Not koydum oraya.
K.: Söyle.
İ.: Sıram gelince söyleyeceğim.
K.: Bir de bu işte otantik, özgün, taklit olmayan, sahte olmayan. Dolayısıyla zıt anlam dediğinde, sen dedin ya hani, yalan ve oyun diye. Biraz daha ileri gittiğimde ben de inkâr ve ihanet gibi bir yerlere gelmiştim.
İ.: İnkâr ve ihaneti not almak istiyorum. Kulağım sende.
K.: Sahih dediğimizde, şöyle okkalı bir şekilde duruyor kelime. Essah da öyle. Ama sahicilik dendiğinde, o “cilik” kısmı sanki “sahi”ye küfür gibi kalıyor. Bir şeyler eksiliyor sanki, mış gibi yapma çağrışımı geliyor akla.
İ.: Evet. Sahici olan her ne ise, yaşar ya da tanık olursunuz, birine anlatırsanız “sahici bir şey” yaşadığınızdan söz edersiniz. “Bir sahicilik yaşadım” demezsiniz. “…cilik” dediğiniz an, sahici olan eksilir, donuklaşır ya da uzaklaşır.
*
Kelimeler bahsine devam etmek isterim. Selam sevgi ile
*
Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar.
Bülent Aksoy, İletişim Yayn.
—–
Kapak Görseli: Willi Heidelbach (Pixabay)